Sürprize yer var mı?
Fatih Özatay 01 Ocak 1970
Döviz cinsinden (ve dövize endeksli) finansal varlıklara olan talebin temelinde yatan nedenle doğru dürüst mücadele etmeden, o ürünlere olan talebi ortadan kaldıramazsınız. Olsa olsa şekil değiştirtirsiniz. Bugün o talebi bir miktar düşürseniz bile çok geçmeden yine artar. Bu tür varlıklara olan talebin temel nedeni ne? Elbette, Türkiye’nin riskini kısa sürede 200-250 baz puana indirecek, bir süre sonra da 100’lere yaklaştıracak bir istikrar ve yeniden yapılanma programının olmaması. Böyle bir program olsa, zaten sermaye girişi başlayacak, döviz kuruna değerleme baskısı oluşacak ve enflasyon çarpıcı biçimde düşecek. Bu süreçte lira nominal olarak değerlenmesin diye, TCMB ihalelerle döviz satın alacak; rezervini yükseltecek.
Bu programın ‘klasik’ bir orta vadeli program (OVP) olmadığı açık. Daha çok IMF ile yapılan stand-by anlaşmalarında tasarlanan programa benziyor; çok ayrıntılı. Öyle bir program ki, maliye politikasında atılacak adımların yol haritası var. Kamunun döviz cinsinden gelir garantilerine ilişkin ne yapacağı anlatılıyor. Kamunun döviz cinsinden açık pozisyonun nasıl kapatılacağı planlanıyor. Para politikasının TCMB’nin işi olduğu vurgulanıyor. Muğlak bir ortada vadede yüzde 5 hedefi yerine gerçekçi enflasyon hedefleri açıklanıyor. BDDK’nın ve TCMB’nin son iki üç yılda yaptıkları düzenlemelerin nasıl ortadan kaldırılacağı belirtiliyor. Yeter mi? Yetmez elbette. Tüm idarenin aynı dilden konuşmasını sağlamak gerekiyor. Ulaştırma Bakanlığı’nın ya da sözgelimi Tarım Bakanlığı’nın alanlarında istikrara verecekleri katkı ve yapısal dönüşümü sağlamak için yapılacaklar da o metinde yer almalı. Eşgüdümü Hazine sağlamalı. Bürokratlar belli aralıklarla Hazine’de bir arya gelmeli; tıkanma belirtileri gösteren alanları ele almalı. Programın yapısal ayağında da özenle seçilmiş az sayıda reform yer almalı. Olmazsa olmazı TÜİK’in bağımsız bir yapıya kavuşturulması. TCMB’nin politik açıdan bağımlı olmasına yol açan düzenlemelerin kaldırılması. Uzatmaya gerek yok; herkesin ne yapacağını bildiği bir programdan ve eşgüdümü sağlayan bir kurumdan söz ediyorum. Merak edenler, 2001 krizinden sonra uygulamaya konulan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’na bakabilirler. O programın daha ayrıntılısı olan ‘stand-by’ anlaşmaları çerçevesinde imzalanmış metinlere IMF’nin internet sayfasından (countries / Türkiye / letters of intents) ulaşabilirler.
O programın sonuçlarına ilişkin birkaç hatırlatma: Döviz cinsi mevduatın toplam mevduat içinde payı 2001 sonunda %58,4 düzeyinde. Bu oran 2003 sonunda %47,2’ye, 2005 sonunda ise %34,4’e düşüyor. Düşüş 2011’e kadar kesintisiz sürüyor: 2010 sonunda %27,4. Ocak 2002’de %73,2 olan tüketici enflasyonu, iki yıl sonra -Şubat 2004’te- %9,5’e iniyor ve uzun süre tek hanede kalıyor. Temmuz 2001’de 1190 baz puan olan CDS, Şubat 2004’te 400’ün altına iniyor ve aynı yılın sonunda 230’u görüyor. 2006 başında ise 140’a düşmüş durumda. Bu süreç içinde, önce dönemin Başbakanı rahmetli Ecevit’in hastalığı, sonra da Körfez Savaşı nedeniyle yine 1000’lerin üzerine yükseliyor. Ama önemli olan şu: Ciddi bir program varsa, tüm makro göstergeler eninde sonunda o programla uyumlu düzeye (ana eğilime) dönüyorlar.
Ha bir de elbette şu var: Ciddi bir program olsa da ciddiyetle uygulanacağı anlaşılana kadar geçen sürede can suyu olacak döviz girişine ihtiyaç var. O can suyunu -yüklü döviz kredisini- IMF’den hem de piyasa faizine kıyasla daha ucuz borçlanmak olanağı var.
Ortada böyle ayrıntılı bir program var mı? Yok. O zaman döviz cinsi finansal varlıklara olan talebi kalıcı olarak düşürmek mümkün değil. Hele, para politikası üzerinde önemli bir kısıt -politika faizinin yükseltilebileceği bir üst sınır- varken. Son yazım şöyle bitiyordu: “En başta söylenecek risk şu: Mevduat faizleri bunca düşmüşken, yani lira cinsinden tasarruf yapmak bu kadar caydırılıyorken (faiz kısıtını unutmayın), bu program kendinden umulanı nasıl gerçekleştirecek?” Hafta sonu TCMB’nin açıkladığı kararların önemli bir kısmı lira cinsinden mevduat faizlerini yükseltmeyi amaçlıyor. Kısa yoldan politika faizini artırarak değil; çünkü izin verilmiyor, yine dolambaçlı yollardan. Bu nedenle de Kur Korumalı Mevduat’ın (KKM) tasfiye süreci de başlatılıyor. Oysa ayrıntılı bir ekonomi programı olsa ve TCMB para politikasında kısıtlanmasa, KKM belası, zamanla kendi kendini tasfiye edecek, siz de ‘arkasından ittirip’ tasfiye sürecini hızlandırabileceksiniz.
Bu çerçevede bakınca, 24 Ağustos’taki PPK toplantısı çok önemli. Politika faizinin üzerindeki sınırlama sürüyor mu yoksa kalktı mı? Kısıtın kalktığı izlenimini veren bir faiz kararı, hoş bir sürpriz olur ve bir dolu çarpıklığı ortadan kaldırır. Kısıt sürüyorsa – ki muhtemelen öyle olduğu anlaşılacak- bizi bayağı meşakkatli bir yol bekliyor. Faiz kararından sonra ikinci test ise OVP olacak. OVP klasik bir OVP mi yoksa çok ayrıntılı bir program mı? Klasik bir OVP olacaksa işimiz iyice zorlaşacak.