26 Ağustos
Taha Akyol 01 Ocak 1970
Dün iki parti 26 Ağustos vesilesiyle iki toplantı yaptı, iki lider konuştu: Cumhurbaşkanı Erdoğan Malazgirt’te, Meral Akşener Afyon, Kocatepe’de…
Tarihimizde 26 Ağustos günü, Anadolu’da Türk vatanının kuruluşunu ve kurtuluşunu temsil eder. Erdoğan ve Ak Parti her yıl 26 Ağustos 1701 zaferinin yıldönümü, Malazgirt’e giderek kutlamaktadır. 26 Ağustos 1922’nin yıldönümlerine bu derecede ilgi göstermemesi son derece yanlıştır. Hem siyaseten yanlıştır, hem tarih şuuru bakımından yanlıştır.
Bir kesimde yaygın olan “Malazgirt’i unutturdular” söylemine cevaben belirteyim ki, Malazgirt’in “vatan kuran” bir zafer olduğu 1940’lara kadar bilinmiyordu.
Adülhamid de Enver Paşa da Mustafa Kemal Paşa da bilmiyordu.
Cumhuriyet döneminde gelişen tarihçilik bu gerçeği tespit etti. Tarihimizdeki Selçuklu – Osmanlı devamlılığını, bu arada Malazgirt’in önemini kavramımıza öncülük eden tarihçilerimiz Fuat Köprülü ve bilhassa Mükrimin Halil Yinanç, Osman Turan ve Mehmet Altay Köymen adlı büyük tarihçilerimizdir.
ERDOĞAN’IN KONUŞMASI
Cumhurbaşkanı Erdoğan Malazgirt zaferini anma toplantısında, önümüzdeki belediye seçimleri için partisine oy istemeseydi, “hamasi bir tarih konuşması yaptı” demekle yetinmek mümkün olurdu.
Fakat belediye seçimleri için oy istemeyi ihmal etmediği konuşmasında, günün en sıcak mahşeti olan “yüzde 25 faiz” konusuna, hayat pahalılığına hiç değinmedi.
“Tarih”in, “bugün”ü gündem dışında tutmak için nasıl kullanıldığını gösterir. 14 -28 Mayıs seçimlerinde de iktidarın en az konuştuğu konu ekonomi olmuş, sorunlar yerine “müjdeler”i konuşmuştu.
Sayın Erdoğan Malazgirt’te “Bizi Viyana önlerine götüren zaferler zincirinin çıkış noktası işte burasıdır” diye konuştu. Tarihe sadece zaferler, fetihler açısından bakmak hem tarihi gerçeklere aykırıdır hem tarih şuuru yerine tarih yanılsaması yaratır.
19. yüzyıldaki en büyük birkaç devlet adamlarımızdan biri olan büyük Cevdet Paşa fetihler çağının geçtiğini, bunun “yeniden birer birer feth ve tanzimi fiile gelmez hülyalar” olduğunu yazmıştı.
Bugün asıl öğrenmemiz, Osmanlı’nın bilim ve iktisatta geri kalma yüzünden yıkılmış olmasıdır.
AKŞENER’İN KONUŞMASI
İYİ Parti lideri Akşener’in konuşmasındaki en çarpıcı iki nokta şuydu:
. Geçen seçimlerin aday (Kılıçdaroğlu) yüzünden kaybedildiğini, o zamanki itirazlarının haklı çıktığını söyledi. Savunduğu “kazanacak iki adaydan biri”, İmamoğlu veya Yavaş’ın aday olmasını bu sebepten istediklerini anlattı. “Cenab-ı hak şahittir ki ne yaptıysam seçimler kazanılsın diye yaptım. Keşke herkes bizler kadar fedakar, cesur ve yürekli olsaydı” diye konuştu. Bu noktadaki samimiyetine inanıyorum.
Akşener, “kazanacak aday” konusuna destek vermeyen diğer sağ partileri de isim vermeden eleştirdi.
. İkincisi, İttifak sisteminin “partileri aynılaştırdığını”, bu yüzde partilerin kimliklerinin soluklaştığını söyledi. Yerel düzeyde işbirliği yapabileceklerini ama belediye seçimlerini “her partinin kendi başına girmesini” savundu. AK Parti ve MHP’nin de ayrı ayrı seçimlere girmesini istedi.
Seçimlerin kaybedildiği ve ittifak sisteminde partilerin kimliklerinin soluklaştığı doğrudur. Her partinin kendi başına seçime girmesi parti tabanlarını motive eder, bu da doğru.
Ama muhalefetin çok parçalı olduğu, bundan belediye seçimlerinde Cumhur İttifakı’nın kazançlı çıkabileceği de doğru.
PARÇALI YELPAZE
Burada defalarca yazdım. Türkiye “merkez sağ”ı inşa edinceye kadar bu sıkıntıyı yaşayacak.
CB sisteminde tek adam sıkıntısı… Muhalefete baktığımızda aşırı parçalanmışlık.
Maurice Duverger’den, Seymour Martin Lipset’e kadar büyük siyaset bilimciler “parçalanmış yelpaze”nin daima çözümü zor sorunlar yarattığını yazmışlardır.
Türkiye’de kavgalı koalisyonlar… Denetimsiz derecede güçlü tek partilerin otoriterleşmesi, tek adam sorunu… Parçalı muhalefet… Bunlar yıllardan beri yaşadığımız da “yapısal sorunlar”ımızdır. Muhalefetin merkez sağ kitle partisi haline gelmesine kadar devam edecek görünüyor maalesef.