1951
6-7 Eylül Olayları 01 Ocak 1970
Yunanistan, 1951 yılından itibaren uluslararası platformlarda Kıbrıs meselesini gündeme taşıyarak bu konuda aktif bir politika içerisine girmiştir. Mesele, önce Yunan parlamentosuna getirilerek Kıbrıs’ın mutlaka Yunanistan’a iltihakının gerçekleştirilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Aynı yıl Kasım ayında Ada’nın fiili sahibi olan İngiltere ile görüşmeler başlatılır. Yunanlılar, Kıbrıs’ın kendilerine terk edilmesi karşılığında Ada’da İngiltere’ye üs vaadinde bulunurlar fakat bu teklifleri reddedilir. Yunanistan, Kıbrıs konusunda İngiltere ile uzlaşma çabalarının sonuçsuz kalması üzerine Birleşmiş Milletlere başvurarak sorunu uluslararası alana taşımıştır. 24 Eylül 1954 tarihinde İngiliz delegesinin itirazlarına rağmen Kıbrıs konusu BM’nin gündemine alınmıştır. Ancak Yunanistan’ın 1954 ile 1958 tarihleri arasında BM'ye yaptığı beş başvurusu da istediği gibi sonuçlanmamıştır. Siyasi girişimlerin sonuçsuz kalması üzerine Kıbrıs’ta şiddet eylemleri tırmanışa geçmiştir. Bu aşamadan sonra Ada’daki Türklere yönelik başlatılan şiddet eylemleri hız kazanarak kabul edilemez bir boyuta varmıştır. Yunanistan’ın silah ve parasal desteğini alan Kıbrıslı Rumların Türklere karşı başlattıkları tehdit faaliyetleri, kaçınılmaz olarak Kıbrıs sorununa Türkiye’nin de taraf olmasına yol açmıştır. Kıbrıs konusunda Yunanistan’ın katı bir politika yürütmesi üzerine Türkiye’deki ortam da gerginleşmiştir. Kıbrıs’ta Türklere karşı başlatılan şiddet eylemlerine tepki olarak kurulan Kıbrıs Türk’tür cemiyeti ve Türkiye Milli Talebe Federasyonu nun başlattığı miting ve eylemler hükümet üzerinde baskı yaratarak Kıbrıs konusundaki milli bilinci ve heyecanı arttırmıştır.Demokrat Parti Hükümeti'nin Kıbrıs ile ilgili bir politika değişikliğine gitmesi ve konuyla ilgilenmesi,16 Şubat 1951de Yunanistan Dış İşleri Bakanı Sofokles Venizelos’un Kıbrıs’ın Yunanistan’a iltihak edilmesi gerektiğini resmen öne sürmesi üzerine Türkiye’deki ilk tepki, hükümete yakın bir basın organı olan Zafer Gazetesinden gelmiştir. Yapılan yorum haberde; Venizelos’un demecini Kıbrıs sorununun yeni bir aşaması olarak değerlendirmek gerektiği, ikinci planda sorumlu devlet adamlarının dahi Kıbrıs davasını ele aldıkları, Yunan hükümetinin gizli çalışmaların artık sorunu kıvama getirdiğine inandığı ve işi açıkça ortaya dökmekte sakınca görmediği vurgulanmıştır. Başbakan Venizelos’un yaptığı açıklamaya Hükümet adına ilk tepkiyi, Dış İşleri Bakanı Köprülü 20 Nisan 1951'de Hürriyet gazetesine verdiği demeç ile ortaya koymuştur. Kıbrıs meselesinin ciddi bir krize dönüşme tehlikesi gösterdiği günlerde İngiltere, Kıbrıs sorununu çözüme kavuşturmak ve Türkiye’yi de soruna taraf hale getirmek amacıyla Eylül ayında Londra’da düzenlemeyi planladığı konferans için taraf devletlere davetiye göndermiştir.Konferans 1955 Ağustosunun 29'unda Londra 'da Lancaster Houseta yapılacaktı. Daveti yapan İngiltere Başbakanı Harold Mac Millandı. Konferansın yapılacağı tarih yaklaşınca Türkiye’nin Kıbrıs politikası daha çok belirginleşerek tavizsiz bir hale gelmiştir. Bununla birlikte Başbakan Menderes’in 24 Ağustos günü Liman lokantasında gazetecilere yaptığı konuşmada Yunanistan aleyhinde sert ifadeler kullanması, ülkedeki milli heyecanın tehlikeli boyutlara varmasına yol açmıştır. Londra Konferansı’nda Türk delegesi Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Kıbrıs Adası’nın hukuki, siyasi, ekonomik, askeri ve sosyolojik bakımdan Türkiye ile ortak paydaları olduğunu başarılı bir şekilde ortaya koymuştur. İngiltere için Kıbrıs konusunda Yunanistan’ın elini zayıflatmak, Türkiye’nin konferanstaki başarısına bağlıydı. Türk heyetiyle bu doğrultuda yapılan siyasi temaslarla bir bakıma İngiltere, Yunanistan’ın Kıbrıs’ı bağımsızlaştırma politikalarına karşı Türkiye’yi kullanmıştır.
Dış İşleri Bakanı Zorlu’ya göre Ada’da statüko korunmalıydı. İngiltere’nin egemenlik haklarını devretmesi halinde Ada, asıl sahibi olan Türkiye’ye bırakılmalıydı. Çünkü coğrafi, stratejik ve ekonomik olarak da Kıbrıs, Anadolu’nun bir parçası durumundaydı. Dışişleri Bakanı Zorlu, ayrıca bir savaş durumunda Türkiye’nin güneyindeki limanların oldukça büyük bir önem arz ettiğini ifade ederek Kıbrıs Adası’na sahip olan bir devletin Türkiye’nin bu limanlarına da kolaylıkla müdahale edebileceği endişesini de dile getirmiştir. Ancak görüşmelerin tıkanmaya doğru gittiği günlerde, İngiltere’nin de Ada’daki askeri varlığının korunması durumunda Kıbrıs’a muhtariyet verilebileceğini belirtmesi üzerine Zorlu, konferanstaki konuşmasında tedhişçiliğin durdurulduğu, din adamlarının siyasete karışmasının önlendiği, Türklere ve Rumlara eşit siyasi temsil hakkı tanındığı ve Ada mukadderatının Rum çoğunluğun kararıyla tayin talebinden vazgeçildiği takdirde, muhtar bir idare kurulmasını Türkiye’nin kabul edebileceğini belirtmiştir. Konferansın son gününde Yunanistan Dışişleri Bakanı Stefanopulos’un; “bu şartlarda kalkıp gideriz. ”demesi üzerine hava büsbütün gerginleşmiştir'. Olayların patlak verdiği 6 Eylülde de konferans sonuçsuz bir şekilde dağılmıştır. Dışişleri Bakanı Zorlu’nun Londra Konferansı’nda büyük çabalarla elde ettiği sağlam konumu böylelikle yitirilmiştir.
Olaylar
Londra Konferansı’nın sonuç alınamadan dağılması ve Kıbrıs’ta devam eden Rum saldırılarının Ada’daki Türklere zor günler yaşatması, Türk toplumunda milli heyecanı büsbütün arttırmıştır. 6 Eylül günü öğleden sonra, İstanbul’daki gergin hava doruk noktasına ulaşmıştır. Hacı Abdullah Lokantasında Cumhurbaşkanı Celal Bayar, İstanbul Valisi ve diğer davetlilerle yemekte olan Menderes’e Selanik’teki Atatürk’ün evine bomba atıldığı haberi iletilmiştir. Başbakan Menderes, şok etkisi yaratan bu haberin derhal devlet radyosundan halka duyurulması talimatını vermiştir. Saat 13.00‟daki radyo bülteninde bomba olayı şu sözlerle haberleştirilmiştir; Selanik‟te Aziz Atatürk‟ün doğduğu ev ile Türk Konsolosluğu binasında bahçede saat gece yarısını dört geçe bir bomba patlamış ve bu infilak neticesinde Aziz Atatürk‟ün doğduğu evin pencereleriyle Konsoloshanenin camları hasara uğramıştır. İnfilak esnasında insanca zayiat olmamıştı.
Haberin radyoda verilmesinden sonra İstanbul Ekspres gazetesi de ilk baskısının ikinci sayfasında olaya yer vermiştir. Daha sona İstanbul Ekspres gazetesi ikinci kez baskı yaparak olayı birinci sayfadan ve ayrıntılı bir biçimde vermiştir. Gazete olayı,Atamızın evi bomba ile hasara uğradı. başlığıyla haberleştirerek Kıbrıs Türk'tür Cemiyeti Genel Sekreteri Hikmet Bil'in konu ile alakalı yaptığı; Mukaddesata el uzatanlara bunu çok pahalı ödeteceğiz. Cemiyet, hadiselerin inkişafına göre yeni ve mühim açıklamalar yapacak. açıklamalarına da yer vermiştir. İstanbul Ekspres gazetesindeki haber, bütün yurtta hâkim olan gergin havayı büsbütün alevlendirerek halk genelinde Rumlara karşı mevcut olan öfke ve nefretin katlanarak artmasına neden olmuştur.
6 Eylül günü İstanbul Yüksek Okullar Talebe Birliği Başkanı Bahattin Ertan’ın açıklamaları bazı kesimler için kışkırtıcı etki yapmıştır. Ertan, yaptığı açıklamada; bomba olayının bardağı taşıran son damla olabileceğini ifade ederek Türk gençliğinin Kıbrıs konusunda her zamankinden daha hassas olduğunu belirtmiştir.
İstanbul’da yoğun olarak Beyoğlu, Şişli, Adalar, Kurtuluş, Osmanbey, Eminönü gibi semtlerde yaşayan Rumlar son zamanlarda karşılattıkları tepkinin son halkası sayılan 6/7 Eylül olaylarını hazırlıksız ve panik havasıyla karşılamışlardır. Ellerinde bayraklar ve Atatürk posterleriyle büyük halk kitlesi, diye tempo tutturarak saat 17.00‟den itibaren başlayarak bir anda bütün İstanbul caddelerine yayılmıştır. Saat 17.00‟den itibaren İstiklal Caddesinden yürüyerek Taksim’e gelen topluluk, Cumhuriyet Meydanında İstiklal Marşı okumuş ve Cumhuriyet Anıtının önüne Türk Bayrakları asmıştır. Aziz Atatürk’ün öldüğü eve göz dikenler ölsün, kahrolsun diye bağıran topluluktan ileri atılan bir genç hep beraber yürüyelim diye bağırmıştır. Buradan yürümeye başlayan kalabalık, Aya Triada Kilisesinin önünde toplanmıştır. Ellerindeki Türk Bayraklarıyla İstiklal Caddesi boyunca yürümeye başlayan bu kalabalık, diye bağırarak çevredeki dükkânlara uyarılarda bulunmuştur. İstiklal Caddesinden sonra Tünel’e doğru saat hareket eden kalabalık grup 18.00‟de Rum dükkânlarına karşı yoğun bir tahribata girişmiştir. Tahrip eylemlerini başlatan bu kalabalık grup saat 19.00'a doğru, Yunan Konsolosunun bulunduğu sokağa doğru hareket etmişse de sokak polis güçleri tarafından kordona alındığı için eylemci grup amacına ulaşamamıştır. Gittikçe kalabalıklaşan yığınlar, artan bir şiddetle özellikle, Rumlara ait olan ama o hengâmede sahiplerinin Rum mu yoksa başka bir Gayrimüslim grup, ya da Müslüman mı olduğunun ayırdına varamadan etraftaki dükkân, ev ve diğer taşınmaz mallara saldırarak büyük maddi kayıplara sebep olmuştur. Perşembe Pazarı, Sirkeci, Haliç, Beyazıt, Gedikpaşa, Kumkapı ve Yenikapı civarındaki azınlıklara ait dükkân, ev ve kiliselerin tahribi ise saat 20.00'den sonra başlamış ve devam etmiştir. Olaylar esnasında Rumlara ait olan Embros, Apoyewmatini ve Tahidromos Gazeteleri de tahrip edilmiştir.
Olayların başlamasından kısa bir süre sonra İstanbul Valiliği tam bir karargâh binası haline gelmiş, Vali Fahrettin Kerim Gökay, tüm sivil ve askeri birimlere olayların durdurulması için emirler göndermiştir. İçişleri Bakanı Nazım Gedik de İstanbul'daydı ve tahrip olaylarını bastırması için Birinci ordu müfettişi Vedat Garan’a gerekirse silah kullanılması emrini vermiştir. Emniyet birimleri ve Birinci Orduya bağlı birlikler, gece yarısından sonra duruma tamamen el koyarak saldırıları önleyebilmişlerdir.
6/7 Eylül Olaylarının yol açtığı maddi yıkımın boyutu çok büyük olmuştur. Türk kaynaklarına göre 6/7 Eylül olaylarının sonucunda; 73 kilise, 8 ayazma, 3 manastır, 5538 ev ve mağaza tahrip edilmiştir. Helsinki İnsan Hakları İzleme Örgütünün 1992 yılında hazırladığı bir raporda 6/7 Eylül Olaylarına yer verilmiş ve ortaya çıkan maddi hasarın 300 milyon dolar olduğu ifade edilmiştir. Tahrip ve yağma eylemleri sonucunda meydana gelen maddi zararın miktarı çeşitli kaynaklara göre farklılık göstermesine karşın, çok büyük boyutlarda olduğu bilinen bir gerçektir. Ortaya çıkan maddi zarar, İstanbul ekonomisini durgunlaştırmakla birlikte milli ekonomi açısından da ciddi bir felaket olmuştur.
Türkiye’de yaşayan Rum Ortodoks azınlığın devlet ve Müslüman halk ile olan bağlarının zayıflamasına yol açan 6/7 Eylül olaylarının ardından farklı çevrelerin gösterdiği tepkiler arasında, Rum cemaatinin önde gelenleri ve azınlık basınının olayları değerlendirme tarzına bakıldığında son derece sağduyulu, birleştirici ve yapıcı davranıldığı göze çarpmaktadır. Rumların yaşadıkları toplumsal travmanın daha ileri boyutlara varmasını engellemiş olan en büyük etken, olayların ardından düzenlenen yardım kampanyalarına Müslüman kesimlerden de geniş katılımların görülmesi ve Rum cemaatine mensup önde gelen kişilerin umut verici açıklamalarda bulunmuş olmalarıdır. Bununla birlikte olaylar sırasında güvenlik güçlerinin pasif bir tutum sergilemesi de eleştiri konusu olmuştur.
6/7 Eylül olaylarının yaşanmasından iki yıl sonra yapılan 1957 seçimleri Demokrat Parti (DP) için bir dönüm noktası sayılmalıdır. Nitekim iktidarının son yıllarına denk gelen bu seçimlerde DP, birçok sürprizle karşılaşmıştır. Bir yandan 6/7 Eylül olaylarının mağduru olan azınlıkların oylarına kitle olarak sahip olması; diğer yandan oylarını yükselten muhalefet partilerinin yıkıcı ve tavizsiz bir muhalefet an layığı, Demokrat Parti için yeni bir dönemin başlangıcını beraberinde getirmiştir. 1957 seçimleri öncesinde, milletvekili şeçim Kanununda yapılan değişikliklerle, siyasi partilerin karma liste yapmalarının önü kesildiği gibi, muhalefet partilerinin radyodan faydalanmaları da zorlaştırılmıştır. Basın kanununda yapılan değişikliklerle de gazetecilerin cezalandırılmaları kolaylaştırılmıştır. Bunun yanı sıra, ekonomide gözlenen dramatik tablo da iktidarı zor duruma sokan bir diğer faktördü. Artan enflasyon ve şiddetli bir döviz krizinden kaynaklanan ekonomik durgunluk Menderes’i 1957 seçimlerinde zor bir duruma sokmuştur. Bu seçimlere azınlıklar açısından yaklaşılacak olursa; son derece şaşırtıcı bir durumla karşılaşılmıştır. 6/7 Eylül olaylarının mağdurları durumdaki azınlık mensubu vatandaşlar, iktidar partisine kısa süreli de olsa takındıkları olumsuz yaklaşımı seçimlere yansıtmayarak tercihlerini DP’den yana kullanmışlardır. Azınlıkların bu beklenmeyen siyasi tercihlerinin arkasında yatan sebep, tek parti iktidarı döneminde yaşadıkları ayrımcı ve dışlayıcı nitelikteki olayların DP dönemine göre daha dramatik sonuçlara yol açmış olmasıydı.