Hatib el- Bağdadî
M.Yaşar Kandemir 01 Ocak 1970
23 Cemâziyelâhir 392’de (9 Mayıs 1002) (Târîḫu Baġdâd, XI, 266) Mekke-Medine yolu üzerindeki Vâdilmelel’in Guzeyye kasabasında dünyaya geldi. Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî’nin, aynı ayı ve günü zikretmekle beraber 391’de (1001) doğduğunu söylemesi bir zühul eseri veya istinsah hatası olmalıdır. Daha sonraki bazı kaynaklar da bu yanlış bilgiyi tekrarlamıştır (meselâ bk. İbn Kesîr, XII, 101). Hatîb el-Bağdâdî’nin soyu Kûfe civarında oturan bir Arap aşiretine dayanmaktadır. Hatîb lakabının kendisine, kıraat âlimi Ebû Hafs el-Kettânî’den Kur’an öğrenen ve Bağdat’ın güneybatısında Dicle nehri üzerindeki Derzîcân köyünde yirmi yıl hatiplik yapan babası Ebü’l-Hasan Ali’den intikal ettiği söylenmişse de muhtemelen kendisi de bu köyde aynı vazifeyi devam ettirmesi sebebiyle Hatîb diye tanınmıştır. Babası onu tahsil için hadis ilmiyle de ilgilenen Hilâl b. Abdullah et-Tîbî’ye gönderdi. Babasının ve mürebbisi olduğunu söylediği Tîbî’nin (Târîḫu Baġdâd, XIV, 75) kendisini hadis ve fıkıh öğrenmeye yönlendirmeleri sebebiyle on bir yaşında iken İbn Rezkūye diye bilinen muhaddis ve fakih Muhammed b. Ahmed el-Bağdâdî’den hadis dersi almaya başladı; bu hocasının derslerine üç yıl aradan sonra tekrar döndü. Üç yıl boyunca Ebü’t-Tayyib et-Taberî’den ve devrinin Bağdat’taki en büyük Şâfiî âlimi olduğu belirtilen Ebû Hâmid el-İsferâyînî’den fıkıh öğrendi. O dönemde yeteri kadar hadis öğrenmeden fıkıh tahsiline başlanmadığından hareketle Hatîb’in bu süre içinde başka hocalardan hadis okumuş olabileceğini ileri sürenler vardır (Münîrüddin Ahmed, s. 28). İbn Rezkūye’den tekrar hadis öğrenmeye başlayan Hatîb, ayrıca Bağdat’taki diğer muhaddis ve fakihlerin derslerine devam ettikten sonra başka ilim merkezlerindeki âlimlerden faydalanmaya karar verdi. Yirmi yaşında iken bir yıl süreyle Basra’ya ve Kûfe’ye gitti. Aynı yıl babasını kaybetti. Hadisi kendisine sevdiren hocası Berkānî, onun tek bir âlimden rivayette bulunmak için Mısır’a gitmeyi düşündüğünü öğrenince muhaddis Ebü’l-Abbas el-Esamm’ın talebelerinden hadis rivayet etmek üzere Horasan’a gitmesinin daha uygun olacağını söyledi. Hatîb de henüz yirmi üç yaşında iken muhtemelen önce İsfahan’a, oradan da Hemedan, Rey ve Nîşâbur’a gitti; dönüşte Dînever’e uğradı. Hatîb’in, Bağdat’a gelen âlimler arasında hadis ilmini en iyi anlayan kimse olarak nitelendirdiği Muhammed b. Ali es-Sûrî, en fazla rivayette bulunduğu hocalarından İbnü’l-Müteyyem diye bilinen Ahmed b. Muhammed el-Bağdâdî, sika olduğunu belirttiği Ebû Ömer Abdülvâhid b. Muhammed el-Kâzerûnî, İbn Bişrân diye tanınan Ali b. Muhammed el-Bağdâdî, Kādılkudât Ebû Bekir Ahmed b. Hasan el-Hîrî ve İbn Şâzân el-Bağdâdî gibi âlimler onun hocaları arasında yer alır. Ayrıca Bağdat’ta bulunan âlimlerle, hadis tahsili için seyahat ettiği yerlerde karşılaştığı 1000’den fazla hocadan (Mahmûd et-Tahhân, el-Ḥâfıẓ el-Ḫaṭîb el-Baġdâdî, s. 68) faydalanan ve onlardan önemli kişilerin 470 kadar eserini okuyan Hatîb, kendi talebeleri İbn Mâkûlâ ile Ebü’l-Fazl İbn Hayrûn’dan da rivayette bulunmuştur. Özellikle Dımaşk’ta bulunduğu yıllarda okuttuğu bu kitaplardan elli yedisinin Kur’an ilimlerine, kırk sekizinin fıkha, altmış dokuzunun akaid ve zühde, on sekizinin Arap diline, kırk dördünün edebiyata, 158’inin tarihe ve hadis tarihine, altmış beşinin de sadece hadis metinlerine dair eserler olması (Yûsuf el-Iş, s. 144-145), onun hadis başta olmak üzere diğer İslâmî ilimler ve tarih yanında dil ve edebiyata da büyük ilgi duyduğunu, tanınmış şahsiyetlerin rivayet ettiği dinî ve edebî kitapların rivayet hakkını elde etme hususunda büyük gayret sarfettiğini göstermektedir.
Hatîb el-Bağdâdî, tahsilini tamamladıktan sonra yirmi yıldan fazla bir süre bütün vaktini Târîḫu Baġdâd’ı yazmaya ayırdı. 444 (1052-53) yılında bu en önemli çalışmasını tamamlayınca (a.g.e., s. 172) hac görevini ifa etmeye karar verdi. Aynı yıl Dımaşk’a ve Sûr’a uğradıktan sonra Hicaz’a gitti. 445’te (1053-54) hac maksadıyla Mekke’ye gelen tanınmış muhaddis Kudâî’den hadis rivayet etti. Bu sırada seksen yaşında olan ve Mekke’de mücâvir olarak bulunan Ṣaḥîḥ-i Buḫârî’nin ünlü râvisi Kerîme bint Ahmed’den bu eseri beş günde okudu. Hatîb aynı eseri daha önce, ünlü râvilerinden Küşmîhenî’den bizzat dinleyen müfessir ve kıraat âlimi Hîrî’den 423 (1032) yılında Mekke’ye giderken Bağdat’a uğradığı sırada üç gün içinde ve üç mecliste dinlemişti (Târîḫu Baġdâd, VI, 314). Zehebî bundan daha süratli bir kıraatin duyulmadığını söylemektedir (Aʿlâmü’n-nübelâʾ, XVIII, 280). Hac esnasında kendisinden hadis öğrenmek isteyenlere hadis rivayet ettiği belirtilen Hatîb, Medine’deki âlimlerden de faydalandıktan sonra hac dönüşü 446 (1054-55) yılında Şam’a uğradı, oradan Beytülmakdis’e geçerek Dımaşklı hadis hâfızı Ebû Muhammed Abdülazîz b. Ahmed el-Kettânî’den hadis rivayet etti. Bir müddet Sûr’da kaldı, ardından Bağdat’a döndü. Hadis ilmindeki otoritesi yanında yazdığı eserler sayesinde büyük bir şöhrete sahip olduğu için ondan hadis öğrenmek ve eserlerini bizzat kendisinden okuyup rivayet etmek üzere Bağdat’a gelenlerden başka dolaştığı birçok ilim merkezinde pek çok talebe kendisinden faydalandı. Zaman zaman onunla hadis müzakere eden hocası Ebû Bekir el-Berkānî başta olmak üzere Ebü’l-Kāsım Ubeydullah b. Ahmed el-Ezherî gibi tanınmış hocaları ondan hadis rivayet etti. En tanınmış talebeleri arasında, kendisinden yıllarca ayrılmayan Ebü’l-Meâlî Muhammed b. Muhammed el-Hüseynî ile Endülüslü hadis hâfızı ve İbn Hazm’ın talebesi Muhammed b. Fütûh el-Humeydî, hadis hâfızı İbnü’l-Hâdıbe, Ebü’l-Hüseyin İbnü’t-Tuyûrî, Mübârek b. Abdülcebbâr el-Bağdâdî, Hatîb et-Tebrîzî, Mâristan kadısı diye tanınan Ebû Bekir Muhammed b. Abdülbâkī el-Ensârî en-Nasrî gibi isimler zikredilebilir.
Abbâsî Halifesi Kāim-Biemrillâh’ın veziri Reîsürrüesâ İbnü’l-Müslime Hatîb’in tahsil arkadaşıydı. Vezir hadis ilmindeki yerini takdir ettiği Hatîb’i himayesine aldı (447/1055). O sıralarda birtakım yahudiler, Hz. Peygamber’in Hayber yahudilerini cizyeden muaf tuttuğuna dair Hz. Ali’nin el yazısını ihtiva eden bir belgeye sahip olduklarını ileri sürdüler. İbnü’l-Müslime Hatîb’den bu belge hakkındaki kanaatini sordu. O da belgeyi inceledikten sonra Hayber’in 7. yılda (628) fethedildiğini, bu belgede şahit olarak zikredilen Muâviye’nin Mekke fethinde (630) müslüman olduğunu, diğer şahit Sa‘d b. Muâz’ın ise Benî Kurayza seferinde (627) şehid düştüğünü belirterek belgenin sahte olduğunu ispatladı. Bunun üzerine vezir, Hatîb’i hadis konusunda tek otorite kabul ederek bütün hatip ve vâizlere onun onaylamadığı hadisleri halka bildirmemelerini emretti. En büyük arzusu el-Câmiu’l-Mansûrî’de hadis okutmak olan Hatîb el-Bağdâdî, Halife Kāim-Biemrillâh’tan ders izni alabilmek için fırsat kollamaya başladı. Râvileri arasında halifenin de bulunduğu bir hadis cüzünü yanına alarak hilâfet makamına gitti ve kendisiyle görüşerek bu cüzü ona okumak ve rivayet izni almak istediğini söyledi. Halife ise onun kendisinden hadis dinlemeye ihtiyacı bulunmadığını bildiği için istediği iznin verilmesini emretti. Hatîb talebelerine burada hadis ve Nizâmiye Medresesi’nin yakınındaki evinde Târîḫu Baġdâd’ı rivayet etmeye, öte yandan pek çok hocadan okuyarak rivayet iznini aldığı kitapları okutmaya, ayrıca kaleme almayı tasarladığı kitapları yazmaya başladı. Eserlerinin birçoğunu bu dönemde meydana getirmiştir.
Vezir İbnü’l-Müslime, genişleyen Fâtımî hâkimiyetine engel olmak için halifeyi ikna ederek Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in hilâfet merkezine gelmesini ve halifeye destek olmasını sağlamıştı. Ancak Tuğrul Bey’in Bağdat’tan ayrılması üzerine Fâtımî Halifesi Müstansır-Billâh’ın taraftarı olan Türk kumandanı Besâsîrî, Fâtımî halifesinin teşvikiyle Bağdat’a girerek halifeyi makamından indirdi ve İbnü’l-Müslime’yi öldürdü (450/1059). Târîḫu Baġdâd’da bazı Hanbelîler aleyhinde yazdıkları dolayısıyla Hatîb’e kin duyan bu mezhebin bir kısım mensupları vezirin öldürülmesini fırsat bilerek onu rahatsız etmeye başladılar. Hayatını tehlikede gören Hatîb Safer 451’de (Nisan 1059) Dımaşk’a gitti. Muhammed b. Ahmed b. Muhammed el-Mâlikî el-Endelüsî, Hatîb’in Dımaşk’a giderken 476 kitabı yanında götürdüğünü söylemekte ve Tesmiyetü mâ verede bihi’l-Ḫaṭîbü Dımaşḳa adlı risâlesinde (Dârü’l-kütübi’z-Zâhiriyye, Mecmua, nr. 18/6) bunların adını vermektedir (bu kitapların bir listesi için bk. Mahmûd et-Tahhân, el-Ḥâfıẓ el-Ḫaṭîb el-Baġdâdî, s. 282-301). Hatîb Dımaşk’ta, Emeviyye Camii’nin doğu cephesindeki minarenin altında bulunan odada ikamet ederek eser yazmaya ve bu camide ders okutmaya başladı. Onun Dımaşk’ta Ahmed b. Hanbel’in Feżâʾilü’ṣ-ṣaḥâbe’si ile İbn Rezkūye’nin Feżâʾilü’l-ʿAbbâs’ını okutması, Şiî Fâtımîler’in idaresinde bulunan şehirdeki Râfizîler’i öfkelendirdi. Bunun üzerine Dımaşk valisi Hatîb’in öldürülmesini emretti. Sünnî olan ve bu sebeple Hatîb’e bir zarar gelmesini istemeyen emniyet müdürü (sâhibü’ş-şurta), onu yakalayıp götürürken valinin büyük değer verdiği şerif Ebü’l-Kāsım Ali b. İbrâhim b. Ebü’l-Cin el-Alevî’nin evinin önünden geçtikleri sırada ona bu eve sığınmasını tavsiye etti ve böylece Hatîb ölümden kurtuldu. Şerif Ebü’l-Kāsım, Hatîb’i kendisine teslim etmesini isteyen valiye bu âlimin öldürülmesinin bazı mahzurlarından bahsederek onu kararından vazgeçirdi ve Hatîb’in Sûr şehrine gitmesini sağladı (Safer 459 / Ocak 1067).
Hatîb’in aleyhtarları, yanına güzel bir çocuğun gelip gitmesi üzerine halkın dedikoduya başladığını, mutaassıp bir Râfizî olan Dımaşk valisinin bu durumu öğrenince onun öldürülmesini emrettiğini, Hatîb’in bu sebeple Dımaşk’ı terketmek zorunda kaldığını iddia etmişler, hatta onu içki içmekle bile suçlamışlardır (Yâkūt, Muʿcemü’l-üdebâʾ, IV, 29). Sûr’da İzzüddevle lakabıyla anılan bir zenginin Hatîb’in çalışmalarını desteklediği, onun da 462 (1070) yılına kadar bu şehirde kalarak elli kadar eser kaleme aldığı bilinmektedir. Bağdat’ta ölmeyi arzu eden Hatîb Şâban 462’de (Mayıs 1070) bu şehre dönmeye karar verdi; ticaretle meşgul olan arkadaşı ve talebesi muhaddis Abdülmuhsin eş-Şîhî onu Bağdat’a götürme görevini üstlendi. Hatîb, yolu üzerindeki Trablus ve Halep’te rivayette bulunarak dört ay sonra Bağdat’a ulaştı ve el-Câmiu’l-Mansûrî’de tekrar ders okutmaya başladı. 15 Ramazan 463’te (16 Haziran 1071) hastalandı. Dımaşk’tan büyük bir servetle dönen Hatîb, hiç evlenmediği ve bir mirasçısı da bulunmadığından halifeden izin alarak bütün servetini başta muhaddisler olmak üzere çeşitli kimselere ve yerlere dağıttı, kitaplarını da vakfetti. 7 Zilhicce 463 (5 Eylül 1071) tarihinde Bağdat’ta Nizâmiye Medresesi’nin yanındaki evinde vefat etti. Hadis okuttuğu el-Câmiu’l-Mansûrî’de cenaze namazını hocası muhaddis İbnü’l-Mühtedî-Billâh kıldırdı ve arzu ettiği üzere Bâbülharb’de Bişr el-Hâfî’nin kabrinin yanına defnedildi.