« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

11 Eyl

2023

Hayat Bilgisi

Ahmet Selim 01 Ocak 1970

Bir doğruyu anlatırken 40 tane yanlış yapmak müzmin alışkanlığımızdır.

14-15 yaşındaki insanlar çocukmuş. Ben böyle bilmiyorum, böyle hatırlamıyorum. bir zamanlar biz de 15 yaşındaydık efendim.

15 yaşında, yani lise i, lise ii öğrencisi… 1959 lisedeki ilk senenin, bitimi ise ikinci senenin başlangıcı… hangi çocuk? resimlerim var!

Sakal traşı oluyordum. Boyum 1.80’in, kilom 70’in üzerinde… günde 4-5 gazete okuyorum, birkaç dergiyi muntazaman alıyorum. 200-300 ciltlik bir kitaplığım var. siyasetle, felsefeyle, edebiyatla ilgileniyorum. harıl harıl batı klasiklerini okuyorum. peyami safa’nın, necip fazıl’ın, tiryakisiyim… abdurrahman şeref güzel yazıcı’nın derslerine gidiyorum. ismail hilmi soykut bey kompozisyonlarımı saklıyor, ileride adam olduğumda benimle gurur duyacak diye!.. bazı federe takımlarla yapılan özel maçlarda top oynuyorum… teyzemi köye götürüp, kendim yalnız dönüyorum. 20’li yaşlarda arkadaşlarım var… yeni melek sinemasından çıkmışım; üstümde takım elbise, kravat; cebimde gazete, elimde şemsiye, taksim’e doğru yürüyorum. otobüs durağında sessiz gemi’den söz ediliyor. meraklanıp “nedir?” diye sordum. yahya kemal ölmüş dediler, otobüs kuyruğundan çıktım ve taksim’den karagümrük’e kadar, hüzünler içinde yürüdüm o yağmurun altında… lise öğrencisiyken yazdığım makale zamanın yeni istanbul gazetesinde neşredilmişti ve tanzimat’ı anlatıyordu.

çocuk muydum ben şimdi?

beni, ailem çocuk gibi görmezdi; çevrem de görmezdi; öğretmenlerim de. çocuk gibi görmek, gelişimi engelleyen en mantıksız ve en nadan bir davranış olurdu. 40 yaşıma göre çocuk sayılırım, ama o başka bir şey. bazı sevinçlerimde heyecanlarımda kırılganlıklarda hâlâ çocukluktan gelen taraflarım da vardır. bu ayrı bir fasıl. fakat beni lise 1, 2 çağlarında gören biri, çocuk gibi görmezdi . özel olarak çocukluk yapmayı da asla sevmedim. büyümeye çalışırken isteyerek çocukluk yapılmaz; ona bağlı özellikler yeni güzellikler içinde kendi yerine tabii hâliyle zaten oturur.

* * *

kendi bütünlüğümüzün şuuru açısından ihmalen “bir tarafımızın çocuk kalması” denilen, aslında o yılların da içimizde yaşayan tesirlerinin varlığını hatırlatıcı olan tesbit, başka bir manayı işaret eder. çocuk kalmanın gelişmemişliğiyle karıştırılmamalı. karakterimizin bazı yapı taşlarını çocukken kazanmış olmamız bilinen bir gerçektir.

çocukluk, sadece biyolojiyle değil, kişilik dengesinin gelişimi seviyesiyle de ilgili bir kavramdır. bir lise öğrencisi; hâlâ çocuk gibiyse, siz onu zaten yetiştirememişsiniz demektir. liseliye çocuk muamelesi yapmak, çocukça bir davranıştır. yeri gelmişken belirtelim: ortaokul çağı, ilkokuldan ziyade lise çağına yakındır; ilkokul öğrencileriyle ortaokul öğrencilerinin değil, orta ile lise öğrencilerinin birlikte okumasıdır doğru olan. insanları hep çocuk gören bir eğitim anlayışı, yetiştirdik zannettiklerinizi bile çocukluğa mahkûm eden bir eğitim hatasının ürünüdür. yetişmekte olanları hep çocuk saymak, onlardaki biyolojik değişimin anlamını da muallakta bırakır ve çeşitli riskler karşısındaki eğitim yardımlarından yoksun kılar.

televizyonda görüyoruz. 65-70 yaşındaki insanlar 30-35 yaşındaki kadınlarla evlenmek istiyor, sahneye göbek atarak çıkıyor! asıl çocuk kalmışlık işte budur. unutmuş yahut bunamış değil; öğrenememiş, öğrendim zannettiklerini kişiliğine katamamış. medyatik görüntüler yanıltmasın, böyleleri çok azdır.

öyle insanlar var ki, onların hiç evlenmemesi gerekir. sorumluluk duygusu ve kişiliği gelişmemiş biri, hangi yaşta niçin evlenecek? nasıl anne baba olacak? evlilik sevgiyi öldürür diyen kocaman çocuklar, cinselliğin beyinle ruhla ilgisinden haberdar olmayan yaşlı başlı çocuklar; neler var, neler! çocukluk anlayışı yanlış olanın yetişkinlik anlayışında da arızalar olması kaçınılmazdır.

… bir noktaya daha değinmek istiyorum:

cinsel eğitim verilmez, alınır. “ne demek bu?” diyeceksiniz. şu demek: normal gelişmişlik eğitiminin çizgisinde yürüyen biri, dolaylı verilerden ve ‘akıl edip de alsın’ diye konulmuş dolaylı bilgilerden sezgilerine yönelik işaretlerden faydalanmayı bilir. cinsel eğitim, armut gibi verilmez; öyle verilirse, cıvıklığın ve yozlaşmanın kapılarını açar. çocukluktan gençliğe geçişin kişilik eğitimi, ailenin ve okulun birlikte vereceği bir feraset (sezgi) eğitimidir ve vermekten çok “almayı-algılamayı” önde tutan bir sunuş zarafetiyle ilgilidir.

her eğitimin matbu müfredatı olmaz. bunu bilmeyen de gerçek eğitimci olmaz. düşünce eğitimi, kişilik eğitimi, sevgi eğitimi ve cinsel eğitim böyledir.

* * *

meseleleri baştan kaybediyoruz. “eğitim de neymiş, öğretim olmalıdır sadece!” deyince kaybediyoruz. öyle bilgiler vardır ki onları eğitimsiz öğretemezsiniz; ezberletirsiniz ama öğretemezsiniz. doğru eğitim verirseniz, doğru bilgileri edinmenin yolunu da aydınlatmış olursunuz.

biz annemizden babamızdan, bize dayak atacaklar diye değil; onları üzeriz gücendiririz, mahcup ederiz diye korkardık. insan, sevdiğinden öyle korkar. karnedeki zayıf, bizi çok sarsmaz; ama bir disiplin cezası, bir “ihtar” notu, bizi perişan ederdi. bu bize bir ailevi tahkire muhatap olmak gibi gelirdi. çünkü bu ahlakla, ahlaki eğitimle ilgili bir durumdu. ödümüz patlardı disiplin kuruluna verilmekten. okuldaki en önemli otorite müeyyidesi buydu. tokattan dayaktan disiplin beklemek, akıl almaz bir ilkellik ve saçmalıktı bizim için. çünkü biz çocuk değildik, çocukluğu geride bırakmak için gelişmeye çalışan ve bu yolda önemli mesafeler aldığımıza inanan, aynı zamanda büyük idealleri olan gençlerdik. o idealleri bazen kendimize bile itiraftan çekinirdik. idealleri olanlar, o ideallerin heyecanını ve sorumluluğunu hissetmeye başlayanlar için çocuk yerine konulmak bir hakaret gibi gelirdi. bu idealler, sadece mesleki yahut siyasi değil, aynı zamanda ve belki de daha çok kültüreldi, aileviydi, maneviydi, insaniydi. ve tabii evlilik ile de ilgiliydi. evet herkes aynı durumda ve aynı seviyede değildi; ama tabii gelişme ve eğitim ekseni böyleydi. bir sınıfta hayta takımı üç beş kişiden ibaretti ve onların da tabii gelişme ekseninden tamamen kopuk olduğu söylenemezdi. çocuk değillerdi ama, çocukluk ediyorlardı bazı zamanlarda bazı davranışlarında. dönüş ve “asl’a erişim” kanalları yine de açıktı. arkadaşlarımız “biz daha çocuğuz” diye evlenmeyi düşünmüyor değillerdi, evlilik idealleriyle ilgili beklentileri ve arayışları olduğu için, öyle bir zuhurat da da henüz olmadığı için, erken evlenmeyi düşünmezlerdi. verilmesi gereken “duygu ve duruş” eğitimi de budur zaten. kendilerini çocuk gibi görürseniz, onları kendilerini ispat aykırılıklarına ve sapmalarına sevk etmiş olursunuz. çocuk olmadıklarını, evlilikle değil ama, çeşitli ihlallerde ispatlamaya itmiş olursunuz. bizdeki modern görüş bunu bile fark edemiyor… hayat bazen, çocuk yaştayken bile var olabilen büyük taraflarımızı da göreve çağırır. rahmetli babacığım derdi ki: “ben hiç çocuk olmadım. çocukluk hatıram hiç yok. 12 yaşındayken babamı kaybettik ve ben baba olup tarlaya koştum. hafız abdullah’ın oğludur diye beni ailemin temsilcisi olarak toplantılara davet ederlerdi. 18 yaşındayken buraya geldik. 2-3-5 yaşında kardeşlerim vardı, bir de yalnız annem. iki defa askerlik yaptım. önce ormanda çalıştık, sonra otelcilik, dükkancılık vs… roman gibi anlatırım, ama çocukluğum çocukluk hatıralarım, oyunlarım yok ki anlatayım.” gözleri nemlenirdi bunları söylerken. divan edebiyatı okurduk, lügata bakmadan önce ona sorardım, bilmediği kelimeye rastlamadım. “din bilgisi olan osmanlıca’yı bilir” derdi… onlar çocuk yaştayken de çocuk değillerdi, takdir öyle getirmişti. evlendikleri zaman annem 15 yaşındaymış. çocuk muymuş yani? insanlarımızı ve tarihsel toplum yapımızı ne kadar az tanıyorsunuz. ne kadar çok şeyi birbirine karıştırıyorsunuz. kırk tane diplomanız olsa, hayat bilgisiniz sıfır!(peyami safa’nın 15 yaşındayken ne iş yaptığını da bir boş zamanınızda öğrenseniz iyi olur)

ben ütopyamda ısrarlıyım: bir “hayat bilgisi ana bilim dalı” kürsüsüne ihtiyaç var. düşünce dersi oraya bağlı olarak ömür boyu okutulmalı.

Halim Kaya

16 Ara 2024

Mustafa Çolak’ı birkaç yıl önce Samsun Türk Ocağı’nda dinlemiştim. O zaman Enver Paşa ile İttihat ve Terakki hakkında benim tarafımdan dikkat çeken bilgiler vermiş, dolayısıyla dikkatimi çekmişti.

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

16 Ara 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

28 Eki 2024

M. Metin KAPLAN

12 Eyl 2024

Nurullah KAPLAN

12 Eyl 2024

Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 130,47 M - Bugn : 18077

ulkucudunya@ulkucudunya.com