« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

11 Eyl

2023

İbn-i Sina

980 - 1037 01 Ocak 1970

Doğuda “eş-Şeyh er-Reîs” veya “Hüccetu’l-Hakk”, Batı dünyasında Avicenna olarak bilinen ‘tabipler sultanı’ Ebu Ali el-Hüseyin b. Abdullah İbn-i Sînâ, hicri 370 miladi 980 yılında Sâmânîler döneminde Nuh b. Mansur’un saltanatı sırasında Buhara yakınlarındaki Afşana’da dünyaya gelmiştir. Filozofun doğduğu yere yakın olan tarihi Buhara şehri, o dönemde Horasan ve Semerkant’la birlikte İran’ın doğusunun büyük bir bölümünü de yönetimleri altında bulunduran, Sâmânîler’in başkenti ve entelektüel merkezi konumundaydı.[15] Filozofun hayatı hakkındaki bilgilerin çoğu, kendisiyle hicri 403 miladi 1012 yılında karşılaşan ve ölümüne kadar da onunla beraber kalan sadık öğrencisi Ebu Ubeyd el-Cüzcânî’nin verdiği bilgilere dayanmaktadır. İbn-i Sînâ’nın, el-Cüzcânî’ye yazdırdığı hayat hikâyesi, daha sonra gelen İbn Ebi Useybia (ö. 668/1270), İbnu’l-Kıftî (ö.1298) ve diğer tabakat müellifleri tarafından da nakledilerek günümüze kadar gelmiştir. İbn-i Sînâ’nın babası Abdullah, aslen Belh şehrinden olup Buhara’nın köylerinden Harmeysan’a yönetici olmuş, buraya yakın bir köy olan Afşana’da Sitare hanım ile evlenmiş, İbn-i Sînâ ve kendisinden beş yaş küçük kardeşi Mahmut da burada dünyaya gelmişlerdir. Filozofun ailesi daha sonra buradan ayrılarak tarihi Buhara şehrine yerleşmiştir. Bazı kaynaklarda çocuklarının eğitimine büyük önem veren İbn-i Sînâ’nın babasının bir İsmailî olduğu, İhvan-ı Safâ Risaleleri’ne ilgi duyduğu[17] ve evini de çevreden gelen bilginlerin buluştukları bir ilim merkezi gibi kullandığı belirtilmektedir.[18] Filozof hayat hikâyesini anlatırken babasının o dönemde Mısır’da bir devlet kuran Fatımilerin benimsediği İsmailî’ye mezhebine mensup olan Mısırlı daîlere icabet ettiğini, onlardan nefis ve akıl konularında bilgiler aldığını, kardeşinin de onların görüşlerine katıldığını, kendisini de onlara katılmaya çağırdıklarını ancak kendisinin onların bu çağrısına pek iltifat ve icabet etmediğini söylemiştir.[19]

Eğitim ve Öğretimi

Kaynakların belirttiğine göre on yaşında Kur’an’ı hıfzeden ve edebiyat öğrenmeye başlayan İbn-i Sînâ, daha sonra İsmail ez-Zahid’den fıkıh dersleri okumuştur. O dönemde Buhara’ya gelen ve felsefeci olarak bilinen Ebu Abdullah en-Natilî’nin gözetiminde mantık, matematik (Hint aritmetiği), felsefe ve astronomi öğrenmeye başlamıştır. Element’lerini ve İslam dünyasında Batlamyus olarak bilinen meşhur astronomi bilgini Ptolemy’nin astronomiye dâir eseri Almagest’’in, İbn-i Sînâ’nın aldığı derslerde gösterdiği üstün başarı, hocasını hayrete düşürmüş, filozof hocasının yetersiz kaldığı konuları kendi kendine okuyarak çözmeye çalışmış, çok kısa bir sürede mantığın incelikleri konusunda üstadını dahi geçmiştir. Hocasının Gürgenc’e gitmesinden sonra filozof, tabiî ve ilahi ilimleri kendi kendine öğrenmeye başlamıştır. Keskin bir zekâya sahip olan İbn-i Sînâ, kısa sürede bu ilimlerde de epeyce bir mesafe kat etmiştir. Kaynakların bildirdiğine göre on altı yaşındayken bir buçuk sene boyunca gece gündüz uyumayarak mantık, matematik ve fizik alanlarındaki bilgilerini derinleştirmeye ve pekiştirmeye çalışmış, ayrıca tıp alanında de eserler okumaya başlamış, keza fıkıhla da ilgisini kesmemeye çalışmıştır.[21] Bu zaman zarfında metafizik dışında zamanının bütün bilimlerine hâkim olmuştur. Kırk defa okuduğu ve hatta ezberlediği halde Aristo’nun Metafizik adlı eserini bir türlü anlayamamıştır. Bir gün ikindi vakti kitapçılar çarşısında gezerken bir satıcı kendisine metafizikle ilgili bir kitap satmak istemiş, ancak kendisi yararsız olacağı gerekçesiyle önce eseri almak istememiştir. Satıcı, kitap sahibinin şiddetle paraya ihtiyacı olduğunu belirterek eseri İbn-i Sînâ’ya oldukça ucuz bir fiyata, üç dirheme satmıştır. Fârâbî’nin yazdığı ‘Ağrazı Kitabı maba’de’t-tabiat’’ adlı bu eseri, İbn-i Sînâ için Aristo metafiziğini çözme konusunda bir dönüm noktası olmuştur. Adı geçen kitap sayesinde zihnindeki metafizik problemleri halleden İbn-i Sînâ sevincinden şükür namazı kılarak fakirlere bol miktarda sadaka dağıtmıştır. Felsefe ve özellikle de tıptaki şöhreti yavaş yavaş artmaya başlayan İbn-i Sînâ, Sâmânî hükümdarı Nuh b. Mansur’un tabiplerin çare bulamadığı bir hastalığa yakalanması neticesinde onu tedavi etmiş ve başarısı onun için ayrı bir fırsat olmuştur. Saraya çağrılan İbn-i Sînâ, İbn Ebî Useybia, Uyûnu’l-enba fi tabakâti’l-etıbbâ, s. 437; Beyhakî, Tarîhu hukemâi’l-İslâm , s. 53. İsmailîler üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Farhad Daftary, İbn-i Sînâ’nın hayatının Fatımi İsmailîliği’nin el-Mustansır dönemine rastladığını, o dönemdeki bu İsmailî hareketin etkinliğini Maveraünnehir bölgesinde de sürdürmek istediğini, Samanoğullarının hizmetinde yüksek bir görevli olan İbn-i Sînâ’nın babasının ve kardeşinin de onlardan sayıldığını ancak filozofun bu mezhebi kabul etmediğini belirtmektedir. Bu hareket Samanoğullarının yıkılmasından sonra Orta Asya’da daha da büyük bir başarı kazanmıştır. Sarayda hizmet verirken sultanın şahsi kütüphanesine girmek için izin alan filozof, değişik konulara dâir çok sayıda eserin yer aldığı bu zengin bilgi hazinesinden kimsenin ulaşamayacağı sayısız eseri inceleme ve okuma imkânına kavuşmuştur. Kütüphanede bulunan kitapları gece gündüz durmadan okuyan İbn-i Sînâ, uyku bastığı zaman uyarıcı içecekler kullanarak çalışmalarını sürdürmüş, kendi ifadesiyle günde iki saatten fazla uyumamıştır. eş-Şeyh er-Reîs’in çok yararlandığı bu zengin kütüphane ne yazık ki, daha sonra yanarak tamamen harap olmuştur. Kütüphanenin yanması, İbn-i Sînâ’nın hasımlarının, başkalarının ulaşmaması için filozofun kendisi tarafından yakıldığı şeklinde dedikodularına yol açmıştır. Nuh b. Mansur’un kütüphanesindeki eserleri adeta içercesine okuyan ve içine sindiren İbn-i Sînâ, öğrencisi el-Cüzcânî’ye göre on sekiz yaşından sonra artık bildiklerini derinleştirmenin dışında herhangi bir esere veya kaynağa ihtiyaç duymamıştır. Başka bir ifadeyle bu yaştan sonra filozof için artık öğrenecek yeni bir ilim kalmamıştır. Beyhaki’ye göre otuz, Kıftî’nin beyanına göre yirmi beş yıl İbn-i Sînâ’nın hizmetinde çalışan öğrencisi el-Cüzcânî, onun bu yaştan sonra ele aldığı kitapları inceleme tarzı ile ilgili olarak şunları söylemektedir: “Zor ve çetrefilli konularını bulup yazarının ne dediğine bakarak onun ilim ve anlayıştaki derecesini açığa çıkarma amacının dışında öğrenmek için artık yeni bir kitaba baktığını görmedim. Nuh b. Mansur’un ölümünden (387/997) sonra Mansur b. Nuh ve İsmail b. Nuh el-Muntasır zamanında da saraydaki görevini sürdürdüğü anlaşılan İbn-i Sînâ, bu dönemde yirmi bir yaşında Abul Hasan el-Aruzi’nin isteği üzerine ‘el-Mecmu’ adında bir eser yazmış, yine Ebu Bekr el-Baraki el-Harezmi’nin isteği üzerine yaklaşık yirmi ciltlik ‘el-Hasıl ve’l-mahsul adlı eseri, bir de ‘Kitabu’l-birr ve’l-ism’i kaleme almıştır.Yirmi iki yaşında babasını kaybeden (393/1003) İbn-i Sînâ, bundan sonra Buhara’yı terk etmek zorunda kalmıştır. Sebebi tam olarak bilinmemekle birlikte bu yer değişikliğinde Sâmânîlerin içinde bulunduğu zor şartların etkili olduğu da sanılmaktadır. Zaten devlet bu tarihten kısa bir süre sonra önemli sarsıntılar geçirmiş ve 396/1005 yılında da yıkılmıştır.

Seyahatleri, Aldığı İdari ve Siyasi Görevler

Bundan sonraki hayatında seyahatlerin önemli yer tuttuğu İbn-i Sînâ önce Harezmlilerin başkenti Curcaniye’ye gitmiş, özellikle vezir Ebul Hasan İbn Muhammed es-Süheylî’nin kişiliğinde büyük bir himaye görmüş ve Ali b. Memun Harezmşah’ın sarayında kendisine maaş bağlanmıştır. Bununla birlikte İbn-i Sînâ’nın pek hoşlanmadığı Gazneli Mahmud’un gücü Harezm sarayında da kendini hissettirmeye başlayınca, filozof buradan da kaçmak zorunda kalmıştır.[28] Rivayete göre Gazneli Mahmud, Emir Ali b. Me’mun’a bir mektup göndererek meclisindeki âlimleri kendi sarayına göndermesini istemiştir. Filozofla beraber bulunan İbn Irak, İbnu’l-Hammar ve Bîrûnî gibi âlimler bu daveti kabul ederken İbn-i Sînâ ve Ebu Sehl Mesihî gitmemeye karar vermişlerdir. Ancak orada kalmayı da tehlikeli bularak ayrılmak durumunda kalmışlardır. Gazneli Mahmud, İbn-i Sînâ’yı buldurmak için resmini yaptırıp çoğalttırarak çeşitli bölgelere göndermişse de sonuç elde edememiştir. İbn-i Sînâ onun tacizlerinden kurtulmak için batı İran’da olabildiğince uzak saraylara sığınmıştır. Bundan sonra şehir şehir dolaşmak durumunda kalan filozof, sırasıyla Nesa, Bâverd, Tus, Şikkân, Semikan ve Câcerm gibi beldeleri dolaşmıştır. 403/1012’de meşhur mutasavvıf ve şair Ebu Said-i Ebü’l-Hayr’ı (ö. 440/1049)[30] ziyaret ettikten sonra ünlü sanat babası Sultan Kâbus İbn Veşmgir’le buluşmak ümidiyle Cürcan’a gitmiştir. Ancak bu müstakbel himayecisi o gelmeden önce tutuklanıp bir kalede hapsedilmiş ve orada ölmüştür.[31] Sultan Kâbus’un hapiste ölmesinden sonra Duhistan’a geçmiş ve burada ağır bir hastalık geçirmiştir. Filozof, daha sonra Cürcan’a geri dönmüş ve sadık talebesi olan fakîh Ebu Ubeyd el-Cüzcânî kendisine burada katılmıştır. Cürcan’da felsefî ilimleri seven Ebu Muhammed eş-Şirazi, İbn-i Sînâ için bir ev satın almış ve kendisine bazı imkânlar sağlamıştır. İbn-i Sînâ burada el-Muhtasaru’l-evsat, el-Mebde ve’l-meâd, el-Ersâdu’l-külliye, el-Kanun’un mukaddimesi, el-Muhtasaru’l-Macist ve kaynaklarda adları belirtilmeyen çok sayıda küçük risalesini yazdırma imkânı bulmuştur. İbn-i Sînâ, daha sonra 405/1014 veya 406/1015 yılında Rey’e geçmiştir. O dönemde İran, Büveyhi hanedanının kontrolündeydi. İbn-i Ebu Said-i Ebü’l-Hayr (ö. 440/1049) tekke âdâbını tespit eden ve düzenlediği sema meclislerinde okuduğu âşıkâne rubâileriyle tanınan Horasanlı bir mutasavvıftır. Beyazıd-ı Bistami ve Hallac-ı Mansur tarzı bir tasavvuf anlayışına sahip olduğu söylenir. Sema meclislerindeki hali, Mevlana’nın haline benzetilen bu mutasavvıfın İbn-i Sînâ ile mektuplaştığı, hatta kendisi ile görüştüğü, başbaşa yaptıkları uzun bir görüşmeden sonra İbn-i Sînâ’nın “Benim bildiklerimi o görüyor”; Ebu Said’in de “Benim gördüklerimi o biliyor” dedikleri rivayet edilir. Bu rivayete dayanarak hakikate akılla da keşif yolu ile de ulaşılabileceği belirtilir. Sînâ, Rey’de Fahruddevle’nin sarayında bir süre kalmış, hükümdarın melankoliye/sevda yakalanan oğlu Mecduddevle’yi tedavi etmiştir. Bazı kaynaklara göre el-Mebde vel-meâd adlı eserini burada yazmıştır. Daha sonra bazı sebeplerle oradan Kazvin’e geçmek zorunda kalmıştır.[34] Bir süre sonra Hemedan’a geçen İbn-i Sînâ, orada kulunç hastalığına yakalanan Şemsuddevle’yi tedavi etmiş ve hükümdarın veziri olmuştur. Belirli bir müddet vezir olarak kaldıktan sonra, askeri bir isyanın patlak vermesi sonucu evi basılarak malı mülkü yağmalanmış ve askerler sultandan onu azlederek katletmesini istemişlerdir. Ancak Şemsuddevle buna razı olmamış ve İbn-i Sînâ kırk gün süreyle Şeyh Ebu Sa’d ed-Dahduk’un evinde gizlenmek zorunda kalmıştır.[35] Tekrar kulunç hastalığına yakalanan Şemsuddevle, İbn-i Sînâ tarafından ikinci kez tedavi edilince, azledildiği vezirlik görevine yeniden iade edilmiştir. El-Cüzcânî, bu dönemde devlet işleri dolayısıyla gündüz vakit bulamadıkları için İbn-i Sînâ’nın geceleyin, öğrencilerinden sırasıyla önce kendisine eş-Şifâ’yı (Tabiîyyat), Masumi’ye el-Kânun’u, İbn Zeyl’e el-İşarât’ı ve Behmenyar’a da el-Hâsıl ve’l-mahsul’u okuttuğunu belirtmektedir. Emir Bahauddevle’yle savaşmak için yola çıkan Şemsuddevle’nin, Tarım bölgesine varmadan yolda vefat etmesi (412/1021) üzerine yerine geçen oğlu Semauddevle, İbn-i Sînâ’dan vezirliğe devam etmesini istemişse de filozof bunu kabul etmemiştir.[37] Filozofun görevi reddetmesi bazı yankılara ve dedikodulara yol açarak Büveyhiler’le arasının açılmasına sebep olmuştur. İbn-i Sînâ, gizlice Kâkuyiler’in hükümdarı Alauddevle’ye mektup yazarak İsfahan’a gelmek istediğini iletmiştir. Bunu öğrenen ve uzun zamandan beri içten içe kendisine düşmanlık besleyen Tâculmülk, bazı kişilerin de aleyhinde bulunması üzerine filozofu dört ay süreyle zindana attırmıştır (414/1023). EşŞeyh er-Reis, Kitabu’l-hidâye, Kitabu’l-kulunç, Risaletu’t-tayr ve Hay b. Yakzan adlı eserlerini de bu dönemde yazmış, hapisten ancak bir Hemedan kuşatmasından yararlanarak kurtulabilmiştir. Dört ay sonra hapisten kurtulan İbn-i Sînâ, kendisini bırakmak istemeyen Tacülmülk’ün vaatlerine güvenmeyerek ilk fırsatta beraberinde kardeşi, öğrencisi el-Cüzcânî ve iki köleyle birlikte derviş kılığına girerek oradan kaçmıştır. Oldukça uzun ve bir o kadar da meşakkatli bir yolculuktan sonra İsfahan’a, Alauddevle’nin yanına ulaşmış ve orada büyük bir saygı ve itibar görmüştür. 414/1023’ten itibaren on beş yıl süreyle, bilimi ve bilim adamlarını seven Alauddevle’nin yanında geçmiştir. Filozofu yanından ayırmayan emir, savaşa giderken bile onu beraberinde götürmüştür. Eş-Şeyh er-Reîs, bu zaman zarfında da eş-Şifâ’nın eksik kısımlarını, en-Necât, Danişnâme-i Alai ve Kitabu’l-insâf adlı eserlerini tamamlamış; ayrıca matematik, astronomi ve musiki konularına dâir bazı eserlerini de geliştirmiştir. Emirin yanında son derece yoğun olan meşguliyetleri esnasında bile, bulduğu her fırsatı değerlendirmeye çalışmış ve hatta at sırtında yolculuk yaparken dahi öğrencilerine eser yazdırmaktan geri durmamıştır. Takvim hatalarından şikâyet eden emir, gerekli maddi katkıları sağlayarak ondan bir rasathane kurmasını istemiştir. Bunun için bazı girişimlerde bulunan İbn-i Sînâ, gerekli hazırlıkları yaparak sekiz yıl çalışmış, ancak seferler ve başka engellerin araya girmesi nedeniyle bu proje bir türlü hayata geçirilememiştir. İbn-i Sînâ hayatının en yoğun dönemlerinde bile ilmi çalışmalardan geri durmamıştır. Anlatıldığına göre bir gün Emir’in huzurunda otururken filozof ile büyük edip Ebu Mansur el-Cübbaî arasında lügat konusunda bir tartışma geçmiştir. Ebu Mansur, İbn-i Sînâ’nın iyi bir filozof ve tabip olduğunu, ancak yetkin bir dilci olmadığını söyleyince eş-Şeyh er-Reis, bunu gururuna yedirememiş ve büyük dilci el-Ezheri’nin (ö.370/980) Tezhibu’l-luğa’sını temin ederek üç yıl süreyle lügat çalışmıştır. Kısa zamanda lügat konusunda da yüksek bir seviyeye ulaşmıştır. Üslupları birbirinden farklı bazı şiirler yazmış, eseri başkaları aracılığı ile çölde bulduklarını söylemelerini isteyerek Ebu Mansur’a vermelerini ve görüşünü almalarını istemiştir. Ancak Ebu Mansur şiirlerdeki bazı konuları çözememiş ve İbn-i Sînâ onun çözemediği yerlerin kaynaklarını söyleyince, Ebu Mansur şiirleri filozofun yazdığını anlamış ve kendisinden özür dilemiştir. Bu dönemde dil konusuna da ağırlık veren İbn-i Sînâ, ayrıca Lisanu’l-Arab adlı bir de lügat yazmış, ancak çalışma bir türlü temize geçirilememiş ve müsvedde olarak kalmıştır. Seyyid Hüseyin Nasr, İbn-i Sînâ’nın ilk eserlerindeki Arapçasının düzensiz ve anlaşılmasının güç olduğunu, fakat İsfahan’da kaldığı uzun süre içinde bazı edebiyat uzmanlarının eleştirileri sonucu Arap edebiyatını derinliğine incelediğini ve böylece üslubunun berraklaşıp mükemmelleştiğini, bu dönemden sonra yazılan eserlerinde ve bilhassa el-İşarat ve’t Tenbihat adlı kitabında bu değişikliğin açıkça göründüğünü belirtmektedir.

VEFATI

İbn-i Sînâ’nın, İsfahan’da kaldığı süre boyunca yaşadığı bu on beş yıllık barış ve huzur dönemi nihayet bozulmuş ve Gazneli Mahmud’un oğlu Sultan Mesud şehri işgal etmiştir. İşgal sonrası verilen yağma emrinden eş-Şeyh er-Reis’in evi ve kütüphanesi de nasibini almıştır. Aralarında 28.000 sorunun cevabı ve filozofların eserlerinde karşılaşılan güçlüklere ilişkin İbn-i Sînâ’nın görüşlerini de kapsayan yirmi ciltten müteşekkil muazzam ansiklopedisi Kitabu’l-insaf ’ın da bulunduğu birçok eseri, işgal sonrası yağma sırasında kaybolmuştur.[43] Bu olay mütefekkirin büyük bir sarsıntı geçirmesine sebep olmuş ve devrinin yaygın hastalığı olan kulunca yakalanmıştır. Filozof, bir süre kendi kendini tedavi etmeye çalışmış ancak kısmen iyileştikten sonra Hemedan’a dönse de burada hastalığı tekrar nüksetmiştir. Kaynaklar filozofun mallarını çalan bazı hizmetçilerinin yakalanıp cezalandırılacakları korkusuyla tedavi esnasında ilaçlarına gizlice aşırı dozda afyon katarak ondan kurtulmaya çalıştıklarını da naklederler. Sağlığı giderek bozulan, tedavinin artık fayda vermediğini ve vefatının yaklaşmakta olduğunu hisseden İbn-i Sînâ, servetinin önemli bir kısmını yoksullara dağıtarak kölelerini azat etmiş, üç günde bir hatim indirmiş ve hicri 428/1037 Ramazan ayının Cuma günü elli sekiz yaşında vefat etmiştir. Cenazesi vefat ettiği Hemedan’da defnedilmiştir.[44] Aynı gün Nisabur’da Gazneli Sultan Mesud yerine Selçuklu hükümdarı Tuğrul Bey için hutbe okunmuştur.

Halim Kaya

16 Ara 2024

Mustafa Çolak’ı birkaç yıl önce Samsun Türk Ocağı’nda dinlemiştim. O zaman Enver Paşa ile İttihat ve Terakki hakkında benim tarafımdan dikkat çeken bilgiler vermiş, dolayısıyla dikkatimi çekmişti.

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

16 Ara 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

28 Eki 2024

M. Metin KAPLAN

12 Eyl 2024

Nurullah KAPLAN

12 Eyl 2024

Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 130,47 M - Bugn : 17254

ulkucudunya@ulkucudunya.com