44 OLAYLARININ DAVALARI VE FELSEFESI NEYDI?
Prof. Dr. Reha Oguz TÜRKKAN 01 Ocak 1970
Yıllardır her 3-10 Mayıs günleri geldiğinde 3 Mayıs 1944 tarihi ve olaylarını anar, yazar, konferanslar veririz. Ben bu konuda bir kitap da yazdım (Tabutluktan Gurbete, 3. Baskı 1988).(*)Ama bu sefer o yürüyüşlerin, tutuklanmaların ve işkencelerin daha çok fikir içeriği (muhtevası) üzerinde durmak istiyorum.44 Olaylarını anmanın adı, “Türkçülük Davâsı” olarak tanındı. Doğru da oldu.
Çünkü bu, iki bin yıl kadar gerilere uzanan Türk milliyetçiliğinin bir şahlanış anıydı.”Türklerin Milliyetçiliği” olduğu için de, eşanlamda olarak, “Türkçülük” deniyor. Ancak “Türkçülük” deyiminin, “Türk Milliyetçiliği” etiketinin altında biraz daha özel bir anlamı var: Türk Yurdu ve Türk Ocakları’nın Hüseyinzadelerin, Ömer Seyfettinlerin, Ziya Gökalpların ve Mehmet Emin Yurdakulların 1910’lu yıllarda başlattıkları ve “Turan”ı, “Bozkurt”u sembolleştirdikleri akımın belirleyici ismi. Ondan sonra da Atatürk’le, Nihâl Atsız’ın “Atsız” ve “Orhun”, benim de “Ergenekon”, “Bozkurt”, “Gökbörü” dergileriyle devam ettirdiğim, 1940’lı yıllarda yeni hamlelere sebep olan bir dâvâydı bu.Nasıl Türk Milliyetçiliği 2000 yıl boyunca, kâh tarihin akışları, kâh aydınlarının ve yöneticilerinin ihanetleri ya da hataları yüzünden zaman zaman sönmüş, hattâ unutulmuşsa, “Türkçülük” kolu da aynı akıbete uğramıştır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün BOZKURT'lu heykelleri, pulları, paraları ve öğrenci kasketleri dönemi onun ölümünden sonra ve İsmet İnönü’nün diktatörlük döneminin başlamasıyla âdeta “iptal” edilmiştir. 1930’larda Türk Ocaklarının ve Atsız’ın iki dergisinin kapatılmasıyla gene birkaç yıllık bir sessizlik hüküm sürmüş, 1938’de benim ve -o zaman liseli olan- arkadaşımla “Gizli Bozkurtçu Gürem (teşkilât)” adıyla bir araya gelmemiz sonucu, kapağında hep Bozkurt olan “Ergenekon” dergisi çıktı. 4. sayısında İnönü hükûmeti bunu kapattı (gerekçe: Faşizm tehlikesine işaret eden art arda yazılarım sebebiyle!). Bu sefer “Bozkurt” dergisini çıkarttık. 2 sayı sonra o da kapatıldı (sebep: “Köylü Efendimizdir” sloganının gerçeği ifade etmediğini anlatan yazımdan dolayı.)
O günlerde, Türkiye dışındaki Türklerin dâvâsı konusundaki yayınlarımız sebebiyle, İnönü’nün o anki politikası icabı, üstümüze gidilmiyor, başka mazeretlerden mahkemeye veriliyorduk. Fikriyatına girmeden önce olayların seyrine bakalım.1940’lı Yıllar Aleyhimizdeki dâvâ 1 yıl sürdü, o arada “Kitap Sevenler Kurumu”nu kurup Ziya Gökalp’ın eski harflerle basılıp yeni harflerde yayınlanmayan “Türkçülüğün Esasları”nı ilk defa unutulmaktan-birkaç Türkçü kitapla birlikte- kurtardık (1939) ve “Türkçülüğe Giriş” (1940) kitabımı da o sırada yayınladım. Üç ay geçmeden Kitap Sevenler Kurumu kapatıldı (radyoda, “Halkevlerine iltihak etti” diye yalan uyduruldu!), “Türkçülüğe Giriş” de toplatıldı (Allahtan çoğu satılmış bitmişti bile!).Dâvâ beraatle sonuçlanınca Bozkurt’u tekrar yayımlamaya başladık. Bu sefer Atsız da bize yazı veriyordu. Yıllar boyu dergimiz kapatıldı, açıldı.
Temmuz 1941 tarihinde kapakta, Orta Asya’da ve Kafkasya’da yaşayan bütün Türklerin haritasını yayınladık diye kapatıldı. Bu sefer de; “Bozkurt” demek olan “Gök-Börü” adlı bir dergi çıkardım. Ayrıca da Komünist tehlikesini inceleyen ve duyuran iki kitapçık yayınladım: “Solcular ve Kızıllar” ve “Kızıl Faaliyet”. Atsız’ın “Orhun”u, Dr. Rıza Nur’un “Tanrıdağ”ı, Dr. Tevetoğlu’nun “Kopuz”u, Orhan Seyfi Orhon’un “Çınaraltı” gibi dergileri de Türkçü yayınlarıyla mücadeleye katılıyorlardı.
Devrin Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’in komünistleri himaye edişini, okullara ve üniversitelere sokuşunu, kitap ve dergilerini yurt sathında kütüphanelere -Kızılordu’nun Avrupa’ya ve sınırlarımıza doğru yaklaşmasıyla âdeta ayarlı gibi- yayışını ağır şekilde eleştiriyordum. Atsız da dergilerinde, Türkçü geçinen başbakan Saraçoğlu’na hitaben yazdığı iki “Açık Mektup”la aynı tenkidi yapıyordu.Sonuç artık malûm: Atsız’ı Ankara’da mahkemeye verdiler. Ankara sokaklarında benim de başlangıçta katıldığım nümayişler sürüp gitti. İnönü bunu “darbe girişimi” gibi gösterip yüzlerce genci tutuklattı, hırpalattı, bıraktırttı ve sonunda “azılı suçlular” diye nutuk attığı 23 Türkçüyü İstanbul Sıkı Yönetimine teslim etti. Bir buçuk yıl süren yargılama, işkenceler (tabutlukta ve mahzenlerde) ve karalamalar sonunda Askerî Yargıtayca hepimiz her iddiadan tam beraat ettik.
Yaralandık (sol gözüm kör oluyordu), işlerden atıldık, fakat Türkçülük meşalesi sönmedi, inişli çıkışlı yürüyüşünü sürdürdü bugüne kadar. İnşallah yarınlarda da.Bugün Türkçülüğün dâvâ olarak bayrağını taşıyan milyonlarca Türk var, dergi var, vakıf, ocak, dernek var. Hattâ gazete ve televizyon kanalı bile var. İlkelerini benimseyen partiler de mevcut.Türkçülüğün İdeolojisi, Doktrini, İlkeleriPeki, bu ilkeler, çok kısa da olsa, nedir?
1) Türk insanını ve toplumlarını her bakımdan tanımak, bilmek ve sevmek. Rumeli Türkünü, Anadolu Türkünü, Azerbaycan, Kırım, Kazan veya Türkmen, Çuvaş, Gagauz olsun, onları “Biz” duygusuyla kucaklamak.5 Âdetlerini, kültürlerini, geleneklerini, yurtlarını, geçmişlerini, dinlerini, bugünkü durumlarını, gelecekle ilgili emellerini ve ümitlerini öğrenmek için gayret göstermek ve bu özellikleri (tabiî zararlı tutumlar hariç) sevmek.
Bu “sevgi” ilkesi olmadan, sade bilmekle Türkçü olunmaz. Rus Şarkiyatçı Barthold da, eski komünistlerimizden Prof. Pertev Naili Boratav da Türk âdetlerini ve folklorunu belki hepimizden daha çok araştırmış ve öğrenmişlerdi. Ama sevememişlerdi.
2) Madalyonun öbür yüzü de mühim: Öfke. Türk’e zarar verenlere -ister bizden olsun, ister yabancı- tepki göstermek. Evet, icabında düşman olmak!
3) Türklüğün beraberliğini istemek, onun için, karınca kararınca, çalışmak. Türklerin birliği, Ebulfeyz Elçi Bey’le Türkmenbaşı’nın dile getirdikleri gibi, “Bir millet, iki (veya 5, 6, 7) devlet” olarak da bunu düşünebiliriz. Ya da, “Turancılık” dedikleri şekilde, “Bütün Türklerin tek bir devlet” olmasını isteyebiliriz. Bu birlik ülküsüne basamak basamak gitmeyi de tasarlayabiliriz: 1930’larda Hatay Cumhuriyeti Türkiye Cumhuriyeti’ne katıldıydı; yakında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti de Türkiye Cumhuriyeti’ne katılabilir; Azerbaycanlar (Kuzey ve Güney) Türkiye ile bir federasyon hâlinde birleşebilir; Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, aralarında bir konfederasyon bağıyla bağlanabilirler ve bütün Türkler, Arap Ligi veya Avrupa Birliği tarzında toplanabilirler.Adım Adım Birliğe Doğru
4) Ama bu adımların atılabilmesi için, bazı şartlar gerçekleşmeli: Ortaklıklar: Önce ortak Türkçe, sonra ortak alfabe, sonra ortak pazar, ortak turizm, ortak ulaşım, ortak savunma paktı... vb. Arkası gelir.
5) Başka milletleri ve soyları aşağılamadan ve -bize zarar vermiyorlarsa- düşman görmeden, haklarını da yemeden, Türk olmakla iftihar etmeli çoğunluk olduğumuz toplumlarda “Türk damgasının” öne çıkmasını, yönetimlerde mümkün olduğunca Türk insanına hak tanınmasını istemeliyiz. Başka türlü nasıl “Türkçüyüm” diyebiliriz?
6) Türk toplumlarının kalkınması, zararlı gidişlerin (hele yolsuzlukların, ahlâksızlıkların) durdurulması ve düzeltilmesi için, gene karınca kararınca, çalışma ve katkıda bulunma ilkesi.
7) Çevrecilik ilkesi: Çevre, “Vatanımız” demek olduğuna göre, toprağımızı, suyumuzu, havamızı, hayvanlarımızı ve bitkilerimizi ve tabiî ecdat mirası eserleri de korumak her Türkçünün vazifesidir.
8) Dilimizi korumak: 20. yüzyılın başlarında nasıl Türkçüler Türkçeyi Arapçanın ve Farsçanın istilâsından kurtarmışlarsa, bugün de İngilizcenin saldırısından korumaları gerekir. Şüphesiz Türkçeleşmiş, fakat kökü yabancı kelimeleri atacak değiliz; bu, hem dilimizi fakirleştirir, hem de bir neslin öbür nesli anlayamamasına sebep olur.
9) Eğitim: Bir milletin kalkınması iyi eğitilmiş kuşaklarla mümkündür. Bugünkü eğitimle değil. En yeni metotlarla (“üretici/yaratıcı” düşünüş başta) ve tekniklerle (bilgisayardan “Sanal gerçek” yollarına kadar) kullanılmalı, yabancı diller iyi öğretilmeli (ama “Yabancı dille eğitim” yanlışına son vererek).
10) Çoğulcu (çoğunlukçuluğu da gözeterek) demokratik, dürüst ve iyi bir yönetim için Türkçüler öncülük yapmalı.
11) Yarınları iyi plânlamayı, alternatif stratejilerle uygulamaya geçip hazırlıklı olmayı Türkçüler bayrak yapmalı, “yumurta kapıya geldikten sonra davranma”nın, Türklüğü felâket uçurumlarına sürükleyeceğini bilmeli, öğretmeli.
12) Zararlı akımlara (faşizm, komünizm, “beynelmilelleşme” anlamında globalleşme ve uyuşturucu salgınına) karşı Türkçüler mücadele vermeli, Türkçülüğü dinci-lâikçi, alevî-sünnî ve etnik bölücülük gibi kutuplaşmalara itenlere karşı uyanık olmalı, krizlerde, anarşiye gidecek yollara sapmadan kararlı bir yön tutturmayı ilke yapmalı.İşte, bundan 60 yıl önce de bu ilkeler uğruna mücadele vermiş, eziyet çekmiş, fakat yılmamıştık.1944 olaylarını anarken, ne uğruna yapıldığını unutmama dileğimle, bugün hayatta olmayan Türkçüleri rahmetle yâd ediyorum.