Bonbon
Ahmet Rasim 18 Eylül 2007
"... Güvertedeyiz..
Dört, dört buçuk yaşlarında bir Ermeni bızdığı ama -Allah bağışlasın- pek güzel, pek şirin bir bızdık!..
Anasını görmeyin. Yas, pas içinde ince, uzun, zayıf, başında bir kucak astârımâtem, uçuşup duruyor. Yüzünde sık bir şebekei siyah, nezleden dolayı muttasıl kapanıp açılıyor. En son açışında gördüm. Çok ağlamış, uykusuzluklar geçirmiş olacak ki kara gözlerinin kenarları halkavari çürümüş. Burun bermutad kartal. Dudaklar anında pay veren biçiminde, etleri çekişmiş de uzamış gibi görünen beyaz dişlerini örtüyor. Gerdan, bedenden daha etsiz ve yağsız.. Göğüs dar, fakat endam zarif. Bacak bacak üstüne atmış, küçük. Bir ara eldivenini çıkardı da ellerini gördüm, çirkin, fakat usta. Büyük değil, ince, uzun. Mai damarlarla yol yol, sağ baş parmağiyle yanındaki az nasırlı makas, iğne ile çok oynar olduğu âşikâr, belli, ağırbaşlı, ev kadını. Koca samur bir manşon, tertemiz gümüş bir kese kolunda. Kız evlât isteyenleri ihtar eden tarzda oğlunun, o dört, dört buçuk yaşındaki güzel minimininin saçlarını bırakmış, büklüm büklüm kıvırmış, muttasıl anınla uğraşıyor. Minimini, lâpiska saçlı, beyaz tenli, kadının vaktiyle kuvvei hayatiye namına nesi varsa cümlesini emmiş, sömürmüş olacak ki yanakları pençe pençe al, gözleri berrak, iri siyah, parlak, seri nazarlı, ufak, kırkırdak kulak, hurma burun, kiraz dudak, inci diş, kaymak gerdan, fakat yaramaz mı yaramaz, durmak, oturmak bilmiyor. Obur mu obur! Tevekkeli balık etinde değil!.. Güvertedeki iki kanape arasında mekik işliyor zannedilir. Bereket versin ki anası, bacaklariyle köprü yapmış, geçemiyor. Geçse... Ah!.. Bir geçse!..
Başında alacalı, yumuşak -kendi tabiri ile veçhile- bir şapo!.. Boynunda kıvırcık beyaz tüylü bir atkı, sırtında krem renginde parlak bir manto, bacak köprü ile küpeşte arasında dört dönüyor. Dakika başında:
- Maman!
- Hamme yavrum!
- Bonbon!
- Çika (yok) yavrum!
(Çika)'yı işitti mi tepiniyor, talebi arttırıyor, hattâ kameti de. Darp ve tehdide, mütemayil, anasına küçücük elleriyle vuruyor.
- Amote yavrum!
Ayıp bilecek yaşta değil ki. Yalnız hanenin biricik vesilei mahzuziyeti olduğunu çakmış, şımarmış, fakat güzelliği yaramazlığını da güzel gösteriyor.
- Maman!
- İnçe, yavrum!..
- Bonbon!
- Çika, yavrum!
Şapoyu çıkarıp atıyor. Lâpiska kâküller alnına, kulakları üstüne dökülüyor, lâtif, masum bir tablo vücuda geliyor. Etvârı ateşnâkinden anlaşılıyor, o günlerin, şu günlerin, gelecek günlerin Ahbar'ı, Hayrik'i, Filân, Falanyan'ı olacak. Baksanız a. Daha bu yaşta anasının kurduğu bacak köprüyü yıkmağa çalışıyor. Büyüdü mü, medet Allah!..
İşte dediğim çıktı. Yıkamadıysa da atlayayım diye ata biner gibi kadının dermansız bacaklarına bindi, bağırıyor, çağırıyor, bonbon istiyor!..
Vapur, Haydarpaşa koyunu dönüyordu. İskeleye geliyorum diye kuvvetli, alelâcaip bir düdük öttürdü. Bizdık bu sedayi velersandan fena halde korktu. Sevindi, annesine sarılmak istedi. Gözlerini havaya dikmiş, ellerini kaldırmış, ağız açık, bakınıp durdu. Elnihayet anasına sordu:
- Maman, bu ne?
- Canavar düdüğü!..
Beht-ü hayretle:
- Canavar nedir?
- Adam yer hayvan.
- Beni de yer mi?
- Böyle yaramazlık edersen elbette yer!
- Ben yaramaz mıyım?
- Bilmem ama öyle görünüyorsun.
- Ben de canavar olurum!
Kadın güldü. Kaşlarını kaldırarak, ellerini yanaklarını tutarak:
- Olursun ama ne yersin?
- Bonbon!
- Al sana bir tane!..