« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

08 Oca

2008

Bir Nev-York Rüyası

Oktay SİNANOĞLU 08 Ocak 2008

Bir yaz günü uyuya kalmışım.

Kendimi, rüyamda önceleri epey vakit geçirmiş olduğum Nev-York şehrinde buldum. Aradan uzun yıllar geçmiş, 2050'li yıllara gelmişiz. Broadway'den aşağıya yürüyüp meşhur Times meydanına vardım. Gözlerim aşina olduğum koskoca Amerikan sigarası, Amerikan arabası reklâmlarını arıyordu. Evet, gene o kocaman, dev bina büyüklüğünde reklâmlar vardı. Fakat hayret, gözlerime inanamayıp bir daha baktım. Bir ulu binanın tüm yüzünü kaplamış dev levhada, Türkçe olarak;

- Nefis Rize Çayı. İşte Hakiki Çay, yazıyor.

Yazının yanında lale biçimli, ince belli, cam bardakta tavşan kanı bir çay resmediliyordu. Sadece en dipte küçücük harflerle İngilizce olarak;

- Drink Real Tea, eklenmişti.

Caddede sağıma, soluma bakınarak biraz daha ilerledim. Dükkânların isimleri dikkatimi çekti. Rahat Shoes, Dilber Giyim Fashions, Sultan Ahmet Leather, World Gezim gibi yarısı Türkçe yarısı İngilizce isimler çoğunluktaydı. Bir de Türkçe, Merkez lafı, iyiden iyiye İngilizce Center sözcüğünün yerini almış görünüyordu. Büyük görkemli bir binanın üzerinde yanıp sönen ışıklarla Türkçe olarak, Alışveriş Merkezi yazılıydı. Car Merkezi, Flower Merkezi, Furniture Merkezi, Hair Merkezi... Merkezi de merkezi... Amerika'da her yanı bir merkez lafıdır kaplamış gidiyordu.

Az ötede bir gazete-dergi bayiine rastladım. Amerikan basın hayatında acaba nasıl değişmeler olmuş diye bir göz attım. Hatırladığım Amerikan dergileri yerine yepyenileri çıkmıştı. Kâğıtları daha parlak, renkleri daha canlı idiler; ama garip, galiba hepsi Türk dergileri idiler. Çünkü adları Güncel, Hareket, Vurgu, Hanım kız, Görüntü gibi Türkçe adlardı. Birkaç tanesini karıştırdım. Yoo, bunlar Amerikan, İngiliz dergileri idi. Ancak içlerinde kullanılan dil çok tuhaftı. Mesela, İngilizce güzelim Media lafı dururken pek sık Basın-Yayın sözü geçiyordu. Bir de Türkçe Seçenek lafına anlamlı anlamsız ne çok rastlanıyordu öyle. Pek açık seçik, keskin bir sözcük olmamakla beraber, İngilizce Alternative'e ne olmuş sanki?.. Anlaşılan Amerika'da Türkçe sözcükler kullanmak moda olmuş, diye düşündüm.

Acaba niye?.. Yoksa kullananlara Anglo-Sakson oldukları için bir aşağılık duygusu mu gelmişti? Nasıl olur? Daha yüzyıl önce büyük bir devlet olan Amerika'ya onun da kökeninde olan eski imparatorluk İngiltere'sine nasıl aşağılık duygusu gelebilirdi?.. Belli ki, bu Türkçe sözcüklerle bazı yazarlar kendilerine bir üstünlük havası vermeye çalışıyor, bazıları da pek iyi kavramadıkları konularda halklarının anlamadığı yabancı Türkçe sözcüklerin arkasına saklanıyorlardı.

Böyle düşüncelerle dolaşıp dururken yorulmuşum. Üstünde Jimmy's Kahvehanesi yazılı, şemsiyeli masaları sokağa taşmış sakin bir yer gördüm, gidip bir masaya oturdum. Gelen görevli Türk olduğumu öğrenince arsız arsız sırıttı. Bir iki kelime Türkçe bildiğini gösterme çabasına girişti. Kola yokmuş, ithal malı soğuk bir Susurluk marka ayran getirdi.

Ayranımı içip dinlenirken yandaki masalar dolmağa başladı. Pek yer kalmamıştı. Tam o sırada genççe, iyi giyinmiş, efendi görünüşlü, belli ki onurunu yitirmemiş biri masama yanaştı.

- Afedersiniz, yer kalmamış buraya oturabilir miyim? dedi.

- Hay hay, buyurun, dedim.

Oturdu. Kahvesi gelirken havadan sudan konuşmaya başladık. İrlanda asıllıymış. Anası babası, kendisi okul çağındayken Amerika'ya göç etmişler. Okuyup doktor olmuş. Bilimden, tıptan, sonrada edebiyattan epey sohbet ettik. En sevdiği yazar 1970'lerde güzel sahne oyunları yazmış olan İrlandalı Brian Friel'miş. O'nun Tercümeler adlı bir oyunundan bahsetti. İngilizlerin İrlanda'yı işgal ettiği zaman yaptıklarını temsil ediyormuş. Özellikle İrlandalıların kendi köklü, İngilizce'den çok daha eski, zengin dilleri Gaelik'i yok edip yerine İngilizce'yi koymakla İngilizlerin nasıl İrlanda'yı sonsuza dek boyundurukları altında tutmak istediklerini anlatıyormuş.

O ara lafa karıştım.

- Özür dilerim ama, bir şey soracağım. Buraların yabancısıyım, gelince dikkatimi çekti. Dükkan levhaları, dergi adları falan hep Türkçe olmuş; Amerikan dilinde birçok Türkçe sözcük kullanılıyor. Kırk yıl önce gene gelmiştim. O zaman hiç böyle bir şey yoktu. Bu nasıl oldu? Amerika'ya ne olmuş böyle? dedim.

Biraz durdu, yüzünü hüzünlü bir ifade kapladı.

- Ah sormayın,dedi. İrlanda'nın 150 yıl önce başına gelen şimdi de Amerika'nın başına gelmeye başladı. Şu farkla ki, bu sefer Türkler (Türk olduğumu fark etmemişti anlaşılan) aynı işi yaptırıyor. Biliyorsunuz 21. yüzyılın başlarında Bağımsız Türk Devletleri Topluluğu dünyada büyük bir iktisadi güç oluşturdular. Kendi zengin hammadde ve neft yağı kaynaklarına sahip çıktılar. Yetiştirdikleri çalışkan ve atılgan gençlik kendi dil, tarih ve derin Asya kültürüne sarılıp ondan aldıkları manevi güçle bilim ve teknikte de çok ileri gittiler. Çeşitli Asya, Orta-Doğu ve Güney Amerika ülkeleri ile sıkı sınaî, ticari ilişkiler, yeni gümrük birlikleri kurdular. Onlar zenginleştikçe Avrupa ve Amerika gerilemeye devam etti. Biliyorsunuz, zaten 20inci yüzyılın sonlarına doğru bu batı ülkeleri iyice bunalıma girmişti. Toplum hayatı ile ve iş ahlakları, insan ilişkileri kalmamıştı. Zaten hep başkalarının hammadde kaynakları ve tüketim pazarlarıyla ayakta duruyorlardı.

- Evet, dedim.

- Eğitim düzenleri ve gençlikleri de bozulmuştu.

Devam etti:

- Türk elleri zenginleştikçe, haysiyetlerine sahip çıktıkça dünyadaki itibarları arttı. Her ülkede bol bol Türk TV dizileri, Türk filmleri seyredilmeye, her yanda avaz avaz Türk müziği duyulmaya başlandı. Türkler batıdan öğrencilere burs vermeye, kendi evrenkentlerinde okutmaya başladılar. Bunu yaparken öğrencilerin Türkçe öğrenmesini şart koşuyorlardı...

- Evet" dedim.

- Daha önce Japonlarda böyle yapmıştı.

Yeni İrlandalı dostum (adı Collin'miş) önündeki Türk kahvesinden bir yudum içti. Bir süre sustuk.

- Buraya kadar iyi, dedi, Bundan sonrası acıklı. İrlanda'nın başına gelen bu sefer Amerika'nın başına gelmeye başladı...

- Nasıl olur?" dedim, Türkler Amerika'yı işgal etmedi ki...

- Aa!" dedi, işte onun için daha da tehlikelisi oldu.

Merakla yüzüne baktım. Görevliden bir su istedikten sonra anlatmaya devam etti:

- Türkler önce Amerika'da azınlık için bütün derslerin Türkçe olarak öğretildiği Türk okulları açtılar. Fakat az sonra, Amerikalı veliler de çocuklarını bu okullara göndermeye özendiler. Bu pahalı Türk okullarına gidenler, adeta ayrı bir kültüre sahip, kendilerini imtiyazlı gören bir sınıf oluşturdular. O arada dünyada Japonca, Çince, Türkçe gibi dillerin önemi gittikçe artmaktaydı. Alışılagelmiş Amerikan okullarında (lise olsun, evrenkent olsun) eğitim dili İngilizce olmaya devam ediyordu. Ama, bu yeni önemli yabancı diller de ayrıca yabancı dil derslerinde, özel yaz kurslarında pek ala yeterince öğretilebiliyordu. O günlerde eğitim düzeni başarılı olmaya başlamıştı. Gene de yabancı Türk okullarına rağbet artıyor, özenti körükleniyordu. Derken, tam kırk yıl önce en iyi bir özel Amerikan okuluna, mali durumu tam bozulmuşken, aniden 10-5 Türk, Kazak, Kırgız öğretmen geldi. Okulun o mali sıkıntısı arasında nasıl döviz bulduğunu bir iki kişiden başka kimse merak etmedi. Ertesi yıl okulun eğitim dili (tüm dersler)Türkçe'ye değiştirildi. O zaman için bu çok çarpıcı bir olaydı. İlk kez bir milli Amerikan okulu bir yabancı Türk misyoner okuluna benzetiliyordu.

Burada Collin'in sözünü kestim:

- Ne olacak? Amerikan çocukları böylece Türkçe'yi daha iyi öğrenmiş olur.

Collin öfkelendi:

- Öyle şey olur mu? Yabancı dil öğretmenin böyle bir yöntemi yoktur. Çocuk aynı anda zaten zor olan fiziği mi öğrensin, Türkçe'yi mi? İkisini de öğrenemez; sadece ezberci olur. Kendi dilinde düşünemeyen, her an dolaylı da olsa kendi dil ve kültürünün değersiz olduğu kendisine telkin edilen çocukta kimlik, benlik, haysiyet duyguları nasıl gelişebilir?..

- Doğru diyorsunuz" dedim, Zaten birkaç sömürge hariç böyle bir eğitim düzeni ya da yabancı dil öğretme yöntemi hiçbir aklı başında ülke yoktur. Ama, öyle birkaç acayip okuldan ne çıkar? Daha pek çok olağan Amerikan okulları var ya?

Collin;

- Ne kadar anlayışsız bu adam", der gibi bir havaya büründü. Bir nefes alıp açıklamaya çalıştı.

Anlaşılan bu konu İrlandalı geçmişiyle de bağlantılı olarak onu derinden tedirgin ediyordu:

- İş o kadarla kalmadı, dedi, Amerikan Eğitim Bakanlığı birkaç yıl içinde sessiz sedasız, eğitim dili Türkçe olan yüzlerce okul açtı. Arkasından da birkaç da böyle evrenkent. Türkler bu ayrıcalıklı evrenkentlere özellikle yardımlar yaptılar. Sonunda gerçek Amerikan okulları ikinci sınıf durumuna düştüler; bu sefer onlar da, bizim eğitim dilimiz de Türkçe olsun demeğe başladılar. İşin kötüsü bu haince "kültürel soykırım" oyunu Amerika'da oynanırken kimseden ses çıkmıyor, herkes Amerika'da başgösteren iç karışıklıklardan, kısa vadeli maddi çıkarlardan başka bir şey düşünemiyordu.

- Tabi" dedim, bu yabancı eğitim hastalığı hızla arttıkça Amerika'daki bilim, teknik, edebiyat seviyesi çok düşmüştür. En kötüsü de, kendine ve kendi toplumuna güveni olmayan, her şeyi Türklere yalvarmaktan bekleyen, temel soruları sormasını, çözüm getirmesini bilmeyen nesillerin yetiştirilmesi olmuştur. Değil mi?"

Collin, hüznü artarak (belli ki, ülkesine bağlı, yanılmamışım onurlu bir insandı) - Evet"dedi, Sonuç olarak, Amerika'nın yaratıcılığı, üreticiliği, tabii sonra da dünyadaki itibarı kalmadı. Yabancı, Türkçe eğitim dili okullardan yetişenler genellikle ya gezimcilik rehberi, ya Türk şirketlerine acente oldular. Ufak tefek işyerleri açanlar da başlıca marifetlerini gösterme iştiyakıyla, işyerlerine yarı Türkçe levhalar astılar.

- Yazık, dedim, Amerika bilime, tekniğe, tıbba büyük katkıları bulunmuş bir ülkeydi. Bu hallere mi düşecekti?..

Verdiği izahat için kendisine teşekkür ettim. Sonrada biraz olsun maneviyatını tazelemek için;

- Üzülmeyin, dedim, Sizin gibi bilinçli, ülkesinin, insanlarının geleceğini, haysiyetini düşünen fertleri oldukça, bir toplum yeniden yeşerir. Yılmayın, doğru bildiğiniz yolda devam edin.

Bana insancıl gözlerle baktı.

Vakit epey gecikmişti. Kalktım, el sıkışıp ayrıldık. Dışarı çıktığımda sokaklar işlerinden çıkanlarla iyice dolmuştu. Caddeler, kavşaklar beş dakikada ancak bir iki metre ilerleyebilen arabalar, simsiyah dumanlar çıkaran kırık dökük otobüslerle tıkanmıştı. Tozdan, dumandan göz gözü görmüyordu. Boğulacak gibi oluyor, pis havadan nefes alamıyordum. Hatırladığım eski Nev-York'ta kalabalık olur, ama bu derece düzensizlik olmazdı.

Aklıma yer altı treni geldi. Bu durumda ancak onunla bir yere gidebilirdim. Yedinci cadde ile otuz dördüncü sokaktaki girişimi aradım. Yoktu. Eskiden olduğu köşeye yeni bir araba parkı daha yapılmıştı. Köşede arabaların arkasında karşıya geçme fırsatı bekleyen bir genci gördüm. Bir evrenkent öğrencisine benziyordu. Kızgın bir hali vardı. Yanaşıp yeraltı trenini sordum.

- Ne treni be!.. dedi, Onlar tam kırk yıl önce sökülmüş, haberiniz yok mu?..

- Buralarda yoktum, diye mırıldandım.

- Yer altından rahatlıkla gelinir gidilirdi. Niye sökmüşler ki?

- Ne olacak, dedi, şu Türklerin danışmanları: Trenin modası geçti. Araba demokrasidir, deyip sökmüşler. Tabii kendi arabaları burada daha çok satılsın diye!.. Şimdi, işte gördüğünüz gibi, arabası olan da perişan, olmayan da...

Ve yanımdan bir hışımla uzaklaştı. Gördüklerim, işittiklerim beni iyiden iyiye şaşırtmış, bir hayli de üzmüştü. Kendi kendime "Allah Allah", dedim; "Bizim millet böyle fena değildi. Tarihi boyunca gittiği yerlerde insanlık öğretmiş, kimsenin diline, dinine, kültürüne dokunmamış, hep birbirinin gırtlağında olan değişik kavimler arasında bile barışı sağlamıştı. Acaba ne oldu? Törelerinde hangi etkilerle böyle köklü değişiklikler meydana geldi?.. diye düşünürken, çırpınarak ter içinde uyandım:

- Aa, iyi ki rüyaymış!"


Oktay Sinanoğlu kim midir?..

Bu sorunun cevabını vermek kolay; ancak, bu kimliği oluşturmak oldukça zor.

İşte bu çok zor olan kimliği oluşturmayı başaran değerli hocamız Oktay Sinanoğlu'nun hayatındaki kilometre taşları: (Sanıyoruz okumaktan yorgun düşeceksiniz... Ama, lütfen sonuna kadar okuyun)

1.- Değişik ülkelerde iki kez Nobel Ödülü'ne aday gösterilen Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, 1953 yılında, Ankara'da TED'in Yenişehir Lisesi'ni birincilikle bitirdi.

2.- Sonradan "kolej" olan lisenin eğitim dili o tarihte tamamen Türkçeydi; ancak, takviyeli yabancı dil dersleri vardı..

3.- TED tarafından Amerika'ya burslu olarak kimya mühendisliği için yollandı.

4.- 1956'da ABD Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley Kimya Mühendisliğini birincilikle bitirdi.

5.- 1957'de ABD'de M.I.T.'den birincilikle Yüksek Kimya Mühendisi oldu.

6.- "Alfred Sloan Ödülü"nü aldı.

7.- 1959'da Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley'de Kuramsal Kimya doktorasını yaptı; iki ödül kazandı.

8.- 1959-l960'da ABD Atom Enerjisi Merkezi''nde araştırmalar yaptı.

9.- 1961 'de hem Harvard hem de Amerika'nın en tanınmış üniversitesi olan Yale'de kendisinin yeni kuantum (nicem) kimyası ve fiziği üzerine teorileri hakkında üst düzey dersler verdi.

10.- 1962'de, Yale'de, 26 yaşında, Batının 300 yılda en genç profesörü oldu.

11.- ODTÜ Mütevelli Heyeti, kuramsal kimya bölümünü Türkiye'de de kuran Oktay Sinanoğlu'na mahsus olmak üzere, "Danışman Profesör" unvanını verdi.

12.- ODTÜ'de eğitimin Türkçe olması için uğraş verdi.

13.- 1964'de Yale'de "Moleküler Biyoloji" konusunda ikinci kürsüsüne atandı.

14.- 1973'de Almanya'nın en yüksek "Alexander von Humboldt Bilim Ödülü"nü -bursunu degil- kazanan ilk bilim adamı oldu.

15.- 1975'de Japonya'nın "Uluslararası Seçkin Bilimci Ödülü"nü kazandı.

16.- Türkiye Cumhuriyeti Devleti, çıkardığı özel bir kanunla, Oktay Sinanoğlu'na ilk ve tek "Türkiye Cumhuriyeti Profesörü Unvanı"nı verdi.

17.- 1976'da Türkiye Cumhuriyeti Özel Elçisi olarak Japonya'ya gönderildi; Türk-Japon Kültür, Eğitim ve Bilim İlişkileri'nin temelini attı.

18.- Amerika Bilim ve Sanat Akademisi'nin ilk ve tek Türk Üyesi oldu. Hindistan Devleti'nce davet edilerek Hindistan Cumhurbaşkanı ve Bakanlarla görüştürüldü.

19.- Meksika'da Üçüncü Dünya Ülkeleri'nin Bağımsızlığı için çalışmalar yürüttü.

20.- Ve Türkiye'de aşağıdaki ödüller kendisine verildi:

20.1.- TÜBİTAK Bilim Ödülünü,

20.2.- Sedat Simavi Ödülü,

20.3.- 1992'de "Bilgi çağı Ödülü,

20.4.- İLESAM Üstün Hizmet Ödülü

20.5.- Yılın Fikir Adamı Ödülü

20.6.- Yılın Bilim Adamı ödülü

21.- Ve ayrıca, Yıldız Teknik Üniversitesi, Kazakistan H. A. Yesevi Üniversitesi vb. gibi birçok kuruluşta profesörlük, mütevelli heyet üyeliği görevinde bulunan Oktay Sinanoğlu, Atatürk Kültür Kurumu asli üyesidir.



250 kadar uluslararası bilimsel yayını, bilimsel kuramları ve çeşitli dillere çevrilmiş kitapları olan hocamız Oktay Sinanoğlu, bizlere gördüğü bir rüyayı şöyle anlattı: (Bu yazı, yazarın "By By Türkçe" isimli kitabından aktarılmıştır)

Kaynak: www.dnm-ler.com

Ziyaret -> Toplam : 125,25 M - Bugn : 6600

ulkucudunya@ulkucudunya.com