Hangi Demokrasi?
HASAN ÜNAL 15 Mayıs 2007
ÖNCE AKP’nin kendine yonttuğu bir demokrasiden yana olduğunun altını çizelim. Çok kanallı tek sesliliğin hükümet gücü kullanılarak zorlandığı, en ufak bir eleştiride bulunan kanalların ve gazetelerin yayın hayatını zorlaştırıcı her türlü tedbirin alındığı bir rejimin adı demokrasi olamaz.
AKP, son dört buçuk yıldır demokrasiden neyi anladığını uygulamalarıyla ortaya koymuştur. Yakın tarihte belki de ilk defa yaygın medyanın bütün unsurları üzerinde bu derece muazzam bir baskı kurulmuş ve hepsi birden AKP’ye yağdanlık eder hale gelmiş veya getirilmişlerdir. Gerçi millî-gayri millî çizgisinde yaşanan derin kırılma dolayısıyla AKP’ye destek veren yaygın medya unsurlarının bir kısmı bunu kendi istekleriyle veya dış iltisaklar gereği de yapıyor olabilirler; ancak bu da gerçeği değiştirmez.
Çünkü kısmen veya tamamen muhalif yayınlar yapmak isteyen kanallara ne türlü baskı ve şantajların uygulandığını herkes biliyor. Öyle ki, bu baskılar İslamî gazete ve kanallarda da görülmüş ve birazcık millî çizgide duran hemen herkes oralardan da dışlanmışlardır. Bu dönemde bırakınız doğrudan AKP eleştirisi yapmayı, AKP’nin AB politikalarını dahi eleştirmek imkansız hale gelmiştir. Çok kanallı tek seslilik olarak ifade edilebilecek bu düzene demokrasi denemez. Bunun adı padişahlıktır. Dolayısıyla AKP’nin bu saatten sonra kalkıp da demokrasi mağduru oynamasına kimse inanmaz.
İnadın olduğu yerde mağduriyet olamaz
Bu söz hitabeti ve fikirleriyle millete malolmuş Agâh Oktay Güner Beyefendi’ye ait. Kanalb televizyonunda her Cumartesi 10.30-12.30 arasında yaptığım Cumartesi tartışmalarına konuk olan Sayın Güner inadın olduğu yerde mağduriyetten bahsedilemeyeceğini anlattı. Gerçekten de AKP’nin cumhurbaşkanlığı sürecini bir krize dönüştürmesini en güzel anlatan ifade bu olsa gerektir.
Önce 367’nin gerekli olmadığı yönünde atılan tafralar, sonra 367’yi elde edebilmek için açılan milletvekili borsaları... Anayasa Mahkemesi’nin 367 ile ilgili kararı üzerine yapılan şiddet çağrıştırıcı açıklamalar... Elinde türbanı üniversitelerde serbest bıraktıracak anayasa değişikliğine yeter parlamento çoğunluğu olduğu halde bir şey yapmadan bekleyip, sonra türban yasağını eleştirmek... AİHM’de türbanın Türkiye’deki demokrasi ve laik rejimi ortadan kaldırmak isteyen bir zihniyetin sembolü olduğunu belirten savunmaya onay verip, sanki hiç bir şey olmamış gibi içerde türban yasağından medet ummak... Bunların hiç birisinin demokrasi kültürüyle alakası yoktur.
Kaldı ki demokrasi uzlaşma rejiminin adıdır. AKP aylar öncesinden cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili olarak Anavatan ve/veya CHP ile görüşmeler yapabilirdi. CHP, dönem dönem bir uzlaşmanın gereği ve karşılığı olarak AKP milletvekillerinden birisinin cumhurbaşkanı seçilmesine destek verebileceğinin işaretlerini vermemiş miydi? O halde AKP’yi bu kadar nobran ve bu kadar kendini beğenmiş bir tavırla hareket etmeye iten neydi? Bunun bir tek adı vardır: kibir ve inat. Kibir ve inadın olduğu yerde de mağduriyetten bahsedilemez.
Millî - gayri millî
Son bir ayda yaşananlar ve yaklaşan seçim süreci Türkiye’deki esas saflaşmanın millî-gayri millî çizgisinde cereyan ettiğini bir kez daha gösterdi. Bugüne kadar sağda veya solda yer almış olan pek çok kişi tamamıyle gayri millî ve işbirlikçi politikaları savunuyor. Aynı durum islamî-muhafazakar gruplar ve cemaatler arasında da var. Millî Görüş gibi millî tavrı kararlılıkla sürdürenlerin yanında bününüyle dış güçlerin kontrolüne girmiş olan gruplar da var.
Hatta eskiden beri milliyetçi görüşleriyle tanınanlardan, artık Türk kavramıyla kavgalı olacak derecede gayri millî olmuş olanlara bile rastlanıyor. Laik hayat tarzını benimseyen yaygın medya mensupları da gayrî milli çizginin savunucuları olmalarından dolayı AKP’ye destek veriyorlar. Çünkü AKP, gayri millî ve işbirlikçi politikaların temsilcisi durumunda.
Dikkat edilirse, son haftalarda bir yandan tefeci bankalar, öte yandan da Barzani-Talabani ikilisine kadar uzanan geniş bir dış güçler topluluğu ‘aman AKP iktidardan inmesin’ veya ‘tekrar iktidara gelsin’ diye psikolojik harekât yapıyorlar. Amerikan yönetimi ya doğrudan bazı gazetecilere AKP’ye destek anlamına gelecek mesajlar yazdırıyor ya da Amerikan dergi ve gazeteleri vasıtasıyla aynı işi yapıyor. AB hâa keza... Kıbrıs Rum Dışişleri Bakanı ile Yunan meslektaşı bile ‘aman AKP iktidara geri gelsin’ diyen açıklamalar yapıyorlar.
Bütün bunlar millî-gayri millî kırılmasının gayet belirgin hale geldiğini gösteriyor. Tandoğan’dan İzmir’e büyük mitingler düzenleyen Türk halkının bu ayrışmanın farkında olması sevindirici. Ancak muhalefet partileri ne derece bunun farkındalar ve bu süreci ne kadar becerikli bir şekilde yönetebilecekler? O konu biraz belirsiz. Ancak belli olan bir şey varsa, o da halkın uyandığı gerçeğidir. Muhalefet partilerinin beceriksizlikleri sonucu AKP tekrar birinci parti olsa veya iktidara gelse bile, 2002-2007 arasındaki rahatlığı bir daha bulamayacaktır. Çünkü millet işe el koymuştur.