GENÇLİK VE AHLÂK / Hüseyin Nihal Atsız
01 Ocak 1970
Milletin temeli ahlaktır. Ordu, bilgi, teşkilat, gibi şeyler ahlaktan sonra gelir. Gerek Türk milleti olsun, gerek başka milletler olsun ahlakça yüksek oldukları zaman gelişip büyümüşler, ahlak sağlamlıkları bozulduğu zaman da çürüyüp dağılmışlardır. Roma, İran, Bizans, İspanya'daki Gotlar, Araplar hep ahlaklarının bozukluğu yüzünden battılar. Dünkü Fransa ahlak bozukluğu yüzünden devrildi. Türk tarihinde geçirilen sarsıntıların baş sebebi de ahlakın gevşemesidir. Her ne kadar bu gevşeme Türkümsüler, Dönmeler ve Devşirmeler yüzünden olmuşsa da yine aynı sebepler ve aynı neticeler apaçık görünmektedir.
Bir millette, bilhassa gençliğin ahlakı mühimdir. Çünkü milletin mukadderatı bahis mevzuu olan yerlerde, onlar iş görecekler, kan dökeceklerdir. Gençlik, kendini saran maddi ve manevi çevrede ahlak disiplini, ahlak örnekleri görürse, ahlaksızlığın daima ezileceğinden emin olursa o zaman kendisi de sağlam ahlaklı olarak yetişir. Fakat gençlik, kendisine sözle ahlaki telkin yapıldığı halde rüşvet, iltimas, dalkavukluk ve hokkabazlığın hâkim olduğunu görürse, işte, o zaman onda ahlaki buhran başlar, Gençler, bilhassa öğretmenlerini örnek diye almalıdırlar. Öğretmen gevşek veya ahlaksız oldu mu, gençte ilk aksülameller başlar ve bu aksülameller her şeyi inkâra kadar gider.
Öğretmen, ahlak bakımından mükemmel bir insan olmalıdır. Yani seçkin bir zümreden olmalıdır. Hâlbuki bizde herkes öğretmen olmuştur. Ne ilkokul öğretmenleri için ne de ortaokul ve lise öğretmenleri için bir karakter seçimi yapılmıyor. Yalnız icap ettiği zaman bir imtihan yapılıyor, bunda da çok defa haksızlık oluyor. Çünkü kim daha fazla tavsiye mektubu getirmişse imtihanı o kazanıyor, böylelikle öğretmen ordusu yetişiyor. Hâlbuki bu kâfi midir? Bu imtihanlar hakkı ile yapılsa bile bu kadarı yeter mi? Öğretmen olacak gençleri ırk, karakter, aile bakımlarından da gözden geçirmek gerekmez mi? Hatta öğretmen olacak bir gencin ırkı, bilgisinden daha önce gelmez mi? İşte, bu mühim iş tamamiyle ihmal olunmaktadır. Askeri okullara girecek talebelerin nasıl Türk ırkından olması şartsa öğretmenlerin de Türk ırkından olması öylece şart olmalıdır. Bundan başka ahlaki hususiyetleri nedir, bazı zayıf tarafları var mıdır, talebe nazarında gülünç bir tip midir, bütün bunlara da dikkat edilmelidir. Hâlbuki bunlara hiç dikkat olunmuyor ki, neticesinin de ne olduğu meydandadır.
Gençlik ahlaki bir muhit içinde yaşamalıdır dedim. Gençlik okulda, hayatta, sinemada, kitapta, plajda, sokakta, vapurda, tramvayda daima ahlakın hâkim olduğunu görmelidir. Gevşek bir öğretmen, kötü bir film, zararlı bir kitap, bir plaj kepazeliği, sinsi bir yazı bazen her hangi bir gencin bu cemiyet için kaybolmasına sebebiyet verebilir. Türk gençleri millete kötülük edenlerin tepelendiğini, büyüklere heykel dikildiğini görmelidir. Türk gençliği ata yadigârı olan sebillerde rakı satıldığını, sinemalarda şehvet uyandıran filmler gösterildiğini, sağlık koruma yeri olan plajlarda türlü kepazelikler yapıldığını görmemelidir. Mefahiri inkâr eden, yabancı ülkülerin propagandasını yapan, aileyi baltalayan yazı, roman, makale okumamalıdır. Yoksa yalnız telkin vermekle, öğüt vermekle iş bitmez.
Milli ahlakın mezbahası olan bar, meyhane, balo gibi şeyler Türkiye'de yasak edilmelidir. Medeniyet bunlar değildir. Bunlar medeniyetin kanalizasyonlarıdır. İstanbul'un seyyah şehri olmasını isteyenler bunun ahlakımızda açacağı yaraları düşünemiyorlar. Seyyah şehri demek, bir alay yabancı ve ahlaksız zenginin keyfini yapmak için açılmış sefahat yuvalan ile dolu şehir demektir. İstanbul'a para yemek, sefahat ve ahlaksızlık yapmak için bir sürü budala milyoner değil, eski tarih eserlerini görmek için ciddi ilim adamları gelmelidir. İstanbul seyyah şehri değil, tarih şehridir. Yabancı milyoner sefahat yaparken kaç tane Türk genci onları kıskanarak kendisini girdaba atacaktır, hiç düşünülüyor mu?
Sözün kısası: Kendimize dönelim. Ahlak, edebiyat, musiki, giyim, zevk, yemek, eğlence, hukuk, aile, adet, anane ve her şeyde milli olalım.
Milliyetçi dergiler çıktıktan sonra o paçavra gibi komünist şiirleri (!) ortalıktan kalktı. Bir de şu caz denilen zenci musikisi, balo denilen Avrupa rezaleti, bar denilen Amerika kepazeliği kalksa, hele şu tercüme kanunlar yerine milli örf ve ahlakımızdan alınmış kanunlar yapılsa, yani tam manasıyla milli olsak ne olur, biliyor musunuz?
Yine dünyanın birinci milleti oluruz.
Kızıl Elma, Nisan 1948