Hakikatin Yitirilişi
Anıl Kaan Uçar 01 Ocak 1970
Platon’un meşhur mağara alegorisini bilirsiniz. Mağaranın içinde zincirlenmiş insanlar, zaman zaman mağaranın dışından geçen insanların gölgelerinin mağara duvarına yansımalarını görür. Aralarından biri, bir gün zincirlerinden kurtularak mağaranın dışına çıkar ve hakikatle tanışır. Aslında dünya, mağaradan ve o mağaraya düşen gölgelerden ibaret değildir. Hakikat bambaşkadır.
Geri döndüğünde bu durumu mağaradaki diğer kişilere anlatır, ama kimse ona inanmaz. Bugün içinde bulunduğumuz dünyada da hakikati arayan, merak eden ve yeri geldiğinde de anlatanlara neredeyse kimse inanmıyor. İnanmıyor, çünkü dinlemiyor; dinleme edimi çoktan öldü.
Aslında her şey Aydınlanma’nın uğradığı kırılmayla başladı denilebilir. Aydınlanma Çağı, öznenin ergin olma ve ben buradayım demesinin önemli bir eşiğiydi. Aydınlanma sürecinde yaşanan felsefi ve bilimsel gelişmelerin neticesinde insan, hür ve yılmaz bir şekilde hikmet sahibi olma yolunda ilerleyecekti. Ancak ardı arkası gelmeyen endüstrileşme, bilimin eleştirel yönünü kendisine doğru bükerek onu eğdi. Dolayısıyla bilimsel mantık, ekseriyetle endüstrinin seri üretim ve pazarlama pratikleriyle uyumlu hale geldi.
Bu durum aydınlanma yolunda ilerleyecek olan özneyi; üretim bandındaki bir işçiye, çoktan seçmeli sınavlarla geçer not almak zorunda olan bir öğrenciye ve sürekli kâr elde etmek isteyen bir işverene dönüştürürken aileyi de ekonomik parametrelere kökten bağlı hale getirdi.
Tüm bu süreçte kaybeden yalnızca toplum olmadı, en nihai noktada öznenin hakiki olanın peşinde koşma arzusu da sekteye uğradı. Geçimini sürdürmek ve daha ileri noktada da popüler olmak ve zengin olmak gibi amaçlar, hakikati ve hakiki olana verilen değeri anlamsız ve oyalayıcı kıldı. İşte bu yazıda, anlamsız kılınan hakikatin aslında ne menem bir kavram olduğunun üzerinde durmak ve hatırlama pratiğimizin birazcık da olsa ciddi bir meseleye yöneltilmesi amaçlanmaktadır.
Hakikatten Kopuş
Öncelikle gerçek ile hakikatin birbirlerinden farklı kavramlar olduğunu bilmemiz gerekiyor. Gerçek daha çok “sana göre” ve “bana göre” gibi bakış açılarıyla birlikte algılanan bir duruma işaret ederken hakikat tüm bunların üzerinde yer alan nesnel bir doğruluğa karşılık gelmektedir. Platon’a göre sıradan bir bireyin hakikati kavraması çok mümkün değildir. Çünkü hakikatin algılanması için entelektüel bir uğraşa ihtiyaç vardır. Bu yüzden de aydınlanma süreci, başlı başına entelektüel uğraşı hayati kıldığı için önemliydi.
Endüstri devrimleri ve ardından yaşanan teknolojik gelişmeler, entelektüel uğraştan ziyade, para kazanmanın önem kazandığı ve tüketime dayalı bir kültürün oluştuğu toplumsal bir yaşam tarzı oluşturmuştur. Bugün gelinen noktada hakikat, artık aranmaz ve umursanmaz bir hâle gelmiştir. Özellikle sosyal medya platformları ekseninde emojilerle hislerimizi, sanal gerçeklik ve büyük veri teknolojileriyle de gerçekliği dönüştüren dijital kültür, son kertede bireyi hakikatten tamamen uzaklaştırmaktadır.
Sosyal medya platformları, yoğun bir devamlılıkla eğlenme edimini önemli hâle getirmektedir. Bu platformlarda etkileşime sokulan içerikler, bireyin boş zamanını oyalanma sürecine dönüştürmektedir. Anlık tepkiler vermemizi amaçlayan bu içerikler, bizlerin hakiki olay ve olgulardan uzaklaşmasına zemin hazırlayarak sakinleştirici ve yatıştırıcı bir misyon üstlenmektedir. Dolayısıyla, sosyal medya mecralarında yükselen eğlence anlayışı, bireyin kendini geliştirmesine ve entelektüel kapasitesini artırmasına engel olmaktadır.
Bu mecralarda en ciddi meseleler dahi basite indirgenerek ve karikatürize edilerek yeniden biçimlendirilmektedir. Özellikle caps, gif, edit video vb. içeriklerle önemli olan meselelere dair içerikler, gülünç hale getirilmektedir. Ciddi meselelerin son derece basit ve kısa içeriklerle anlamını kaybettiği, önemli toplumsal olay ve olguların etkisinin mizahi unsurlarla eksiltildiği, bilgi verme amacı taşıyan içeriklerin çok ön plana çıkamadığı bu ortamlarda özne, kendisini kayda değer bir hevesle oyalayabilmektedir (Uçar, 2023). Dolayısıyla sosyal medya, hakiki olanın çok da öneminin kalmadığı bir mecra olarak yoluna devam etmektedir.
Filmin geri sarılması pek mümkün görünmüyor. İşin kötü tarafı, hakikatle bağın kopması toplumsal şizofreniye de yol açabilir. Düşünsenize, sürekli bir enformasyon akışı mevcut, ama enformasyonun doğruluğunu sorgulayacak bir süreç işlemiyor. Üstelik, böyle bir sürecin işlememesine ek olarak, öznenin buna dair bir arayışı ya mevcut değil ya da bunun yöntemini entelektüel bir birikimi olmadığı için bilmiyor.
Gündemin sürekli akışkan bir hâl aldığı, devinimin oldukça yoğun ama samimiyetin de bir o kadar az olduğu bir etkileşim rüzgârına maruz kalan bir toplum, hakikatten habersiz olacağı gibi her zümrenin kendine ait bir gerçekliğe sahip çıktığı, onu bir şövalye gibi korumaya çalıştığı ve psikolojik linçlerin hüküm sürdüğü şizofrenik bir sarmala da sıkışıp kalabilir. Bu şizofrenik sıkışmışlık, toplumun entelektüel bireyleri tarafından ortaya koyulan realiteleri de büyük bir kahramanlıkla dışla(dı)yabilir. Şairin de dediği gibi:
“Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz (…)”
William Shakespeare, Sone 66.
https://daktilo1984.com/yazilar/hakikatin-yitirilisi/