Öğretide ve pratikte savaş…
Mensur Akgün 01 Ocak 1970
Öğretide savaşa ilişkin iki temel yaklaşım var. Biri savaşı siyasetin başka araçlarla devamı olarak görüyor, yani normal karşılıyor. Diğeri savaşların bir kıyım, insanlık trajedisi olarak addediyor, ne savaşı ne de savaşmayı kabul ediyor. Bu ekolü temsil edenlerin çoğunun gerekçesi inanca dayalı. Bazıları da ben yaparsam bana da yaparlar diye düşünüyor.
Ama aslında ikisi de savaşı önlemeye, çıkarsa da insani sonuçları açısından yönetmeye çalışıyor. İlk gruba girenlerin realist kanadının barış, daha doğrusu istikrar önerisi güç dengesi. Denge bozulursa, biri diğerinden daha güçlü olursa ya da olma yolunda ilerlerse savaş çıkar diyorlar. Onlara göre çare güçlünün daha güçlü olmasında, zayıfın da güçlünün iradesini kabul etmesinde.
Aralarında güçsüze şans tanıyanların sayısı da hiç az değil. Zaten jeopolitik önem gibi kavramlar da bu tanınan şansın bir göstergesi. Ayrıca gücün ne olduğu, neyi içerdiği konusundaki tartışma ve bazı savaşların sonuçları da işlerin her zaman Tukidides’in 2 bin 400 yıl önceki Peloponez Savaşları’ndan aktardığı anektoddaki gibi olmadığına işaret ediyor.
İlk grubun liberal kanadının iddiası savaşların demokrasiyle, ticaretle ve tabii ki hukuk, örgüt, işbirliğiyle ortadan kalkacağı yönünde. Marksistlerse kabaca devrim olmadan, daha doğrusu bu sömürü düzeni bitmeden savaşlar bitmez görüşünde. Bu konuda inşacıların, feministlerin, post-modernistlerin de söylediği çok şey var.
Ama hepsinin ortak noktası savaş çıkarsa yönetilmesinin, mümkün olan en insani şekilde yapılmasının, sivil halka zarar verilmemesinin, savaş esirlerine iyi muamele edilmesinin şart olduğu. Bu zaten hemen her inanç sistemi içinde kendine yer bulan köklü bir gelenek. Adına Adil Savaş Teorisi deniyor ve günümüzde en çok Michael Walzer adıyla birlikte anlıyor.
Bir savaşın adil olabilmesi için hem açılması hem de uygulanmasında bazı ilkelere dikkat edilmesi gerekir deniyor. Açılmadan önce dikkat edilmesi gereken başta son çare olmak üzere ilkeler Latince Jus Ad Bellum başlığı altında toplanırken, savaş sırasında yapılması gerekenlerse Jus in Bello altında toplanmış.
Son yıllarda savaşın adil olabilmesi için sonucuna da bakmak gerek dense de (Jus post Bellum) bugünkü savaşlar, özellikle de İsrail’in Hamas’ın 7 Ekim’de başlattığı saldırıya verdiği cevap düşünüldüğünde Jus in Bello’nun koşullarına ve onun pratikteki yansıması olan Cenevre Sözleşmeleri an itibarıyla hepsinden daha önemli.
Çünkü İsrail’in hem bu köklü geleneğe uymasının sağlanması, hem de verdiği tepkinin 4’üncü Cenevre Sözleşmesi hükümlerine göre savaş suçu oluşturacağının hatırlatılması gerekiyor. Gazze’deki sivil ölümlerin Colleteral Demage, yani istenmeden verilen tali zarar olarak anlatılabilmesi imkansız.
1949 tarihli sözleşmeye 1977’de yapılan ekle bu olanak onların da çok iyi bildiği gibi ellerinden alındı. Ayrıca öğretideki ve Cenevre Sözleşmesi’indeki orantısallık ilkesi bu savaşta şimdiden defalarca aşıldı. Evet, Amerika’nın dediği gibi İsrail’in kendini savunma hakkı var. Ancak bu hak sınırsız değil. Cenevre Sözleşmeleri ve ondan önce Lahey Sözleşmeleri (1899 ve 1907) ile sınırlı.
Savaşta kullanılabilecek silahların tipleri, cinsleri bile belli. Gaz, biyolojik silah ve daha pek çok kategori uygulanması zor olsa da müeyyideye tabi tutulmuş vaziyette. Kaldı ki savaşın insani hassasiyetler dikkate alınarak icra edilmesi gereği Yahudi inancında da, İsrail askerlerine dağıtılan el kitaplarında da mevcut.
Başka bir deyişle İsrail şu anda bile bile savaş suçu işliyor, kendi inancına, yasalarına, Cenevre Sözleşmesi’ne aykırı bir şekilde daracık bir sahil şeridine sıkıştırılmış, çoğu Hamas’ın ya da İslami Cihat’ın ne yaptığından habersiz insanın sularını, elektrikleri, yemeklerini kesip, tepelerine bombalar yağdırarak cezalandırıyor.
Netanyahu ve ulusal koalisyonu içindeki aşırı uçların niyeti belli ki Hamas’ın sivilleri hedef alan, dolayısı da savaş suçu ve insanlığa karşı suç oluşturan saldırısını siyasi fırsata çevirmek. Amerika’nın büyük ölçüde kayıtsız şartsız desteği, Avrupa’nın göz yummasıyla Gazze’yi Filistinsizleştirmeye, Filistin sorununu bu şekilde bitirmeye gayret ediyor.
Yakında Refah Sınır Kapısı istemeye istemeye de olsa Mısır tarafından açılır ve Sina’da yeni ve muhtemelen kalıcı bir mülteci kampı oluşursa hiç şaşırmam. Görünen o ki İsrail, Amerika tarafından uyarılmaz, Arap dünyası Amerika'ya ayıp olur kaygısıyla olan biten katliama seyirci kalmayı sürdürürse sorun bambaşka bir boyut kazanacak.
Fakat Marc Lynch’in iki gün önce Foreign Affairs’de yazdığı gibi bu sonuç ne İsrail ne de Amerika açısından hayırlara vesile olacak. Yaşanan ve bundan sonra yaşanacak insani trajediler bir yandan İsrail’i yalnızlaştırıp, çoklu cephede bir savaş vermeye, radikalleşecek mülteci kuşaklarıyla bundan sonraki on yıllar boyunca uğraşmaya mecbur bırakırken, Amerika güvenilirliğini daha da yitirecek. Bölgede Çin’e, Rusya’ya doğru bir eksen kayması yaşanacak.
New York Times dün Dışişleri Bakanları Blinken’in ülke ülke dolaşıp İsrail’i fazla eleştirmeyin diye uyardığını aktarıyor, farklı ülkelerin reaksiyonlarından örnekler veriyordu. Oysa onun İsrail’de kalması ve ülkesi adına Netanyahu’nun insani trajedilerden kaçınması, savaş suçu işlememesi, bölgeyi ateşe sürükleyecek maceralara kalkışmaması için uyarması gerekiyordu.
Ama ne yazık ki o sözünü dinletebileceği başkentlere gitmeyi tercih etti. Sadece dün Suudi Arabistan’da sivillerin hiç bir yerde zarar görmesini istemeyiz mealinde tonu ve etkisi düşük bir açıklama yaptı. İyi ki de Türkiye’ye gelmedi. Muhtemelen gelirse dron vurmanın ne anlama geldiğini anlatmanın, bir ülkenin teröre karşı verdiği mücadeleyi kayıtsız şartsız desteklerken diğerinin savaştığı terör örgütünü desteklemeyi açıklamanın zorluğunu dikkate aldı.
Diğer yandan o ve parçası olduğu yönetim ne yaparsa yapsın, bu savaş Filistinliler dışında kimin amacına hizmet için çıkartılmış olursa olsun, Türkiye’nin benimsediği politikadan, en iyi yapabileceği işten, arabuluculuktan, koalisyonlar oluşturup siyasi inisiyatifler geliştirmekten, insani yardım sağlamaktan vazgeçmemesi gerekiyor. Sorunun içine sürüklenerek Filistin’e, sorunun çözümüne bölgenin istikrara kavuşmasına yardımcı olamayız…