Sınır eğlenceleri
İskender Öksüz 01 Ocak 1970
Kokkus gidişattan memnun değildi. Hava sıcaktı ve Basra Körfezi’nde, al-Hasa limanı yakınındaki Ukair’de çatılmış İngiliz ordu çadırının içi az sonra daha da yapış yapış olacaktı. Mönüsünde soğuk içecekler vaat edilen öğle yemeği vakti yaklaşmaktaydı. Irak, Kuveyt ve Suudî Arabistan sınırlarını belirlemek üzere beş gündür devam eden fakat daldan dala atlayan tartışmaları sonlandırmak için Sir Percy Cox—Arap şivesiyle ‘Kokkus’- artık listeleri ortaya dökme zamanının geldiğine karar verdi.
1922 Kasım ayının sonlarıydı ve Orta Doğu haritası, bu açmazı sonlandırmaya kararlı bir orta yaşlı İngiliz Sömürge memuru tarafından yeniden çizilmek üzereydi. Yaveri Binbaşı Harold Dickson’a, ‘Aksi takdirde’ demişti, ‘bu hızda devam edersek, daha bir yıl hiç bir karara varılmaz.’
Cox’la birlikte masanın etrafında gelecekleri kararlaştırılan bölgelerin temsilcileri oturuyordu. Birinci Dünya Harbi’nde Türklere karşı İngiltere’ye büyük destek sağladığı için İngiltere’nin koruması altındaki İbn Suud, (yakında Suudî Arabistan olacak) Necd’in yöneticisiydi. Sabih Beg, daha önce Osmanlı Mezopotamya vilayeti olup şimdi İngiliz mandasındaki Irak’ın Kralı Faysal’ın temsilcisiydi. İngiliz korumasındaki Kuveyt’in hükümdarı Şeyh Ahmed Al Sabah’ın bulunmasına izin verilmemişti; onu Binbaşı J. C. More temsil ediyor ve onun adına gereken bütün konuşmaları yapıyordu. Suudiler de Iraklılar da abartılı taleplerde bulunuyordu.
Sabih Beg, Irak egemenliğinin Riyad Şehri’nin 12 mil güneyine kadar indiğini ve güney hududunun Kızıl Deniz’de Yanbu’dan Basra Körfezi’nde Katar’a çizilen bir hat olması gerektiğini söylüyordu. İbn Suud, krallığımın kuzey sınırının Fırat olması gerekir diye cevap veriyordu. Bundan sonra gelişen olayları, Arap işlerindeki bu şaşırtıcı anı zapta geçiren Dickson tespit etmişti.
İki tarafın da taviz vermeyeceğinden endişelenen ve sabrı tükenen Cox, kırmızı bir kalem ve Arabistan diye bilinen yerin boş bir haritasını çıkardı. Delegelere, “Beyler, işte sınırlarınız” dedi ve bugün Irak, Kuveyt ve Suudî Arabistan’ın sınırlarını teşkil eden birbiriyle açı yapan düz çizgileri çizdi. Kimse aldığından mutlu değildi: İbn Suud çöl mirasına ihanet edildiğini hissediyordu; Irak geçeceği yer iki Kuveyt adası, Varba ve Bubiyan’ın neredeyse tıkadığı Körfez’e daha rahat bir çıkış arzu ediyordu; Kuveyt iki potansiyel düşmanın arasında sandviçlenmişti.
Tercümanlığın hemen tamamını yürüten Dickson, ‘Necd Sultanı’nın yaramaz bir okul çocuğu gibi azarlanmasını, Sir Percy Cox’un, sınırların tipine ve genel çizgisine ben karar veririm diye ona çıkışmasını seyretmek şaşırtıcıydı.‘ diye yazıyordu. ‘İbn Suud neredeyse çözülüvermişti ve patolojik bir tavırla Sir Percy’e, “Sen benim babamsın, ağabeyimsin, beni sen yarattın, ben bir hiçken beni bu mevkie getirdin. Sir Percy emir verirse krallığımın yarısını; yok, yok tamamını teslim ederim” diye sayıp döküyordu.’
Kuveyt’in kâğıt üstündeki yöneticisi Şeyh Ahmed’e hüküm yazılı olarak tebliğ edildi ve haritayla birlikte akıl da verildi: ‘Bu üzücü günde kılıç kaleme galebe çalmıştır; eğer bu toprakları vermeseydiniz İbn Suud çok geçmeden bir kavga çıkarır ve daha da fazlasını silah zoruyla alırdı.’
Haritada kıpırdamadan duran çizgileri karşısında üç tarafın da kadir-i mutlak Kokkus’un empoze ettiği hudutları kabul etmekten başka çareleri yoktu. İmzalar atılıp ve herkes kendi yerine döndüğünden Irak’la Kuveyt arasındaki sınırı işaretleme görevi de Binbaşı More’a kalmıştı. Öyle de yaptı. Safvan Vahası’ndan bilinmeyen sayıda adım atarak çöle ilerledi ve kumların ortasına bir tahtaya yazdığı notayı dikti. Bu gayretleri şayanı takdirdi ama boşunaydı: Gelip geçen Bedevi kervanları Irak veya Kuveyt’ten hangisini tutuyorlarsa notanın dikildiği kazığı güneye veya kuzeye taşıyıp tekrar diktiler. More’un nota tahtasını aslında tam nereye diktiği hâlâ tartışma konusudur.
Batı’nın Irak’ın haritasını bir kez daha baştan çizmeye hazırlandığı bu günlerde Ukair’de geçen ve uzun süredir unutulan macera garip şekilde tanıdık geliyor. O gün, tıpkı bu günkü gibi, petrol Batı’nın Orta Doğu’daki çıkarlarını belirlemede büyük rol oynuyordu. O gün de, tıpkı bugünkü gibi bir süper güç, ilgili bölge insanlarını dinlemeksizin o coğrafyanın kaderiyle pervasızca oynamaktaydı. O gün de tıpkı bugünkü gibi, iktidar sahibi siyasî şahsiyetler kararları vermekte ve her biri Orta Doğu için neyin en iyisi olduğunu bildiklerini düşünmektedirler.
Ukair’den bir yıl önce, 1921 baharında bu zevatı, harp sonrası Orta Doğusu’nun sınırlarının çizilmesinin kararlaştırıldığı konferans sonrasında Kahire’de Mena Evi’nin önünde çekilmiş bir fotoğrafta görüyoruz. Ortada vaktinin çoğunu piramitler arasında resim yaparak geçiren İngiliz Koloniler Sekreteri Winston Churchill yer alıyor. Yanında duran özel danışmanı Albay T. E. Lawrence, üstüne pek oturmayan üç parçalı takım elbisesiyle bir harp kahramanından ziyade bir banka memuruna benziyor.
Orta Doğu işlerinin kudretli perde arkası danışmanı, sultanları ve şeyhleri pek seven fakat Araplar konusunda biraz mütereddit Cox da oradaydı. Bağdat’a İngiliz Yüksek Komiseri olarak tayininden sonra ilk tavsiyelerinden biri, Dicle üzerindeki Samara şehrinden çıkarılan tarihî eserlerin Iraklılar onlardan haberdar olmadan sağ salim British Museum’a nakledilmesiydi.
Eski İç İşleri Sekreteri Sir Herbert Samuel, yeni tesis edilen Filistin Mandası’nda “Siyonist Menfaatleri” temsil etmek üzere oradadır. Onun yanında diğerlerine uymayan bir kişi, hazır bulunanlar arasındaki tek kadın, bir Sloane Sokağı şapkacısına bu toplantı için yaptırdığı çiçekli şapkası ve modaya uygun tilki kürkü yakalığıyla Gertrude Bell durmaktadır.
Uzun boyu, sert hatlı, neredeyse güzel denebilecek yüzüyle gününün en tanınmış Arabistlerinden biriydi; cesur bir kâşif ve arkeolog olarak yasak çöl şehri Hail’e girmeyi başarmıştı. Arapların millet vasfını savunan biri var idiyse o Bell’di. Koloniler Ofisindeki amcalar, Irak çevresine bir çizgi çizip ona siyasî bir kimlik atfetmenin dört bin yıllık tarihle zıtlaşmak anlamına geleceğini söyleseler de Kral Faysal’ın ülkesi onun ısrarıyla vücut bulmuştu. Arabistan’ın bu ahir zaman lordları Kahire’deki mevcudiyetlerini bütünüyle, Orta Doğu’yu paylaşmak için 1916’da İngiltere ile Fransa arasında yapılan gizli bir harp zamanı anlaşmasına borçluydular.
Orta Doğu’ya sık sık seyahat etmiş bir İngiliz milletvekili, Sir Mark Sykes ile bir Fransız kolonizatör ailenin çocuğu Francois Georges Picot tarafından kaleme alınan anlaşma, her iki ülkenin sömürme ve nüfuz alanlarını tanımlıyordu: Suriye ve Lübnan Fransa’ya, Irak ve Trans-Ürdün İngiltere’ye düşüyordu. Aynı zamanda Siyonist liderlere de Yahudi anavatanına uygun bir bölge düşünülmüştü; bu, daha sonra Filistin olacaktı. Ahali %93 Arap olsa da…
Şık bir çözümdü ve bir süre işledi de. Irak’ta, Haşimî lider Faysal Kıral olarak yaratıldı[1]; fakat krallığının ilânından önce bunun halkın isteği gibi görünmesini sağlayacak önlemler alındı. Batısına kardeşi, Trans-Ürdün Emiri olarak yerleştirildi. Koloni Dairesi’nin ‘güvenilmez bir üçkâğıtçı’ diye nitelendirmesine rağmen Abdullah Ürdün Kralı oldu ve kendisine John Philby (casus Kim Philby’nin babası) ve Arap Lejyonunun İngiliz Komutanı Glubb Paşa gibi danışmanlar verildi.
Hulton Archive/Getty Images
Ürdün Nehri’nin öbür yakasındaki Manda Bölgesi Filistin, kısa bir süre sonra, İngiliz kuvvetlerinin imkânsız bir barışı sağlama çabalarına rağmen Yahudilerle Arapların savaş alanına dönüşecekti. Basra Körfezi’ndeki emirlikler de anlaşmaya dâhil edildi—İngiltere ile yapılan antlaşmada ‘koruma altında devletler’ statüsünü aldılar ki bu statü, on yıl sonra arazilerinde petrol bulununca pek işe yaradı.
Herkes sonuçtan memnundu; hiç olmazsa sonucu bir oldubitti diye kabullendiler. Tek memnun olmayan grup, sayıları günden güne artan pan-Arap milliyetçileri ve entellektüelleriydi ve Kahire ve Şam kahvehanelerindeki toplantıları gittikçe daha asabî bir görünüm arz ediyordu. Fakat bunlar, dışardan içeri bakan bir taife idiler. Ne Churchill’in Kahire toplantısına, ne de Kokkus’un kırmızı kalemini çektiği Ukair’deki haki renkli çadıra davet edilmişlerdi.
Trevor Royle “Glubb Paşa”nın yazarıdır.
[1] Bir kralın birisine şövalyelik, düklük v. s. vermesi merasiminde, kral, “seni dük yarattım” der. Burada Faysal, kral yaratılmaktadır! (İ. Ö.)