Bu çatışmaya taraf olmamak, tarafını belli etmektir...
Ebubekir Oy 15 Mayıs 2007
Bu savaş, dindar kesim ile Cumhuriyet mitinglerine katılanların savaşı değildir. Bu savaş, AKP ile CHP’nin oy savaşıdır. Ortam gerildikçe, oylar iki parti arasında dağılacak ve bizler bir dönem daha iki partili bir meclise sahip olacağız; planın bu olduğu herkesçe malum. Türkiye’nin menfaatlerini düşünen bilinçli bir seçmenin böyle ucuz numaralara kanmayıp, tercihini iki partinin savaşından yana değil, ülkemiz ve kendi menfaatlerinden yana kullanması gerekir.
Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı adayı olarak gösterilmesinin ardından Türkiye’de sıcak gelişmeler yaşandı ve sıcaklık artarak gelişmeler devam ediyor. 367 arayışları, itirazlar, yeni stratejiler, yeni açıklamalar, anayasa değişikliği derken adeta haber bombardımanına tutulduk. Öyle ki gündemi takip edebilmek için özel ve yoğun bir mesai harcamak gerekiyor. Sanırım gün boyu televizyon karşısında haber izleyen emekliler bile bu kadar gelişmeyi takip etmekte zorlanıyordur. Film jeneriği gibi hızla akan bu kadar haber ve gelişmeler arasında tek gerçek olan ise bu sürecin, sağlıklı düşünmemizi engellediğidir. Gündemin sıcaklığı nedeniyle olaylara soğukkanlı yaklaşılamıyor. Bırakın halkın kafasının karışıklığını, kimi yazar ve çizerlerin bile aklı karışmış durumda. Bugün ak dediklerine bir gün sonra kara diyebiliyor.
Yaşanan bu süreç, cumhurbaşkanlığı seçimi üzerinden bir kutuplaşmayı da beraberinde getirdi. Kutuplaşmayı körükleyen isim ise hiç kuşkusuz Deniz Baykal’dan başkası değil. Muhalif olmak Baykal ile özdeşleşmiş durumda. Zaten Baykal hiçbir zaman siyaset yapmadı, daima muhalefet yaptı. Öyle ki hasbelkader hükümette yer aldığı zaman bile halkın değerlerine muhalefet etmekten geri durmadı.
Deniz Baykal, ya her yaptığı hamlenin muhaliflerine yaradığını görmüyor ya da bunu gördüğü halde ülkede bir kutuplaşma olmasını, çatışma çıkmasını istiyor. Çünkü meclis de seçse, halk da seçse solun oyu belli olduğu için sol bir aday cumhurbaşkanı olamayacak. Ancak sağ kesimin oyu belli olduğu halde şunu da belirtmek gerekiyor ki hâlihazırdaki cumhurbaşkanımızın sol yanlısı olduğu herkesçe malum. Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecini yönetemeyen hükümetin karşımıza tekrar Abdullah Gül’le mi, yoksa şapkadan çıkaracakları başka bir adayla mı çıkacak bilemiyoruz.
Baykal’ın Anayasa Mahkemesi’nin istekleri dışında bir karar vermesi halinde bunun, ''Türkiye'yi çok tehlikeli bir çatışmaya sürükleyeceğini'' söylemesi sadece bir öngörü değildi. Bu sokağa verilmiş bir mesajdı. Son günlerde şahit olduklarım Baykal’ın mesajının gerekli yerlere ulaşmış olduğu yönünde. Üsküdar- Eminönü seferini yapan motorda iki bayanın örtülü bayanlara hakaret etmesi başlayan tartışmaya her ne kadar oradaki birçok kişi müdahil de olsa, hakaret eden bayanların gitmesi ile ağız dalaşı kısa sürmüş oldu. Tarafların bayan olması muhtemel bir tekmeli yumruklu kavganın önüne geçmiş oldu. Ancak bu olay istisna olarak görünse de sinirler gerilmiş durumda.
Ancak sinirler gerilmiş de olsa kimse bu gerginliğin tarafı değil. Çünkü bu savaş dindar kesim ile Cumhuriyet mitinglerine katılımcılarının savaşı değil. Bu savaş AKP ile CHP’nin oy savaşından başka bir şey değildir.
Ortam gerildikçe oylar iki parti arasında dağılacak ve bizler bir dönem daha iki partili bir meclise sahip olacağız, planın bu olduğu herkesçe malum. Türkiye’nin menfaatlerini düşünen bilinçli bir seçmenin böyle ucuz numaralara kanmayıp, tercihini iki partinin savaşından yana değil, ülkemiz ve kendi menfaatlerinden yana kullanmalıdır. AKP’nin biz gelmezsek Halk Partisi gelir söylemine karşılık Halk Partisi’nin birleşin yoksa dindarlar devleti ele geçiriyor söylemi hala kullanıyor oluşu, sürekli tekrarları dönen komedi dizileri gibi. Kimse bu komediye gülmemelidir bile.
Tekrar etmekte fayda var ki çatışma çıkması halinde bu işten hiçbir zaman çatışanlar kârlı çıkmamıştır.
Kârlı çıkanlar elbette ki çatışmayı çıkaran, körükleyenlerdir. Bunu, daha evvel yaşanan tecrübelerden, yazılanlardan, anlatılanlardan biliyoruz. Şimdi de medyada çıkan haberlere bakacak olursak mitingciler milletvekili olabilmek için kolları sıvamış durumda. Yani koparılan tüm yaygara kendi koltuklarını, makamlarını sağlaştırma operasyonundan başka bir şey değil.
Ne mevcut hükümet ne de ana muhalefet seçmenlerini yansıtmıyor. Gerilim politikası üzerinden halkı kendi etraflarında birlik olmaya çağırıyorlar. Bu birliktelik ise oy birlikteliğinden başka bir şey değil.
Örneğin AKP, yukarıda sözünü ettiğim hakarete maruz kalan çarşaflıları ne kadar temsil ediyor? Bu kamplaşmada taraf olanlar bu soruyu kendilerine sormalı. Zira bir kimse aileden görme dini değerleri yerine getirmeye çalışıyorsa bile dinci damgası yiyor.
Daha kötüsü AKP’li iseniz dinci damgası yiyorsunuz. Ancak burası işin başlangıcı. Çünkü insanlar dinci damgası yememek için kendilerinin ne kadar farklı olduklarını anlatıyorlar. Bu da demek oluyor ki, Müslümanlar bu süreçte AKP çatısı altında ortaya çekilmek isteniyor. Ilımlı İslam söylemi tam burada devreye giriyor. Önce çatışma ortamı oluşturulacak sonra İslam’ın ne kadar ılımlı olduğu anlatılacak. Yaşanan gelişmeleri ince ayrıntıları ile analiz etmeliyiz. Zira asıl büyük oyun ince ayrıntılardadır ve görünmezler.
Abdullah Gül sıcak cumhurbaşkanlığı tartışmaları yaşandığı günlerde TRT’de katıldığı bir programda Almanya’daki siyasi partilerden verdiği örneklerle, ülkemizdeki siyasi partileri sınıflandırdı. Konuşmasında kendilerinin muhafazakâr bir parti olduklarını söyleyerek sol, sağ, liberal, muhafazakâr ve yerli partilerin olduğunu belirtti.
Biliyoruz ki Abdullah Gül’ün sözünü ettiği parti türlerinin hepsi dış kaynaklı. Kendisi de zaten diğerlerinden ayrı olarak ülkemizde “yerli parti” olduğunu belirtiyor. Kendisini bu sınıflandırmalardan ayrı tutarak, yerli/milli bir parti olduğunu söyleyen tek bir parti var.
Yüzyıllardır kendi hallerine bırakıldıklarında huzur içinde yaşayan “yerli halk” ucuz siyasi söylemlere kanıp çatışmalara alet olmadan, Gül’ün sözünü ettiği yerli partiyi iktidara getirmeleridir.