ARİF NİHAT ASYA'NIN ŞİİRLERİNDE GELENEĞİN İZLERİ / Muhsin Macit
01 Ocak 1970
Arif Nihat, okuma-yazmayı eski kültürün elifbasıyla öğrendi. Hatta yüksek tahsilini tamamladığında (06.12.1927) bile henüz harf inkılabı yapılmamıştı. Aile çevresinde manzum söz söylemeye yatkın insanlar, özellikle “havas sahibi” dedesi Tevfik Hoca, Arif Nihat’ta şiir hevesinin doğmasında etkili olmuştur. Daha bebekken babasını kaybedişi ve annesinin onu bırakarak çok uzak diyarlara gidişi “öksüz diyarların öksüz” çocuğunun yüreğinde derin yaralar açmış, onda acısını manzum sözlerle bir parça dindirmek arzusunu doğurmuş olmalıdır. Ardından yatılı okullarda geçen tahsil hayatı, bilhassa Kastamonu Sultanisi’ndeyken adından ziyade “şair” diye seslenerek onu onurlandıran gönül erbabının ilgisi, zaten sanatkâr olarak
yaratılmış bir mizacın alevlenmesine yetmiştir. Sanatkâr olarak yaratılmış dememin sebebi şu: Arif Nihat Asya, şiirin dışındaki güzel sanatlarla da ilgilenmiş ve musiki zevki, resim merakı şiirlerine de yansımıştır.
Her şairin, şiire nasıl meylettiğine dair sorulara cevap olmak üzere uydurduğu bir masalı vardır. Hatta kendi uydurduğu masala inanmış gibi görünenler az değildir. Fakat Arif Nihat’ın hayat hikâyesi, her türlü uydurma masalı kendiliğinden gereksiz kılar. Daha çocukken kendisini bırakıp giden annesiyle 43 yaşındayken karşılaşan şairin söylediği şu rübai, sanatın kaynağında trajediyi görenler için başka bir şey aramaya, masal uydurmaya bilmem imkân ve ihtimâl verir mi?
Kıydın bana sen gönlücüğün istemeden;
“Öksüz kuzular anneye doysun” demeden...
Ey dopdolu sîne en susuz ânımda
Kestin beni, kestin beni, kestin memeden! (1)
Evet, Arif Nihat Asya doğuştan sanatkârdır. Onun sanatkâr mizacının en mükemmel bir şekilde yansıdığı alan ise şiir olmuştur. Çünkü o, Türk edebiyatının en velût şairlerinden biridir. Gündelik hayatın hemen her ânını şiirin imkânları içinde ifade etmiş, manzum ve mensur şiirleriyle çok yönlü bir sanatkâr olduğunu ortaya koymuştur. (2) Onun şiiri kadar beslendiği kaynaklar da çeşitlidir. Bu yazı çerçevesinde onun eski şiire yönelişinin sebepleri ve bu çerçevede eserlerine divan şiirinden yansıyan özellikler üzerinde durulacaktır.
a. Tarih Bilinci ve Mevlânâ Sevgisi
Arif Nihat’ın geleneğe yönelmesinde temel etken, tarih bilinci ve Mevlânâ sevgisidir. “Tarih şuuru, fertlerin tarih hakkındaki düşünceleridir. Ortak tarih şuurunun doğması sadece bugün mevcut olan şeylere meşruluk ve güç kazandırmakla kalmaz, yeniliklere temel bulmakta da faydalı olabilir. Bugün hayatımızda var olmayan bir şeyin kaynağı eski geçmişimizde bulunduğu veya gösterildiği takdirde o da bir çeşit meşruluk kazanır, yerli ve millî olur. Geçmişten kök bulmak, yeni hâle getirmekle aynı manâya gelir”. (3) T. S. Eliot'un da ifade ettiği gibi, "geleneğe sahip olmak için önce 'tarih şuuru' geliştirmeye ihtiyaç vardır". Ancak, "tarih şuuru sadece geçmişin geçmişliğini bilmek değil, fakat onun halde de var olduğunu anlamak demektir". (4)
Türk tarihinin görkemli devirleri, o devirlerdeki kahramanlar, sanatkârlar ve onların ortaya koyduğu her biri öbüründen güzel eserler, Arif Nihat Asya’nın şiirlerinin önemli temalarından olmuştur. Geçmişe özlem ve geleceğe dair ümitler onun şiirlerinde iç içedir. Bu kabul, divan şairlerine de muhabbetle bakmasını sağlamıştır. Fakat onu, divan şiirinin sıkı nizamı içerisinde eserini veren saray şairlerinden çok tasavvuf erbabına yakın buluruz.
Bilindiği üzere Mevlânâ Celâleddin Rûmî, 17 Aralık 1273 yılında öldüğünde ardında mistik tecrübesini ve tasavvuf anlayışını asırlarca bir çok teville birlikte yaşatacak önemli eserler bırakmıştır. Onun eserlerinin başında Mesnevî gelir. Mevlânâ’nın bu eserinden sonra mesnevi kavramı, bir nazım şeklinin adı olmaktan öte anlam ifade etmeğe başlamış ve âdeta onunla özdeşleşmiştir. Mesnevî, Türk kültür ve sanatını besleyen en önemli kaynaklarındandır. Şiirde, musikide ve diğer güzel sanatlarda asırlarca devam eden Mevlevîlik etkisi, Türk toplumundaki Mevlânâ sevgisi Arif Nihat Asya’yı da sarıp sarmalamıştır:
Rıhletinden sonra bir şey, ey velî
Kalmamış dünyâda mâfihâ diye...
...
Bendegânın, kuşların, sâkîlerin
Ağlarız çevrende “Mevlânâ!” diye.
Arif Nihat’ın hem serâzât mizacı hem de daha otuzlu yaşlarının başındayken Mevlevî dedesi, şair Ahmet Remzi Akyürek’le tanışması, hatta ona intisabı Mevlevî geleneğine yönelmesinde etkili olmuştur. Öyle ki mensur şiirlerini topladığı Ayetler ile onun ardından gelen Rübaiyyât-ı Arif ve Kubbe-i Hadra adlı manzum kitaplarında Mevlânâ muhabbeti zirveye çıkmıştır. Bununla birlikte onun Türk sufi geleneğine duyduğu ilgi Mevlânâ’yla sınırlı kalmamış, özellikle Yunus, onun eserlerinde tekrar dirilmiştir. Basamaklar adlı eserindeki şu şiir, Yunus hakkında yazılanların belki de en güzelidir:
Akıt nûr hâlinde ni‘metleri;
İçir “Hak” diyen kalbe himmetleri
Elinden dilinden kerâmetleri
Celî Yûnus’um!
Dilin vahye ilhâma uygun beyân..
Yakından, uzaktan duyar duymayan...
Ki şi‘rinde -yer yer- Muhammed ayân
Ve -yer yer- Alî, Yûnus’um!
Misâlince biz, gerçi, açtık cihâd
Yaman çıktı, lâkin inâd, i‘tiyâd...
“Yenildin mi sen, yoksa!” dersen, Nihâd,
“Belî Yûnus’um, der, Yûnus’um!” (5)
Arif Nihat’ın şiirlerinde belirginleşen tarih bilincinin ve ona eşlik eden tasavvuf zevk ve heyecanının onun eski şiire yönelmesinde etkili olduğunu yukarıda söylemiştik. Aslında o, geleneksel şiirin sırrını ve mucizesini daha çocukken sezmiş, ifadelerini dökeceği kalıp olarak biraz da devrinin telkiniyle bazen hece, çevresinden aldığı etkilerle bazen arûz, bazen de ses unsurunu asla ihmâl etmeyen serbest tarzın imkânlarından yararlanmaya başlamıştır.
b. Ölçü Fikri ve Arûz
Hece ve aruz onun şiirinde, biri diğerinin yerine göz dikmeden birlikte yol almıştır. Arûzla yazdığı Söylemek başlıklı şiirinde vezin konusundaki yaklaşımını da şöyle ifade eder:
“Birdir derim, nesir, hece, serbest vezin, arûz...”
Sen öyle söyle duygunu; ben böyle söylerim. (6)
Bu ölçü fikri, kafiye ve redifi de beraberinde getirmiştir. Yahyâ Kemâl’in ifade ettiği gibi "şiir muhakkak vezinle ve kafiyeyle gelir. Şiir musikînin hemşiresidir, âletsiz teganni edilmez". (7) Arif Nihat da manzum söz söylemek için gerekli ‘âlet’leri ustaca kullanarak şiirler söylemiştir.İlk şiirlerinden itibaren Türk şiir geleneğinin biçim özelliklerini; vezin, kafiye ve nazım şekillerini benimseyerek kullanmıştır.
Divan şiirinin, özellikle sesi, Arif Nihat’ı etkilemiştir. Bilindiği üzere divân şiirinin dayandığı müşterek zemine yönelik pek çok eleştirel tavır belirmiş olmasına ve hatta bu şiirin lügati kıyasıya eleştirilmiş olmasına rağmen sesi ve dolayısıyla âhengi konusunda her zaman olumlu düşünceler ortaya konulmuştur. Divân şairlerinin sıkı sıkıya bağlı oldukları estetik, istif ve dil disiplininin yarattığı çağrışım gücü, modern şair ve eleştirmenlerin de dikkatini çekmiştir. (8)
Divân şairleri ses düzenlemelerinde, ünlü ünsüz ilişkilerinden, değişik düzeylerdeki tekrarlardan, kafiye, redif ve vezin gibi ritmik unsurlardan, söz sanatlarından yararlandıkları gibi dilde oluşmuş ses değerlerinden de istifâde ederler. Kelimeyi yeniden biçimlendirirler. Fakat, "bir kelimenin musikîsi, bu kelimenin şiirde kendisinden önceki ve sonraki kelimelerin ve bütün diğer kelimelerin yarattığı musikîyle uyum içinde olmasıyla ölçülür". (9) Onun için bir şiirde bütün bu unsurlar kullanılırken ses düzenlemelerinin anlamdan soyutlanmamış olması gerekir. Bu terkibi izah etmek zordur. İşte bu yüzden Suut Kemal Yetkin, şu ifadelerinde haklıdır: "Kelimelerin âhengi, hecelerin ritmi, bu âhenk ve ritmin uyandırdığı hayâller, bu hayâllere takılan belirsiz hasret ve ümitler...Bütün bunlar hiçbir kaidenin tayin edemediği nispetler içinde birleşerek, şekilden ve şeklin manâ ile münasebetinden gelen musikînin yardımıyla derin bir telkin kudreti kazanıyorlar, âdeta insanın insana ifşâ ederek, yıllarca özlediğimiz bir âşinaya kavuşmaktan doğan zevki bize tattırıyorlar". (10) Ahmet Hamdi Tanpınar da “şiiri şiir yapan havayı kaldırınız, elinizde lügate iadesini bekleyen bir yığın kelime ile birkaç hayâl kırıntısı kalır” diyerek şiirde anlamla bütünleşen sesin önemini vurgular. (11)
Türk şiirine bakıldığında âhenk unsurlarının her devirde kullanıldığı, ancak kullanım oranının devirden devire yahut muhitten muhite değişkenlik gösterdiği görülür. Hecelerin belli sayıda öbekleşmeleriyle, vurgulu ve vurgusuz, uzun ya da kısa hecelerin düzenli dizilişiyle şiirde ritim sağlanır. Şiir, ritim üzerine kurulmuş bir ifadeler bütünü, sözel bir düzendir. Aslında ritim bütün güzel sanatların temelini, özünü meydana getirir. Çünkü ritmin olmadığı yerde, birlikten yoksunluk, düzensizlik ve hareketsizlik vardır. "Şiirde musikî yaratabilmek için bir şairin en çok sahip olması gereken şeyler, ritim anlayışı ve bu ritmik yapıyı şiirle kaynaştırabilme gücüdür" diyen T. S. Eliot şöyle devam eder: "Bir şiir veya bir şiirin bir parçası önce ritmik bir yapı olarak gerçekleşir, sonra bu ritmik yapı, kelimelerde ifade bulur ve fikir ve imajları da doğurur". (12)
Arif Nihat Asya, Türk şiir geleneğindeki ritim anlayışını devralarak halk ve divan şiirindeki ses unsurunu şiirlerinde başarıyla kullanmıştır. Ses ve söz tekrarlarından yararlandığı gibi, eski şiirin veznini de başarılı biçimde Türkiye Türkçesine uygulamıştır. “Derin hayranlık duyduğu maziye ait güzel eserleri, tıpkı o eserlerde olduğu gibi, teferruatına varıncaya kadar işleme temayülü bazı şiirlere çok süslü bir manzara verir./ Arif Nihat Asya’nın şiirlerinin belirli bir vasfı olan bu temayül, onun eski Türk sanat ve şiirine karşı duyduğu derin hayranlık duygusundan ileri gelir. Aruz vezni ile yazmış olduğu şiirlerde bu zevk ve kültür kendini daha kuvvetli olarak belli eder. Fakat Arif Nihat Asya, eskinin bir taklitçisi değil, Yahya Kemal gibi, fakat ondan çok farklı olarak, her şeyi süsleyen, güzelleştiren ve yücelten eski zevkin, serbest vezinde yazdığı şiirlerde bile yeni ve orijinal bir takipçisidir”. (13)
Cumhuriyet döneminde arûzu en güzel kullanan şairlerin başında Arif Nihat Asya gelir. O, arûzu eski şairlerin tercihleri doğrultusunda kullanmıştır. Bilindiği gibi Arap şiirinde kullanılan aruz kalıplarının tamamı, İran ve Türk şiirinde kullanılmamıştır. Türk şiirinde % 1’in üzerinde temsil edilebilen kalıp sayısı 11’dir. (14) Divan şairlerinin en çok en çok tercih ettikleri aruz kalıpları ise şunlardır:
1) fâ’ilâtün / fâ’ilâtün / fâ’ilâtün / fâ’ilün
2) fe’ilâtün / fe’ilâtün / fe’ilâtün / fe’ilün
3) mef ‘ûlü/ mefâ ‘îlü / mefâ ‘îlü / fe ‘ûlün
4) mef’ûlü / fâ’ilâtü / mefâ’îlü / fâ’ilün
5) mefâ’îlün / mefâ’îlün / mefâ’îlün / mefâ’îlün
6) mefâ’ilün / fe’ilâtün / mefâ’ilün / fe’ilün
Arif Nihat Asya da arûz ölçüsüyle yazdığı 637 şiirinde en çok bu kalıpları tercih etmiştir. Eserleri arasında Kubbe-i Hadrâ ve Divânçe-i Arif baştan sona arûzla yazılmış şiirlerden oluşmaktadır. Fakat, Arif Nihat vezin kullanımında eskilerden ayrılır. Divan şairlerinin aksine dizeden dizeye geçerken kalıp değiştirir. Divan şairleri bunu sadece rübai nazım şekliyle yazdıkları şiirlerde yaparlardı. Arif Nihat’ın 1843 rübai yazdığını da dikkate aldığımızda şiirlerinin % 77’sini aruzla yazdığı sonucu çıkmaktadır. (15) Bu, ortalama bir divan şairinin arûz tecrübesinden az değildir.
Modern Türk şiirinde rübai söyleme geleneği devam etmiştir. Arif Nihat Asya rübai yazan şairlerin başında gelir. Bilindiği üzere rübai, tek bentli bir nazım şeklinin adıdır. Aruzun hezec bahrindeki özel kalıplarla yazılır. Rubaide kullanılan 24 kalıptan mef’ûlü ile başlayan 12 kalıba ahreb, mef’ûlün ile başlayan 12 kalıba ise ahrem denir. Bütün nazım şekillerinde baştan sona aynı veznin kullanılması zorunlu olduğu halde rubaide her mısra ayrı bir vezinle yazılabilir. Anadolu’da bilinen en eski rubaî şairi Mevlânâ’dır. Divan-ı Kebir’de 1500 kadar Farsça rubai vardır. Bu şiirler daha sonraki Türk şairlerini etkilemiş ve Mevlânâ’dan sonra pek çok şair divanında rubaiye yer vermiştir. Divan şairleri arasında Fuzulî, Kara Fazlî, Azmizade Haletî, Nabî, Şeyh Galib, Erzurumlu İbrahim Hakkı rübai tarzının ustası olarak bilinirler. Arif Nihat da Mevlânâ’nın izinden yürüyerek 1843 rübai söylemiştir. Rübai söylemekte, nitelik açısından olmasa da nicelik açısından pirinden öndedir:
“Ney, ney!...” diye, Mesnevî’de neyden dile gel;
Gülden güle git gazelde, gülden güle gel!..
Ey pîr, rübâîde de bir başbuğ olup,
Ardında bin altı yüz rübâî ile gel! (16)
c. Sonuç
Eski şairlerin kullandıkları kalıpları tercih etmesine, ebcedle tarihler düşürmesine ve mürettep divanlarda karşılaştığımız münâcât, nât, mevlid, miraciyye gibi dinî konuları işlemesine rağmen Arif Nihat, duyarlık olarak eskilerden ayrılır. Bu anlamda çağının adamıdır. Miraç başlıklı şu rübaideki yaklaşım, ne divan şairlerinin ne de tasavvuf erbabının söyleyişine benzer. Biçim, kalıp aynı; duyarlık büsbütün farklıdır:
Hem Tanrı’yadır muhabbetin, hem bizedir...
Zâten, bizi sen gözetmesen kim gözetir?
Ey en büyük insan, göğe çıkman ayrı;
Ordan yere dönmen, ayrı bir mu‘cizedir! (17)
Arif Nihat, eskilerin ifadesiyle ehl-i dildir, gönül adamıdır. Şiirlerinde aşk ve aşkın en büyük kahramanları yer alır. Bu çerçevede şarkın ebedî ve ezelî sevgilisi Leylâ’ya dair yazdıkları onu kendiliğinden geleneğin dünyasına bağlar. Öyle ki onun için Leylâ; kadınlığın sembolü, şair gönlünün ideal güzeli ve ulaşılmak istenilen nihai hedeftir:
Her yerde o inhinâ, o sîmâ olacak
Her çizgi ve her ses, ona îmâ olacak
Güller gülü Leylâ’dır o ukbâda dahi
Dünyâdaki ismiyle müsemmâ olacak (18)
Arif Nihat’ın ilk şiir kitabı Heykeltıraş ve ondan yirmi iki sene sonra yayınladığı Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor adlı eserindeki şiirlerinde geleneğin sadece sesi duyulur. Kubbe-i Hadrâ’dan sonra yazdıklarında ise Türk sufi geleneğinin izleri apaçık görülür. Tarih bilinci ve tasavvuf terbiyesiyle geleneğe yönelen Arif Nihat Asya, divan şiirinin imkânlarını da devşirmekle yetinmez ve eskilere öykünerek bir de Divânçe tertip eder. Fakat Arif Nihat Asya’nın bugün dillerde dolaşan şiirleri eski şairlere öykünerek ortaya koydukları değil, geleneğin imkânlarından, özellikle ritim anlayışından yararlanarak modern duyarlıkla ördüğü şiirlerdir.
1) Rübâiyyât-ı Arif I, İstanbul 1976, 14.
2) Sadettin Yıldız, Arif Nihat Asya’nın Şiir Dünyası, İstanbul 1997.
3) Erol Güngör, Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik, İstanbul 1986, 79-80.
4) T.S. Eliot, Edebiyat Üzerine Düşünceler, çev.: Sevim Kantarcıoğlu, Ankara 1983, 20-21.
5) Basamaklar, Ankara 1971, 115.
6) Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor, İstanbul 1982, 200.
7) Yahyâ Kemâl, Edebiyata Dair, İstanbul 1984, 135.
8) Muhsin Macit, Divan Şiirinde Ahenk Unsurları, İstanbul 2005, 1-11.
9) T.S. Eliot, Edebiyat Üzerine Düşünceler, 140.
10) Suut Kemal Yetkin, Şiir Üzerine Düşünceler, İstanbul 1969, 13-14.
11) Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler, İstanbul 1977, 19-20.
12) T.S. Eliot, Edebiyat Üzerine Düşünceler, 147.
13) Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri 2 Cumhuriyet Devri Türk Şiir, İstanbul, 1984, 436.
14) Halûk İpekten, Eski Türk Edebiyatı Nazım Şekilleri ve Arûz, İstanbul 1994, 274-275; Mustafa İsen, “Arûzun Anadolu’daki Gelişme Çizgisi”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten, 1991 (Ankara 1994), 119-125.
15) Sadettin Yıldız, Arif Nihat Asya’nın Şiir Dünyası, 270-71.
16) Rübâiyyât-ı Arif II, İstanbul 1976, 11.
17) Rübâiyyât-ı Arif II, 207.
18) Rübâiyyât-ı Arif I, İstanbul 1976, 53.