« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

M. METİN KAPLAN

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

14 Oca

2024

İnsan ve hayat

Ahmet Selim 01 Ocak 1970

Kızmak, öfkelenmek, genellikle nefsanîdir. Maddî kayıplara maruz bırakılmak da öyledir. Affedilirsiniz affedersiniz, “kul hakkı” planında mesele bu suretle kapanabilir.

Fakat gücenmek-gücendirmek farklı bir durumdur.

Şunu hatırlamalıyız ki, kalp (gönül) aslî tecelliye mazhardır. Onu kırarsanız, incitirseniz; oradaki emaneti hor görürseniz; mesele, “kul hakkı” sınırlarının dışına taşar. Yapılan haksızlık, gayretullaha dokunur. Yani, Allah’ın gücüne gider… İşte o noktada kul şikâyetçi olmasa da; Allah, o haksızlığın hesabını sorar. Manevî muayyeniyetin “mehil”siz işleyişi devreye girer ve “eden, bulur.”

Bunun içindir ki; arifler, sadece gücendirmekten değil, gücenmekten de çok korkarlar. Bilirler ki; kalplerinde bir güceniklik hasıl olursa, mesele kendi af yetkilerinin ve hakları helal etme sınırlarının dışına çıkacaktır.

Ben, “gücendirilmekten korkuyorum” sözünü rahmetli annemden çok duymuşumdur. Kalbe, gönle, manevî nasibe emanet edilenler; ilahî adaletin mehilsiz koruması altındadır. Âdetullah, alemlerin manevî nizamında böyle tecelli eder. Tebliğ edilen örnekleri çoktur. Emanetin özü ve kalpdeki asliyeti, tabir caiz ise, yüksek voltajlı bir devreye bağlı kılınmıştır. “Kader” denilen ilahî program, bu hakikatin etrafında şekillenmiştir.

“Allah mutlak galiptir” ne demek? Sıfat-ı ilahiyye, mutlak galiptir demek. “Doğru, güzel, iyi, mutlak galiptir” demek. “Bu dünya, yalana-sahteye, çirkinliğe kötülüğe kalmayacaktır” demek. İzafî dalgalanmalara bakmayın ve aldanmayın. Bütün menfîlikler dahi, müspet ve meşru değer hükümlerinin ölçülerine uydurulmak isteniyor. “Menfî”nin, kendi değer ölçüsünü açıkça ortaya koymaya cesareti bile yok. Ateizm dahi, panteizm ile deizm ile bir müphemiyet örtüsü kullanmak ihtiyacında. Gerçek mahiyetini ve değer ölçüsünü açıkça savunmaya cesareti olmayanın, kalıcılığı olabilir mi?

İzafî’ler, imtihan için, kıyas için vardırlar; o kadar. Menfîlikler tekâmülün gübresi gibidirler! Aslî mana; yaprakta, çiçekte, meyvede sembolize edilir; derin ve saf haliyle kalpde-gönülde kendi tecelliyatını hayata yansıtır. “Yevmi’d-din” mutlak tecelliyatın küllî ifadesidir. Oraya bağlayıcı bütünlük rabıtaları elbette ki korunacaktır. Bu rabıtalara saygısızlık etmek, “gayretullaha dokunmak” bahsiyle yakinen ilgilidir.

Fikrî mesele, “hayatı ve insanı anlamak” çabasından doğar. İlim de bunun içindir, sanat da. Felsefe zaten öyledir. Din, mücerretin ve izafînin karşısında yardımsız, mesnedsiz ve çaresiz kalmamamız için vardır. Peyami Safa “Mutlak hakikati Allah bilir” diyor. Doğrudur. Bununla beraber, Cenab-ı Hak, Mutlak Hakikat’in bazı bilgilerini bize de bildirir.

Pierre Leroux, “Felsefeyle ilahiyat özdeştir. Amacı ve konuları aynıdır. Tekâmül etmemiz içindirler.” diyor. (3/272, F. A.) Zahiren bu da doğrudur. Ne var ki felsefe, yalnız başına, insanın mücerret ve izafî karşısındaki aczini gideremez. Batılı nazarında dahi böyledir. Victor Hugo’ya göre “Felsefe İncil’i tamamlamak içindir. (Teslis’i tevhide götürmek içindir).”

… Peki hayatı ve insanı ne kadar anlayabiliyoruz? Bugün, bu çağda…

Şu kadarını söyleyeyim: İnsanı bilmeyen, bilginin ne olduğunu bile bilmez. Uzmanlık bunun için, bir “dar yoğunlaşma” cehaletine dönüştü. Bunun için, [içi] boşaltılmış kavramlar havada uçuşuyor. Bunun için nefslerimize kızacağımız yerde birbirimizin kalbini kırıyoruz. Sevgisizliğe mahkûmiyetimizin başka izahı yok!

Ziyaret -> Toplam : 145,76 M - Bugn : 43533

ulkucudunya@ulkucudunya.com