Örnek Bir Hoca Mehmet Kaplan
Mustafa Özçelik 01 Ocak 1970
Prof. Dr. Mehmet Kaplan, son yüzyılda Türk Dili ve Edebiyatı alanında yetişen profesörlerimizden biridir. Fakat, onu önemli kılan ve bu yazının yazılmasına sebep olan durum, onun her üniversite hocası gibi eserler vermesi ve yüzlerce öğrenci yetiştirmiş olmasının ötesinde bir özellik taşır. Bu özelliği şimdilik onun “Türkoloji’ye getirdiği yenilik” ve “müstesna hocalık şahsiyeti” olarak özetleyebiliriz. Fakat bu iki önemli nitelik kolay kazanılmamış, uzun, zahmetli bir bilim yolculuğunun sonucunda gerçekleşmiştir. Bu yüzden Kaplan’ın hayat seyrine ve yetişme şartlarına ve edebiyat ilmine neler kazandırdığına bakmak gerekecektir.
Hayatına dair birkaç söz
Mehmet Kaplan 5 Mart 1915’te Sivrihisar’da doğdu. Babası 1. Dünya Savaşı gazilerinden Halil İbrahim Bey, annesi ise Fatma Hanım’dır. Kaplan’ın babası yedi yıl boyunca cephede savaşmış ve evine dönememiştir. Bu süreçte annesi Kaplan’a hem annelik hem de babalık yapmıştır. Öyle ki Kaplan’ın sessiz, sakin hatta biraz da içe dönük fakat milli ve dini değerleri özümsemiş kişiliğinin oluşmasında ilk önemli tesir sahibi annesi olmuştur.
O zamanlar bu küçük kasaba (Sivrihisar) iki yönden Kaplan’ı çok etkiler. İlki savaş olgusuyla burada yüz yüze gelmiştir. Sivrihisar’ın Yunalılarca yakıp yıkılmasına tanık olmuş, savaşın getirdiği sıkıntıları yaşamak zorunda kalmıştır. Müspet etki ise kendi anlatımıyla şöyledir: “Benim kasabam Sivrihisar, Yunus Emre’nin, Nasreddin Hoca’nın yaşadığı yerdir. Bunları özellikle Yunus Emre şiirlerini ben daha okula gitmeden önce annemden dinledim. Nasreddin Hoca’nın kızının mezar taşı etrafında oynadık.” Bu yüzden Kaplan, doğduğu ve çocukluğunu geçirdiği Sivrihisar’ı hiç unutmayacak, oradan daima “benim kasabam” diye bahsedecektir.
Kaplan Hoca, ilk okul öğrenimini Sivrihisar’da yapar. Daha sonra ailece Eskişehir’e taşınırlar. Bu göçün temel sebebi ekonomiktir. Devrin genel sıkıntıları yanında Sivrihisar’a özgü bir durum bu göçü zorunlu hale getirir. Kendisi bu durumu şöyle anlatır: “Eskişehir’e gelişimiz Sivrihisar’a kervanların gelmeyişi neticesinde oldu. Eskişehir demiryolu Sivrihisar’ı bir köy haline getirdi. Gittikçe öldü Sivrihisar. Kasabamız öldükten sonra Eskişehir’e gittik.”
Eskişehir’e gelişleri Kaplan Hoca için sıradan bir göç olayının ötesinde bir anlama sahiptir. Zira onu “Kaplan Hoca” yapacak olan gelişmeler burada başlar. Aile Eskişehir’de de Sivrihisar’da olduğu gibi zor şartlar içerisindedir. Dolayısıyla Eskişehir, yeni bir hayatın kapısı olmuştur ama “ıstıraplarla dolu bir hayat” asıl sıkıntılarıyla burada başlamıştır. Bu durumu “İşimiz bozulmuştu. Paramız yoktu. Çalışmak mecburiyetinde kaldım.” Şeklinde açıklayan Kaplan bir taraftan Eskişehir Lisesinde (şimdiki Atatürk lisesi) öğrenimini sürdürürken bir taraftan da fabrika kapılarında, istasyonda simit, ekmek satarak ailenin geçimine katkı sağlamaya çalışır. Zaten bu duruma Sivrihisar’da iken alışmış, orada da fırıncı ve kunduracı çıraklığı yapmıştır. Ama o, bu sıkıntılardan hiç rahatsız olmamış ve yaşadıklarını “zengin bir tecrübe” olarak görmüştür.
Buraya kadar özetlediğimiz hayat seyriyle Kaplan, yoksul ama onurlu bir hayat sürmüştür. Özellikle Eskişehir’deki hayatı onu yaşından önce olgunlaştırmıştır. Fakat onu İstanbul’da edebiyat öğrenimi yapmasına, keyfiyeti yüksek onca eser yazmasına kısacası “Kaplan Hoca” olmasına sebep olacak asıl hadise de Eskişehir’de gerçekleşmiştir. Bu hadise onun “beyaz mabed” dediği Eskişehir Halkevi Kütüphanesi’dir. Kitapla, kütüphane ile tanışmasını şöyle anlatır Kaplan: “Hayatın acılarıyla kütüphanedeki kitaplara daldım. Orada pek çok şey okudum. O kütüphanenin hayatımda büyük bir rolü vardır. Adeta dış âlemin sefaletinden kurtulmak için kitapların içine sığındım. Benim için bir nevi cennet oldu.”
Yol arkadaşı kitaplar oldu
Gerçekten de Kaplan’ın ömür boyu yol azığı kitaplar, yol arkadaşları yazarlar olmuştur. Böylece sanatın, edebiyatın, tarihin, felsefenin anlattığı dünyanın kapılarını açarak bir fikir adamını yetiştirecek bir dünyaya girmiştir. Ama onu bu dünya ile tanıştıran ve belki de kütüphaneye gitmesine sebep olan bir isim vardır. Bu zat, lisede hocalık yapan Cemal Duru’dur. Kaplan, hayatın tabi zaruretlerinin dışında “şiir ve sanat diye, her şeyden yüce bir varlık olduğunu” ilk defa ondan öğrenir. Cemal Hoca ve Eskişehir kütüphanesi ve yaşadığı zorlu hayat…Denilebilir ki Mehmet Kaplan, bunlarla “Kaplan Hoca” olmuştur.
Kaplan’ın bundan sonraki hayatı kitap sayfaları arasında geçer. Güzel bir tesadüf olarak okul kütüphanesinde de görevli olarak çalışır. Hayat ve kitap…Artık iki gerçeğidir onun. Kendi ifadesiyle hayata kitapların, kitaba hayatın penceresinden bakar. Maksim Gorki ve Goethe, ilk keşifleridir. Tolstoy’u çok evser. Nietsche’yi, Hugo’yu okur. Üniversite yıllarında ise devrin çok kıymetli ilim adamları Hocaları olur. Bunlar arasında kimler yoktur ki…Türkiye’de Türkoloji’nin kurucusu olan M. Fuat Köprülü, klasik edebiyatımızın büyük bilgini A. Nihat Tarlan, Felsefeci M. Şekip Tunç, H. Ziya Ülken, büyük dilci R. Rahmeti Arat, Ahmet Caferoğlu ve Kaplan’ın bilhassa estetik noktasında kendinden çokça yaralandığı A. Hamdi Tanpınar…Artık sözlü bir kültür ortamının da içindedir. Fakat, onca isim arasında bir isim vardır ki Kaplan, hayatının en büyük tesirini ondan alır. Bu isim ünlü Fransız denemeci Alain’dir. Kaplan’ın “Çetin bir ceviz” olarak nitelediği Alain, irade ve hürriyet felsefesiyle karşımıza yeni bir Kaplan çıkarır. Kendisi bu etkiyi şöyle açıklar: “Hayatımda en büyük tesiri Alain yaptı. Lisedeki hayatım ezilmişlik içinde geçti. Alain beni bu ezilmişlikten kurtardı.” Böylece ömrünün son çeyreğine kadar Alain, onun adeta “mürşid”i olur.
Kaplan Hoca gerek lise gerekse üniversite öğrenimi esnasında pek çok Türk yazarını da okuma imkânı bulmuştur. Dede Korkut’tan Köroğlu’na; Fuzuli’den Şeyh Galip’e edebiyatımızın zirve isimleri ona bambaşka bir ufuk açmış, bilhassa Namık Kemal, Ziya Paşa gibi Tanzimat yazarlarını okumak Kaplan’ı yavaş yavaş edebiyat meselelerinden medeniyet meselelerine de yöneltmiştir. İşte tam da bu aşamada yerli bir kimlik kazanma sıkıntılarını yaşamaya başlar. Alain, onun her şeyidir ama onda da bir eksiklik vardır. Ne de olsa farklı bir kültürel iklimin yazarıdır. İşte tam bu sırada çocukluğunda ilahileriyle kendisinde büyük iz bırakmış hemşehrisi Yunus’u tekrar hatırlar ve ona yönelir. Yoğun bir şekilde Yunus okumalarına başlar. Artık onun “hakiki mürşidi” Yunus Emre olur. Hakkında çok sayıda yazılar yazar. Onu yeni bir dikkatle aydınların gündemine getirir. Medeniyet krizinden, kimlik meselelerimizden ancak Yunus’la kurtulabileceğimize inanır. Onun “Aydınlar milli ruhun keşfi için ana kaynakları dikkatle okumalıdırlar. Yunus Emre’de en dinsiz insanı uyandıracak ilhamlar vardır. Ondan işe başlamalıyız. Ben dikkatle okunursa, sadece Yunus Emre’nin bizi kurtaracağına inanıyorum.” Demesi bu yüzdendir.
İstanbul hayatı
Kaplan Hoca, lise öğrenimini bitirdikten sonra Yüksek öğrenim için İstanbul’a gelir. Amacı felsefe alanında öğrenim görmektir. Bu arada tıbbiye sınavını da kazanır. Ama o tercihini kültür sahasında yapar ve Yüksek Öğretmen okulu sınavlarına girer. Sınavı başarıyla geçer fakat bu okulda felsefe bölümü yoktur. Bu yüzden kaydını edebiyat bölümüne yaptırır. Kaplan’ın akademik anlamda yetişme yeri İstanbul olur. Zira İstanbul’da tahsil sadece okuldan ibaret bir mesele değildir. Okul dışında çok zengin kültür ve ilim muhitleri de vardır. Buralarda daha önce adlarını verdiğimiz ilim adamlarının dışında Ertuğrul Muhsin, Yahya Kemal, Abidin Dino, Orhan Veli, Sait Faik, Behçet Necatigil gibi sanat insanlarıyla tanışır. Bu isimlerle yakın dostluğu onu aynı zamanda sanat meselelerine de ilgili bir Hoca yapacaktır.
Kaplan Hoca, 1935’te başladığı üniversite öğrenimini 1939 yılında bitirir ve aynı yıl mezun olduğu bölüme asistan olur. Bu sadece kendi tercihi olmayıp fakülte hocalarının da isteğidir. Zira Kaplan gerek kişiliğiyle gerekse çok zengin edebiyat, sanat ve ilim ilgisiyle onların da dikkatini çoktan çekmiş bir isimdir. Akademik süreç bundan sonra normal seyrinde devam eder. 1942’de doktor olur. Aynı yıl Behice Hanım’lea evlenir. 1944’te Tevfik Fikret’in şiiri teziyle doçent olmanın ardından askere gider. Konya Askeri ortaokulunda Türkçe öğretmenliği yapar. Terhisinden sonra fakültedeki görevine döner.
Kaplan Hoca’yı 1953’te Şiir Tahlilleri teziyle profesör olarak görürüz. Böylece emekli olacağı 1984 yılına kadar İstanbul üniversitesinin sahasında en önemli profesörlerinden biri olarak yüzlerce öğrenci yetiştirir. Bir taraftan da makaleler yayımlar, denemeler yazar. Yani hem ilim hem de kültür insanı olarak hizmetini sürdür. Onun gayretleri bunlarla da sınırlı değildir aslında. Anadolulu bir ailenin çocuğu olması, zorluklarla geçen hayatı, memleket meselelerine karşı hissiyatı onu başka gayretlere de yöneltir. Mesela Erzurum’da bir üniversite kurulması meselesinde son derece aktif bir rol üstlenir. Üniversitenin kuruluş aşamasında burada görev yapar. İki yıl çalıştığı bu üniversitede Türk dili ve edebiyatı bölümünü kurar ve idari başka görevlerde bulunur. Erzurum üniversitesi hem bölge insanına hem de bilhassa edebiyat ve tarih bölümünden yetişen öğrencileriyle memleket sathında çok önemli bir hizmete vesile olmuş, ayrıca Anadolu’da başka şehirlerde de üniversite açılmasında bir modellik teşkil etmiştir.
Türkolojiye yenilik getirdi
Mehmet Kaplan Hoca, her şeyden önce bir akademisyendir. Bir ilim insanıdır. Görevini bu anlamda mükemmel bir şekilde yerine getirmiş, onlarca esere imza atmış, yüzlerce öğrenci yetiştirmiştir. Fakat yazının girişinde de belirttiğimiz gibi Kaplan’ı bu özelliklerden ötesine taşıyan yönü, akademisyenliği bir fikir ve sanat adamı özellikleriyle de birleştirerek çok yönlü bir şahsiyet olmayı başarmasıdır. Burada onunla ilgili söylenmesi gereken ilk husus şudur.
Bilindiği gibi Türkiye’de edebiyat araştırmalarında tarihsel metodu tanıtan ve bunu kendi edebiyatımıza uygulayan ilk isim M. Fuat Köprülü’dür. Onun açtığı çığırdan hareket eden fakat buna doğrudan edebiyat eserinden hareketle, esere sosyal ve kültürel çevre içinde bakış tarzı getiren isim ise Mehmet Kaplan olmuştur. Dolayısıyla o, Türkiye’de Türkoloji sahasında “yeni tenkitçilik” anlayışını kuran ve uygulayan ilk isim olma özelliği taşımaktadır. Kaplan’ın tavrı bir “tahlilci” tavrıdır. O, bunu yaparken edebi eseri estetik, stilistik ve yapısalcı metotlarla incelemektedir. Böylece bir eserin ve yazarın dünyasına girebilmek ve ondan bugünün kültür hayatı için sonuçlar çıkarabilmek mümkün olabilmiştir. Başka bir ifadeyle Mehmet Kaplan, bir eseri önce “estetik bir dikkat” ardından “felsefi bir yaklaşım”la ele almış, bu yaklaşımda metni kompozisyona dikkat ederek incelemiş, metnin derin noktalarına nüfuz etmeyi önemli görmüş böylece bir eserle ilgili ortaya koyduğu değerlendirmelerle yeni ve orijinal olabilmeyi başarmıştır.
Kaplan’ın tahliliciliğinde bir başka önemli nokta da araştırma ve yeniliklere daima açık bir tavır sergilemesi, kendini sürekli yenilmemesi ve çağdaş değerlendirme anlayışlarını, yeni edebiyat teorilerini sürekli takip etmesidir. Bu tavrıyla onun yazdıkları basmakalıp ifadeler olmaktan öteye geçmiş, üslubuna denemeci ve şair kimliğini de katarak bize okunabilir metinler bırakmıştır.
Burada onun “hocalık” tavrına da kısaca temas etmek gerekir. Kaplan, asla sıradan bir hoca olmamış, öğrencilerini yeniliğe, özgür düşünceye, yerli değerlere ve çağdaş anlayışa uygun bir tarzda yetiştirmeyi amaçlamıştır. Vefatından sonra öğrencilerinin yazdıklarından bu tutumu kolaylıkla anlamak mümkündür. Öğrencilerinin yetiştirilmesi için azami gayret sarf eden Kaplan Hoca, öğrencileri öğretmen olduktan sonra da mektuplarla eğitmeye devam etmiş, her birinin birer ilim ve kültür adamı olmaları noktasında devamlı olarak onları teşvik etmiş ve yönlendirmiştir. Günümüz Türkoloji sahasında önemli isimler olan Prof. Orhan Okay, Prof. İnci Engünin, Prof. Birol Emil bu ilginin sonucunda yetişen nadir ilim adamlarımızdan sadece bir kaçıdır.
Mehmet Kaplan, çağdaş bir Türkoloji bilgini, şair duyarlığına sahip usta bir denemeci üslubuyla pek çok esere imza atmıştır. İlmi eserleri arasında “Tevfik Fikret ve Şiirleri”, “Namık Kemal, Hayatı ve Eserleri”, Şiir Tahlilleri I-II”, “Tanpınar’ın Şiir Dünyası”, “Hikâye Tahlilleri,”, “Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar I-II-III” bugün için de Türkoloji ilgillerinin olmazsa olmaz kaynakları arasındadır.
Deneme ve eleştiri yazıları
Kaplan, ilk yetişme çağlarında şiir, roman ve hikâye ile de ilgilenmesine rağmen asıl edebiyatçı kimliğini deneme ve eleştiri yazılarıyla kazanmıştır. Denilebilir ki o, deneme dalında Türkiye’de Nurullah Akaç, Suut Kemal Yetkin ve Cemil Meriç’la beraber adı anılması gereken bir isimdir. O, deneme türünü “bir düşünce temrini” olarak görmüştür. Ayrıca bu düşüncenin dünyası da çok geniştir. Öyle ki onun denemeleri millet ve memleketi ilgilendiren hemen her konuya temas eden bir muhteva zenginliğine sahiptir. Bu yönüyle o aynı zamanda bir “münevver” tavrı da sergilemiş, böylece Türk fikir hayatına da önemli katkılar sağlamıştır. “Nesillerin Ruhu”, “Kültür ve Dil”, “Büyük Türkiye Rüyası”, “Sevgi ve İlim”, “Edebiyatımızın İçinden” isimli deneme kitapları ilme, akla, ruhun ölümsüzlüğüne inanan, güzelliklere hayran, milletine bağlı, onun değerler sistemine saygılı bir ilim adamının, usta bir denemecinin eseri olarak kültürümüzün önemli klasikleri arasında daha şimdiden girmiştir.