« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

18 Mar

2024

İktisat Tarihinde Bir Müçtehit: Mehmet Genç

Asım Öz 01 Ocak 1970

Osmanlı iktisat sisteminin nasıl anlaşılması gerektiği hakkında öteden beri yapılan çeşitli araştırmalara hâkim olan yaklaşımlara karşı, bilhassa yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren yaygınlık kazanan bakış açıları sayesinde sadece bir dönemin iktisadi düzenini değil aynı zamanda zihniyet dünyasını anlamayı da mümkün kılmıştır. Buna rağmen Türkiye’de 1960’ların başlarında aydınların Osmanlı tasavvuru ana hatları itibarıyla Mehmet Genç’in de altını çizdiği üzere “olumsuzluğunda çok az gedik bulunan karanlık bir tabloydu.” Onun hayatını, tarihçi olarak yazdıkları çerçevesinde analiz etmek aynı zamanda “çağdaş bir mitostan ibaret” bu hususu göz önünde bulundurmayı gerektirir. Bir kere kendisinin tecrübesi, Osmanlı iktisat tarihinde benzeri olmayan bir tecrübedir. Kuşkusuz muazzam okuma şevkini her ne olursa olsun arşiv temelli bir çalışma ile başka ufuklara taşımayı başarmıştır. Hiç kimsenin aklına gelmeyen çıkarımlar yaptığı bilinmiyor değildir. Aslında tarihsel iktisatçının devlet, ekonomi, sosyoloji gibi çok farklı disiplinlerin kesişim noktasında bir ömür süren yolculuğu karşılaşma, anlama ve kayboluşla özetlenebilir.

Karşılaşma ve Anlama İhtiyacı
Çok sık dile getirilen bir tespit Mehmet Genç’in ayrıntılı veriler ve bilgiler ihtiva eden Osmanlı arşiviyle ilişkisi üzerinedir. Burada çalışanlar onu orada saçları ağaran, gözlüklerini burnunun ucuna düşürüp belgelere gömülmüş, yüzündeki sert çizgilerle karşısındakilerde saygı uyandıran mütevazı bir öğrenci gibi arayışlarını sürdüren bir araştırmacı diye tasvir ederler. Elbette medeniyet dönüşümüyle yakından ilgilenen Genç’in temel çıkış noktası, Türkiye’deki kültürde vuku bulan değişmenin mahiyetiydi. Gençliğinde Batı, Doğu ve İslam felsefesi okumaları yapsa da bunlar kendisine herhangi bir çözüm yolu sunmadı. Bunun üzerine ilgisini önce sosyolojiye ardından iktisat ve tarih ekseninde disiplinlerarası bir alana kaydırır; bir disiplinin nosyonundan ziyade başka alanların birikiminden haberdar olarak yola koyulur. Dolayısıyla Türkiye’de çok büyük medeniyet değişmesi yaşandığının farkında olarak, dahası bunun oluşturduğu travmayla geçmişi anlamak isteğiyle hareket ettiği için ömrünü arşivde geçirdiği söylenebilir.

Kendisi 1960’ların ikinci yarısında arşive gittiğinde Osmanlı arşivinin yüzde onu ancak açılmıştı. Günümüzde bu oran yüzde sekseni geçti ve süreç hızla devam ediyor. Türkiye’deki arşivin dünyanın sayılı arşivleri gibi çok düzgün ve hızlı hizmet veren bir nitelikte olduğunu dile getirdiği de göz ardı edilmemeli. Gelgelelim yıllarca arşivlerde çalışarak bir model inşa eden özgün tarihçinin adını uzun zaman yakın çevresinden ve çalıştığı alana ilgi duyanlardan başka kimsenin bilmemesi de bu hakikatin başka bir yönüdür. Her şeyi içerme iddiasını yansıtan dünyada tarihçiliğe odaklanan bir kitapta yer almaması ise en hafif tabirle Genç’in açtığı çığırın farkına varılmamasıyla açıklanabilir.

Mehmet Genç bir söyleşisinde yakından tanıdığı Alman felsefesi üzerinden çok kıymetli çalışmaların altında yatan karşılaşmayı ve sonrasını harika bir şekilde hülasa eder: “Nietzsche uçurumun içine bakarsan uçurum da senin içine bakar, diyor. Ben Osmanlı uçurumunun içine baktım. O da bana baktı. Ve neticede âdeta kaynaştık. Aslında benim için ilk darbe, ki en şiddetli ve etkili olanı ekseriya odur, Osmanlı ile karşılaşmadır. Bu karşılaşma ve anlama ihtiyacı hiç bitmedi.”

Şu hâlde Mehmet Genç’i anlamak için kendisini sadece birkaç ismin veya konunun içine hapsetmekten kaçınmak şarttır. Amaç sadece Genç’in tarihçiliğinin belli boyutlarını anlamaktan ibaret bulunsa bile, onun sosyo-kültürel çevresine ve yetişme şartlarına bakmak zorunluluğu vardır. Dolayısıyla hayat serüveninin ayrıntılarının bilinmesi, kendisinin 2000’de Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Ekonomi adıyla kitaplaşan, geniş bir okuryazar kitleye ulaşmasını sağlayan makalelerinin, konuşmalarının ve diğer metinlerinin anlaşılmasının başlangıç noktası olacaktır. Arşiv pîri Mehmet Genç’in çağdaş bir klasiğe dönüşen kitabının önsözünün sonundaki şu satırlarını okuyarak devam edelim: “Yapılması gereken bütün çalışmaları yapılmış olanlarla karşılaştırdığım zaman, Hac Yolunda Bir Karınca’dan daha iyi bir durumda olmadığımı düşünmekten kendimi alamıyorum.”

Artvin, İstanbul ve Ankara Üçgeni
İnsan, şairin dediğinin aksine yaşadığı yerden çok doğduğu yere benzer. Dünyaya geldiği yerle ilgili anıları çok az olsa da bu böyledir. Hatırlayamayacak kadar içli dışlı olmakla da ilgisi kurulabilir bunun. Mehmet Genç 1934’te sonbaharla kış arasında paylaşılamayan kasımda Artvin Arhavi’nin sınıra yakın Kemerköprü Köyü’nde doğdu. Babası Ali Rıza Bey ufku açık bir insandı fakat oğlu dünyaya geldiği yıllarda kan davası yüzünden yargılanıyordu. Beş yıla yakın tutuklu kalan ve ardından serbest bırakılan babası, aynı koğuşta kaldığı medreseli bir kişiden Arapça, tefsir ve hadis okur. Genç’in dinî sohbetlerin eşlik ettiği çocukluğunda, hep tarlada çalıştığı için oyun oynayacak vakti yoktu hiç. Deniz motorlarıyla Rize’ye, Hopa’ya hatta Trabzon’a gitmenin kolay olduğu 1930’larda kara yolu imkânı bulunmadığından, şehir merkezine gitmek çok zordur. Belki de Genç’in kendisini Artvin’e götürecek biricik vasıta olan kamyonu ilkin 1940’ların ikinci yarısında gördüğü düşünülürse, durumun mahiyeti çok daha gerçekçi bir şekilde kavranır. İlkokulu, Arhavi’de 1940’larda Hasan Âli Yücel’in Millî Eğitim Bakanlığı görevinde bulunduğu yıllarda açılan okulda okudu. Bu okul açılmasa ilkokula bile gidemeyeceğini kaydeder. Çünkü okul, gözlerini dünyaya açtığı kasabadan üç dört kilometre uzaktadır. Kendisi ise çok küçük, ufak ve naif bir çocuk olduğu için ailesinin kolay kolay göndermeyeceğinin farkındadır.

Babası ve onun arkadaşları, Stalin’in hududu kapattığı 1930’ların başına dek işçi vasfıyla Rusya’ya gidip gelirler. Bu yüzden köyde erkekler Rusça bilirler ama Ruslarla dostluk ilişkisi yoktur. Çünkü Rusya’yla yapılan savaşta her aileden birkaç şehit verilmiştir. Çok derin izleri bulunan bu sert karşılaşmanın hatırasının niçin muhafaza edildiğini onun hayatına bakarak daha iyi kavrayabiliriz. Dokuz on yaşlarına bastığı İkinci Dünya Savaşı yıllarında Alman uçaklarının Batum’a attıkları bombaların seslerini duyan Mehmet Genç’in kimliğinin teşekkülünde Moskof karşıtlığının payı yüksektir.
Taşradan İstanbul'a: Kültürel Uyum Sorunu
Ortaokulu Hopa’da 1949’da bitiren Genç, hayat şartlarının zorluğundan dolayı eğitim hayatına bir yıl ara vermek zorunda kalır. Daha sonra devlet parasız yatılı okulu sınavına girerek kazandığı liseyi okumak için İstanbul’a gelir. Haydarpaşa Lisesi’ne devam ettiği yıllarda matematik ve gramerle ilgisi belirgin şekilde ortaya çıkar. Çalışmayı çok sevmediği lise yıllarında bu alanlara yönelmesi iki dalı çok sevdiği anlamına gelmez, sebep çok basittir, her ikisi de çalışma gerektirmeksizin öğrenilebilmektedir. Buna karşın daha sonra yöneleceği tarih disiplininin cazibeden uzaklığını mümkün kılan husus, tarih öğretiminde birbirinden kopuk bilgiler yığınının öne çıkmasıdır. Köyden geldiği için bir sürü acemilik yaptığı lisede, edebiyat öğretmeni Nihal Atsız’dan tarih, felsefe ve edebiyat yanında öğrendiği en önemli şeyin zarafet olduğunu belirtir bir söyleşisinde. Klasik müziğin romantik kısmından çok etkilendiğini de. Aynı zamanda taşradan İstanbul’a gelmenin beraberinde getirdiği kültürel uyum sorunu onu yavaş yavaş felsefeye ve dine yöneltmiştir.

Mehmet Genç, liseyi bitirdikten sonra ilgileri ama aynı zamanda ailesine karşı duyduğu sorumluluktan dolayı Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne başka bir deyişle Mülkiye’ye kaydolur. Üniversite hayatı onun milliyetçilik başta olmak üzere çeşitli meseleler üzerine ciddi okumalar yaptığı ve düşüncelerinde kayda değer dönüşümlerin yaşandığı kritik yıllardır. Üniversite öğreniminin ilk iki yılında merak ettiği alanlara dair daha derinlikli okumalar yapabilmek için Fransızca öğrenmeye başlar. Önce Schophenauer’a sonra Nietzsche’ye daha sonra da Kierkegaard’a ilgi duymuştur bilhassa onun Korku ve Titreme adlı eserinden çok etkilendiğini dile getirmesi önemlidir. Bu tarz yüksek filozofların ikliminde dolaştıktan sonra ırk temelli düşüncelerin çıkar yol olmadığının farkına varması gecikmez. Mülkiye’de okurken felsefe ile ilgilendiği için Hilmi Ziya Ülken’in metafizik derslerini takip eden Genç’in ilgi alanı gün geçtikçe genişlemektedir. Örneğin Muhammed Hamidullah’ın derslerine girmeyi ihmal etmemesi bunun sonucudur. Ayrıca Sezai Karakoç, Mehmet Şevket Eygi, Cemal Süreya, Ergin Günçe, Mete Tunçay, Orhan Duru, Taner Timur gibi isimlerle düşünsel tartışmalar yapmıştır. Gelgelelim entelektüel tarih açısından önem arz eden bu müzakerelerin hiçbiri onun liseden beri arzu ettiği bilimsel tartışma anlayışına yakın değildir.

Mülkiye’de okurken 1956’da tüberküloza yakalanan Mehmet Genç, bir yıl hastanede yattığı için derslerine ara vermek zorunda kalır. Hastanede ziyaretine gelen Osman Yüksel Serdengeçti aracılığıyla edebiyat klasiklerine yöneldiğini göz önüne almak gerekir. Dostoyevski, altmış yaşında Danca öğrenmeye kalkan Unamuno, Çehov ve Gogol gibi önemli yazarların kitapları, bu okumaların köşe taşlarıdır. Yerli yazarlarla yabancılar arasındaki farkın çok fazla olduğunu gören Genç’in “başka kültürlere” açılmasını sağlayan edebiyat okumaları, onun daha sonraki özgün tarihçiliğinde en az Mülkiye’deki düşünce iklimi kadar tesir meydana getirmiştir. Başka kültürlerin mahiyeti onun dünyasında kendi medeniyetinin temellerinde hangi unsurların bulunduğu sorusunun cevabını arama bağlamı içinde aranmalıdır. Böyle bir perspektifle hareket eden Genç için edebiyat; iktisat, tarih ve sosyoloji üçgeninin açıortayıdır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri töreninde, tarih alanında ödüle layık görülen Mehmet Genç’e ödülünü vermişti. (Cumhurbaşkanlığı/AA)

Tarihsel İktisada Yönelmesi ve Karşılaşmalar
Üniversite öğrenimini tamamladıktan sonra açılan asistanlık sınavlarına başvuran Mehmet Genç, dönemin soldan esen rüzgârının etkisiyle Mülkiye’ye kabul edilmeyince kaymakamlığa hazırlık mahiyetindeki Vilayet Maiyet Memurluğuna başvurarak Ankara Valiliği’nde çalışmaya başlar. Sorokin, Scheler ve Fransızca tercümelerinden okuduğu Weber gibi düşünürlerin açtığı patikadan ilerleyerek felsefeden ziyade bilgi sosyolojisi, zihni ürünlerin sosyolojik boyutları üzerinde düşünmeye başlamıştır. Şereflikoçhisar’a kaymakam vekili olarak atanmasına rağmen araştırma şevkinden dolayı yeniden üniversiteye dönmeyi aklına koyması, onun niyetini belirgin kılmaktadır. Okuduğu kaynaklardan hukuk tahsil eden Weber’in hem ekonomist hem sosyolog hem de iktisat tarihçisi olduğunu öğrenmesi hayat planını yeniden yapma sürecini hızlandırır.

Aynı dönemde gazetede karşısına çıkan bir ilan üzerine İstanbul Üniversitesi’ne giderek iktisat tarihi asistanlığına başvurması geleceğin tarihçisinin habercisi niteliğindedir. O yıllarda bu alanı Weber’in yola çıktığı bir alan olarak sosyolojiye yakın görmesi kapsayıcı bir çerçeve sunar. Buradan hareketle kendisinin de pekâlâ sosyoloji yapabileceğini düşündüğüne işaret edilmelidir. Entelektüel kılavuzu olacak Ömer Lütfi Barkan’ı ilkin Mülkiye yıllarında Ankara’daki Fransız Kültür Merkezinde meşhur Annales ekolünün dergi koleksiyonlarını okurken fark eder. Barkan’ın önemli bir tarihçi olduğunu bu dergideki makalelerden öğrendiği söylenebilir. Doğrusu onun nazarında bir Türk hakkında yabancı dergi sayfalarında övgü dolu cümlelerin kurulması basit görülemeyecek ölçüde etkileyicidir. Genç, Barkan’ın kendisiyle yaptığı mülakatın ardından üniversiteye intisap eder. Barkan’ı Mülkiye’deki akademisyenlerden farklı kılan noktaya değinen Genç, onun tipik bir ilim ehli eskilerin tabiriyle “fena fi’l-ilm” denecek ölçüde kendisini araştırmaya vermesine özel bir önem atfetmesinin özel bir anlamı vardır. Temel motivasyonu başka bir şeyle ilgilenmeden hakikati ortaya koymak olan Barkan’dan ilim nasıl bir şeydir, nasıl yapılır, nelere dikkat edilmeli, hangi durumlardan sakınmalı gibi hususları öğrenmiştir. Daha önce okuduğu Max Weber dışında iktisat tarihi ile bir münasebeti bulunmayan Genç’in hayatındaki önemli karşılaşmalardan biri de 1958’de Erol Güngör’le tanışmasıdır. Dostluğa dönüşen bu tanışmayla beraber Marmara Kıraathanesi’nde başkalarının da katıldığı sohbetlerde elde edilen kazanımların Genç için önemli tecrübeler oluşturduğu hesaba katılmalıdır. Fethi Gemuhluoğlu aracılığıyla tanıştığı ve kendisinin hayatını derinden etkileyen Erol Güngör’le 1950’lerin sonunda başlayan dostluk 1983’te Güngör’ün vefatıyla sona erer.



Sorularının Peşinden Arşive Girdi ve Bir Daha Çıkamadı
Mehmet Genç’in tarihsel iktisat alanında 1962’de Ömer Lütfi Barkan’ın yanında başladığı doktora çalışmasıyla sonraki yılların metinlerinin temelini attığını söylemek, onun sıra dışı dehası hakkında fikir vericidir. Zira onun zihnini meşgul eden esas mesele Osmanlı İmparatorluğu’nun Batı karşısındaki konumudur. Temel sorusu ise şöyle özetlenebilir: Sanayi Devrimi niçin Osmanlı topraklarında meydana gelmedi ve nasıl oldu da Osmanlı Avrupa ile mücadele edebildi? Genç, iktisat tarihi disiplininin 1960’ların atmosferi içinde, Sanayi Devrimi ile ortaya çıkan durum karşısında Osmanlı sanayisinin konumunu kantitatif bir analizle ele almak amacıyla çalışmaya başlamıştır. Hayli büyük veri toplamayı gerektiren tezini, Osmanlı arşivine uğramadan kütüphanedeki kaynaklar üzerinden yazabileceğini sanmıştır. Ne var ki Osmanlı vakanüvislerinin ve Fransızca ve İngilizce kaleme alınan metinlerin okunmasıyla geçen beş yılın ardından çalışmaya başladığında, ürktüğü arşive girme kararı alması dikkat çeker. Basılı kitaplardaki Osmanlı Türkçesini rahatlıkla okuyabilen Genç için el yazısı, siyakat ve divani türlerinin meşhur zorlukları arşivden uzak durmasına yol açan kaygısının temelini teşkil etmektedir.

Mehmet Genç, bütün Batılı kaynakların kendisine öğrettikleri Osmanlı’nın başka tarafları yanında ekonomisini de anlamaya yetmediğini fark edince arşive gitmeyi tek çare görmeye başlar. Kaygılandığı el yazılarını okuma sürecinde ise aziz dostu Erol Güngör’ün yardımlarını gördüğünü belirtmek gerekir. Osmanlı dünyasından bir bahçe diye andığı arşivle dönemin kütüphaneleri arasındaki uçuruma işaret eden Genç, arşivin müdüründen müstahdemine tüm çalışanlarının “abus suratlı” kütüphanecilerle kıyaslanamayacak ölçüde anlayışlı kişiler olduğunu öne sürer çeşitli metinlerinde. Aynı zamanda arşive gelenlerle ilgili ilginç gözlemlerini de paylaşması, dünyadaki Osmanlı tarihçiliği ile belli yönelimleri kavramayı kolaylaştırır. Küçük mekânda çalışan ve sayısı on beş yirmiyi bulmayan araştırmacıların çoğu yabancıdır o yıllarda. Caroline Finkel dışındaki İngiliz araştırmacıların yolunun düşmediği Osmanlı arşivine sırasıyla Amerikalılar, Fransız ve Alman araştırmacılar uğramaktadır. 1960’ların sonundan 1980’lere kadar pek değişmez genel manzara. Ona göre sonraki yıllarda arşive daha ziyade çoğu Amerika’da çalışan Türklerle Japonların daha sık uğradığı kesindir.

https://kriterdergi.com/portre/iktisat-tarihinde-bir-muctehit-mehmet-genc

Ziyaret -> Toplam : 133,94 M - Bugn : 64623

ulkucudunya@ulkucudunya.com