Muhsin Yazıcıoğlu hesap adamı değil dava adamıydı
Hakkı Öznur 01 Ocak 1970
Cennet mekân, bilge liderimiz Şehit Muhsin Yazıcıoğlu’nun hayatını belki de en güzel özetleyen söz: “Haksız bir dava uğruna sultanlık yapacağıma, gerekirse haklı davada tek başıma yürürüm!” sözüdür.
Her eylemi, inanan ve inandığını hayata geçiren bir iman sahibinin eylemiydi. En netameli, çatışmalı yıllardan, işkence dolu Mamak yıllarına, oradan siyasi parti genel başkanlığı sürecine ve nihayet ömrünün sonuna kadar fikir ve eylem birliğini sağlamış mefkure ve eylem adamının davranışlarıydı bunlar.
Yakın politik tarihimizde yer alan olaylara göstermiş olduğu tavırlar O’nun bir bilge lider oluşunu ve ülkücü duruşunu göstermektedir. İlkeli, Seviyeli, Tutarlı, Demokratik Bir Siyaset Çizgisine Sahipti
Milli iradeyi savunan, milletin adamı şehit liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu kritik süreçte militarizme, vesayetçilere, demokrasi düşmanlarına tavrını en net ortaya koyan liderlerden biri olmuştur.
55 yıllık ömrüne bin yıl sığdıran Yazıcıoğlu, bin yıllık terkibin peşinde koştu. Muhsin Başkan’ın durduğu yer, Anadolu’nun bin yıllık tarihinden süzülen değerler dünyasıydı. Hep ‘Anadolu kimliği’ ile hareket etti. Millî ve manevi değerleri savundu, milletin değerlerine sahip çıktı.
40 yıllık siyasi yaşamı boyunca üstünlerin hukukunu değil, hukukun üstünlüğünü savundu. Yargının siyasallaşmasına hep karşı çıktı. İktidarlarında, yargıya müdahalesini yanlış buldu. Hak ve hürriyetlerin korunması ve genişletilmesi yönünde bir tutum aldı. Demokratik ve sivil bir anayasa istiyordu.
Şehit liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu, her türlü emperyalizme karşı çıktı. NATO merkezli gladyo ile, Kapitalist enternasyonal (Bilderberg Group) ile, Musevi lobileri ile, mason locaları ile silah lobileri ile, küresel odaklar ile, mafya ile çetelerle mücadele etmiştir.
Bilge lider Yazıcıoğlu, bürokratik oligarşi ile statükocularla ömrü boyunca yılmadan mücadele etti. BOP ve BİP gibi küresel emperyalist projelere karşı çıkmış, Türkiye’nin milli çıkarlarını ve güvenliğini daima inançla azimle ve kararlılıkla savunmuştur.
Milletin adamı, Muhsin Yazıcıoğlu bürokratik oligarşi ile statükocularla ömrü boyunca yılmadan mücadele etti. Yazıcıoğlu, demokrasi dışı arayışlarda bulunan ülkeyi kamplaştıran, cepheleştiren, kutuplaştıran kirli yol ve yöntemlere her zaman şiddetle karşı çıkmıştır. Türkiye’ye açıkça müdahale eden darbecileri, cuntacıları, militarist çevreleri, kendilerine bağlı, kendilerinden icazet alan her yapıyı, oluşumu, organizasyonu partileri, destekleyen bu kirli, karanlık şer yapılarla, odaklarla, kararlılıkla sonuna kadar mücadele etmiştir.
Muhsin Yazıcıoğlu’nun siyaset çizgisi ayrıştırıcı, ötekileştirici değil her zaman birleştirici ve bütünleştiriciydi. Siyasi yaşamı boyunca kaos ve gerilim peşinde koşanlarla kararlı bir şekilde mücadele etti. Gerilim siyasetçisi değil, gönül insanıydı.
Siyasette “benden yana olanlar” ve “karşımda olanlar” diye ikiye ayıran yaklaşımların ülkeye büyük zararlar vereceğini daima dile getirmiştir. İnsanları ötekileştirerek bir yere varamayız diyordu.
İlkeli, Seviyeli, Tutarlı, Demokratik Bir Siyaset Çizgisine Sahipti
O günümüzün bazı siyasi liderleri gibi makyavelist değildi, Oportünist değildi, ikiyüzlü değildi, siyaseti kirletenlerle hep mücadele etmiş, temiz siyaseti savunmuş bir liderdi. Muhsin Yazıcıoğlu, zalimlerin karşısında gövdesini siper eden, zulme asla boyun eğmeyen ilkeli bir kişiliğe sahipti.
Milletin Adamı Yazıcoğlu Ömrünü Milletinin Hizmetine Adadı
55 yıllık ömrüne bin yıl sığdıran Yazıcıoğlu, bin yıllık terkibin peşinde koştu. Muhsin Başkan’ın durduğu yer, Anadolu’nun bin yıllık tarihinden süzülen değerler dünyasıydı. Hep ‘Anadolu kimliği’ ile hareket etti. Millî ve manevi değerleri savundu, milletin değerlerine sahip çıktı. Milletin inançlarına, değerlerine saldıran, savaş açanlara karşı, hep milletinin yanında yer aldı.
40 yıllık siyasi yaşamı boyunca üstünlerin hukukunu değil, hukukun üstünlüğünü savundu. Yargının siyasallaşmasına hep karşı çıktı. İktidarlarında, yargıya müdahalesini yanlış buldu. Yargı siyasete karışmamalı, siyasetçilerde yargıya baskı yapmamalı fikrini her zaman, her platformda dile getirdi. Yargının siyaseti kuşatmasına, siyasetinde yargıyı kuşatmasına daima demokrasi ve millet adına karşı çıktı.
Hak ve hürriyetlerin korunması ve genişletilmesi yönünde bir tutum aldı. Demokratik ve sivil bir anayasa istiyordu. Askeri vesayete ve ulusalcı militarizme karşı çıkıyor, bürokratik oligarşiyle mücadele ediyor, milli iradeyi ve katılımcı demokrasiyi savunuyordu.
Zindanlara atıldı, hücrelere kondu, işkenceler gördü, üşüdü. Ama doğru bildiğinden dönmedi dik durdu. Milli ve yerli duruşundan dolayı siyasi yaşamı boyunca iç ve dış mihrakların iftiralarına, saldırılarına maruz kaldı. Algı operasyonlarına uğradı. Hedef gösterildi. Ama asla inandığı değerlerinden, ilkelerinden taviz vermedi hep ülküsünün peşinde koştu.
Milletin adamı, Muhsin Yazıcıoğlu bürokratik oligarşi ile statükocularla ömrü boyunca yılmadan mücadele etti. Yazıcıoğlu, demokrasi dışı arayışlarda bulunan ülkeyi kamplaştıran, cepheleştiren, kutuplaştıran kirli yol ve yöntemlere her zaman şiddetle karşı çıkmıştır. Türkiye’ye açıkça müdahale eden darbecileri, cuntacıları, militarist çevreleri, kendilerine bağlı, kendilerinden icazet alan her yapıyı, oluşumu, organizasyonu partileri, destekleyen bu kirli, karanlık şer yapılarla, odaklarla, kararlılıkla sonuna kadar mücadele etmiştir.
Muhsin Yazıcıoğlu siyasette otoriterleşme eğilimlerine hep dikkat çekmiştir. Tek parti güdümlü otoriterleşmeye karşı durmuş, demokrasiyi ve özgürlükleri savunmuştur.
Her zaman otoriter, hegemonik ve despotik iktidarlara ve ceberut devlet anlayışına karşıydı. “Milletin adamı milleti kamplara ayırmaz, cepheleştirmez” derdi.
Her Türlü Vesayete Karşıydı
Muhsin Yazıcıoğlu’na göre aslolan vesayetçiliği mahkum etmekti. Askeri vesayete, bürokratik vesayete, yargı vesayetine karşıydı. Parti devletine de karşıydı. Tek parti rejimi özleyen otoriter, totaliter zihniyetlere de karşıydı. Yani vesayetçiliğin her türlüsüne karşıydı. Vesayetçilik son bulmadıkça, Türk demokrasisinin gelişemeyeceğini düşünüyordu. Yazıcıoğlu 1960’dan bu yana yapılan darbe, darbe girişimleri ve muhtıraların, TBMM’de bir komisyon oluşturularak araştırılmasını istiyordu. “Meclis darbelere el koymalı ve darbe dönemleri kapanmalı, kimse bir daha demokrasi dışı arayışlara yönelmemeli, darbeciler, cuntacılar halka hesap vermeli, yargılanmalı” diyordu.
Bütün bürokratik vesayet girişimlerinin önü daha fazla demokratikleşme, daha fazla hukuk devleti sivil siyasetin ve sivil toplumun güçlü olmasıyla önlenebilir düşüncesindeydi.
Muhsin Yazıcıoğlu her dönemde ülkenin birlik ve beraberliğinden yana oldu. Kamplaşmaya, cepheleşmeye, kutuplaşmaya karşı çıktı. Milletin inanç ve değerlerini her şartta savundu. Demokrasi ve milli irade düşmanlarının baskılarına, dayatmalarına boyun eğmedi, ilkeli, seviyeli, tutarlı bir siyaset adamı olarak milletin gönlünde yer aldı.
Yazıcıoğlu, 19, 20 ve 23. dönem milletvekili olarak yaklaşık 10 yıl süreyle mecliste temsil ettiği, milletinin değer ve inançlarını savundu.
Yazıcıoğlu, klasik bir politikacı değildi. O’nda İslam ahlakı vardı. Ahlaklı, faziletli, dürüst, haysiyetli bir liderdi. Asla çıkarların adamı olmadı, daima fikirlerin adamı oldu. Her zaman bu ülkenin birlik harcını savunmuş, günlük politikanın kavrayamayacağı bir üslupla, medeniyet kodlarının oluşturduğu bir üst dili kullanarak, bir misyon adamı olduğunu ortaya koymuştur.
Kuran Ve Sünnet Çizgisinde Hayat Sürdü
Şehit liderimiz Yazıcıoğlu için önemli, olan iktidar vizesi değil, yüce Rabbimizin rızasıydı. Kur’an ve sünnet çizgisinde bir hayat sürdü. Hesap adamı değil, gerçek bir dava ve gönül adamıydı. O, istikamet ve vakar sahibiydi. Hiç yanlış yapmadı, politikanın hiçbir kiri bulaşmadı üzerine. O, makam ve mevkileri değil, sonsuzluğu düşünen bir liderdi.
Bütün ömrünü, bütün varlığını Kur’an’a bağlayan bir adamdı. Davasını Kur’an’la anlatan, ülküsünü iliklerine kadar yaşayan Muhsin Yazıcıoğlu bir Kur’an ve peygamber sevdalısıydı. O’nun referansı Kur’an ve sünnetti. Muhsin Yazıcıoğlu deyince Kur’an’a adanmış bir ömür ve Allah ve peygamber sevdası ile dolu bir yürek karşımıza çıkıyor.
Muhsin Yazıcıoğlu deyince dava adamlığı, davaya adanmışlık, fazilet fedakârlık, vefa, kadirşinaslık, hasbilik, beklentisizlik akla gelir.
Kendisi için bir gün yaşamadı. Ömrünü, hayatını verdiği yüce davasına adadı. Her türlü istibdada karşıydı. İstiklal aşığıydı. Çile adamıydı. Davasının çilesini çekti hep. Muhsin Yazıcıoğlu, siyasi yaşamı boyunca ülkenin birlik ve beraberliğini savunmuş, kamplaşmaya cepheleşmeye karşı çıkmış, toplumu kutuplaştırmaya yönelik her türlü yol ve yöntemleri ülke için tehlikeli görmüş, topluma kin ve nefret tohumları ekmeye yönelik anlayışlara millet adına, demokrasi adına karşı çıkmıştır.
Meclise milletvekili olarak girdiği 20 Ekim 1991 genel seçimlerinde, Yazıcıoğlu için “O inançlarımızı meclise taşıyacak” deniliyordu. Ve 10 yıllık milletvekilliği sürecinde milli iradeyi hakkıyla temsil etti. Milletin inanç ve değerlerini her şartta savundu.
Hep Demokrasi ve Barış Çağrıları Yaptı.
1980 öncesi, ölümün kol gezdiği, namluların kan kustuğu çatışmalı yıllarda Türk gençliğini hep şiddetten çatışmalardan uzak tutmaya çalıştı. Bilge liderimiz, konuşmalarında ve yazılarında “eller silah değil, kalem tutmalı” diyerek, gençliğe tarihi öneme sahip mesajlar verdi. Türk gençliğini, küresel emperyalizme ve onun emrindeki beşinci kol gruplara, iç savaş tahrikçilerine karşı daima uyardı. “Tahriklere kapılmayın, provokasyonlara gelmeyin” dedi.
Bir gençlik lideri gibi değil, bir bilge siyaset ve devlet adamı gibi hareket ediyordu. Muhsin Yazıcıoğlu ufku geniş bir liderdi. “Darbe geliyor” öngörüsünde ve tespitlerinde haklı çıkmıştı. CIA’nın “Bizim Çocuklar” dediği, Amerikancı, NATO’cu Generaller 12 Eylül darbesini yapmışlar, yönetime el koymuşlar ve ülke karanlığa sürüklenmiş, demokrasi bir kez daha rafa kaldırılmıştı.
12 Eylül faşist askeri darbesiyle Ülkücü harekete yönelik büyük bir baskı ve zulüm başlamıştı. Başta hareketin lideri Alparslan Türkeş olmak üzere MHP ve Ülkücü kuruluşların lider kadrolarının büyük bölümü gözaltına alınmış, ardından büyük tutuklamalar başlamıştı. Muhsin Yazıcıoğlu da Cunta rejimi tarafından aranan Ülkücülerin başında gelmekteydi.
12 Eylül darbesi gerçekleştiğinde Sivas’ta olan Muhsin Yazıcıoğlu darbenin gerçekleşmesi üzerine o zor şartlarda, birçok engelleri aşarak Ankara’ya gelmişti. Hemen durum analizi yaptıktan sonra teşkilatın dışarıda kalan ve ya aranan üst düzey yöneticileriyle istişare toplantıları yaptı.
12 Eylül faşist darbesinin ardından dağılan, yok edilmeye çalışılan “Ülkücü Hareket”i derlemek ve toparlamak için yoğun bir çalışma yürüttü.
Cuntacıların hedefindeki isimlerin başındaydı. Buna rağmen Anadolu’yu karış karış gezdi. Cuntacıların emrindeki asker ve polis karışımı, ülkücü düşmanı, özel seçilmiş güvenlik güçleri tarafından her yerde aranıyordu.
12 Eylül rejiminin ağır baskılarına, zulümlerine rağmen hareketin birliğini, beraberliğini sağlamak ve hareketi yeniden toparlamak için Anadolu yollarına düşmüştü.
Sıkıyönetim komutanlığının arananlar listesinde baştaydı. Büyük şehirlerin sokaklarına resmini asmışlardı. Muhsin Yazıcıoğlu o ağır şartlarda bile aranan ülküdaşlarına, tutuklanan arkadaşlarının ailelerine, ülkücü şehitlerin ailelerine yardım etmeye çalışıyordu.
Ülkücü gençliğin efsanevi başkanı Muhsin Yazıcıoğlu özellikle emniyet ve ordu içindeki solcuların hedefindeki isimdi. 12 Eylül öncesinden beri Emniyet içinde POL – DER adlı Marksist örgütün mensupları Muhsin Yazıcıoğlu ile uğraşmaktaydı.
Marksist örgütler ve onların devlet içindeki kolları Muhsin Yazıcıoğlu’nu öldürmek 12 Eylül öncesi de birçok pusular kurmuşlardı. Ancak hain emellerinde başarıya ulaşamadılar.
C – 5 Adlı İşkence Merkezinde İşkencelerden Geçirildi. İdamı İstendi
Muhsin Başkan 12 Eylül darbesinden yaklaşık 5 ay sonra, 28 Ocak 1980 tarihinde solcu Pol – Der’li timler tarafından düzenlenen bir operasyonla Ankara’da gözaltına alındı. Daha sonra cunta mahkemesinin verdiği kararla tutuklandı.
Muhsin Başkan yakalandığı andan itibaren ülkücü duruşunu, yiğit tavrını devam ettirdi. Psikolojik baskı kurmaya kalkan solcu polisleri, askerleri, savcıları, hakimleri sabrı, iradesi, cesareti ve tavrıyla ezdi. Eğilmedi, dik durdu. Mamak cezaevi yönetimine ve onların emrindeki işkencecilere meydan okudu.
1 Şubat 1981’de geldiği C – 5 adlı işkence merkezinde 27 gün kaldı. Muhsin Başkan 20 gün sadece bir sandalye üzerinde kalmıştı. İnsanlık dışı ağır işkencelerden geçirildi. İşkencecilerin hepsi seçme solcu asker ve polislerdi.
Şehit liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu, 12 Eylül faşizmine karşı mücadelesini, bir operasyonla yakalandıktan sonra götürüldüğü Ankara 4. Kolordu’nun içinde özel olarak cuntacılar tarafından kurulan, C – 5 adlı işkence merkezinde de devam ettirmiş, ser verip, sır vermemiş, işkencecilere direnmiş, teslim olmamıştır. Her türlü zulme ve baskıya rağmen merkezinde işkencecilere karşı dik durmuş, ülkücü duruşunu bozmamış, onlara asla boyun eğmemişti.
Yazıcıoğlu, hem işkence gördüğü C – 5’te, hem uzun yıllar kaldığı Mamak zindanlarında, hem de idamla yargılandığı, 12 Eylül hukuksuzluğunun adı olan, Cunta’nın kurduğu Mamak mahkemelerinde, 12 Eylül asker darbesini yapan Beşli Konsey’e, 12 Eylül rejimine ve cuntanın işbirlikçilerine karşı çıktı, cunta rejimine eleştirdi, tarihi bir duruş ortaya koydu.
Muhsin Yazıcıoğlu 40 yıllık siyasi yaşamının 10 yıla yakınını hapislerde geçirdi. 7 Nisan 1987 günü tahliye edilen Muhsin Yazıcıoğlu kendisiyle röportaj yapan bir gazeteciye duygularını anlatırken “Tahliyeme sevinemedim” diyordu. Bu sözleri 10 Nisan 1987 günkü Türkiye gazetesinde yer almıştı.
Ülkücü gençliğin lideri Muhsin Yazıcıoğlu, “Ben tahliye edilirsem arkadaşlar kendilerini yalnız hissederler. Bu zindandan en son çıkacak ben olmalıyım.” diyordu. 12 Eylül zulmünün bütün dehşetiyle sürdüğü Mamak cezaevinde bir gençlik lideri nasıl davranması gerekiyorsa öyle davrandı. Dava arkadaşları için ümit ve moral kaynağı oldu hep…
Çünkü öylesine asil bir ruha sahipti ki ülküdaşları yatarken kendisinin mahkemeden bir tahliye isteminde bulunmasının doğru olmadığını düşünüyordu. Avukatların “tahliye talebinde bulun” isteklerini hep reddetmiştir.
Yazıcıoğlu bir konuşmasında “Ne kaderime küstüm ne devletime küstüm! Çünkü inanmak iman etmek varsa bir şeye bedel neyse katlanıp; Ya Rabbi kahrın da hoş lütfun da dedik” demişti. Davasına, inanmış bir iman ve ahlak adamı söyler bu sözleri.
Türkiye O’nu Arıyor, Yokluğu Derinden Hissediliyor
Muhsin Yazıcıoğlu’na göre devlet yönetimi, akıl ve adalet üzerine tesis edilmiş olmalıdır. Devlet adamları kriz çıkarmamalı, krize sebep olmamalı, ülkeyi ve milleti krizlere, kaoslara, sokacak tavırlardan, tutumlardan, açıklamalardan mutlaka uzak durmalıdır. Devleti zaafa uğratacak, toplumu gerecek yaklaşımlar sergilememelidir.
Mesele Hz. Ömer’in kuşandığı gibi sorumluluğumuzu kuşanmaktır. Devlet ahlakı ve devleti yönetenlerin mesuliyeti, milli şairimiz, vatan şairimiz, M. Âkif’in söylediği gibi, “Kenâr–ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu/Gelir de adl–i İlâhî sorar Ömer’den onu!” sorumluluğunda bir nitelik arz etmelidir.
Yazıcıoğlu, devletin demokratikleştirilmesini, demokratik siyaseti savunuyordu. Parti devletine, istihbarat devletine, mafya devletine, oligarşik devlete, her türlü despot, ceberut devlete ve anlayışlarına karşıydı.
Diktatörler Yalnız Ölür, Kahramanları Milyonlar Uğurlar
NATO’nun çift şapkalı generali, Teksaslı kovboy Bernard Rogers’in yakın dostu, Pentagon’un en büyük işbirlikçisi, 12 Eylül cuntasının şefi, katil ve diktatör Kenan Evren 9 Mayıs 2015 günü bu dünyadan hesap veremeden gitmiştir. Kenan Evren’in cenazesi diktatörleri örnek alanlara, onlara özenenlere ibret olsun! Darbenin şefi Kenan Evren musalla taşında tek başınaydı. Yanında sadece ikbal günlerinde beraber olduğu bir avuç yardakçısı vardı. Cenazede millet yoktu. Devlet ise milletin tepkisinden çekinmişti. Kenan Evren eceliyle öldü. Kenan Evren’in ölümüne üç beş yandaşı dışında kimse üzülmedi. ABD/NATO yandaşı Kenan Evren musallada yalnız kalmıştır. Ölüsüne yakınları ve statükonun dışında kimse sahip çıkmamıştır.
Devlet başkanlığı döneminde bir milyona yakın insan gözaltına alınmıştı. Yüz binlercesi işkenceden geçirildi. On binlerce kişi cezaevlerine dolduruldu. Yüzlerce insan işkencede katledildi. 50 kişi idam edildi. Demokrasi askıya alındı, meclis kapatıldı. Toplum sindirildi, büyük baskı ve zulümler gördü. 12 Eylül rejiminin başında olan diktatör Kenan Evren Türkiye’ye tam bir cehennem yaşatmıştı.
12 Eylül Darbesi sırasında, CIA Türkiye Masası İstasyon Şefi’nin Kenan Evren gibi cuntacıları kastederek “bizim çocuklar başardı, işi bitirdiler, darbeyi yaptılar” dediği beşli konseyin şefi, darbecilerin lideri Kenan Evren aslında çoktan ölmüştü, sadece fiziken yaşıyordu. 12 Eylül rejiminin ruhu devam ediyor. 12 Eylül kurumları ve anayasası yerinde hala duruyor. 12 Eylülcüleri, Evren gibi bir diktatörleri hala örnek alan otoriter zihniyetliler var.
Evren’in cenazesinde, devlet adına katılanlarla beraber toplam 150 kişi varken, Kenan Evren’in ve cuntacıların talimatıyla C – 5 adlı işkence merkezinde insanlık dışı işkencelere maruz kalan, her türlü zulme uğrayan, buna rağmen inandığı hak davadan taviz vermeyen Kenanist rejime eğilmeyen milletin adamı Muhsin Yazıcıoğlu’nun cenazesinde ise 1 buçuk milyon insan vardı.
Kenan Evren gibi diktatörler tarihin karanlıklarında yerini alır. Milletinin sevgilisi, Muhsin Yazıcıoğlu gibi kahraman dava adamları ise milyonların sevgi seliyle uğurlanır.
Milletin adamı, mazlumların sesi milli ve yerli lider Muhsin Yazıcıoğlu kahramanlara, millet önderlerine nasip olan bir cenaze töreni ile milyonların dualarıyla uğurlanmıştı.
Muhsin Yazıcıoğlu: “Namlusunu Milletine Çevirmiş Bir Tankı Asla Alkışlamam”
4 Şubat 1997’de Sincan’da yürütülen tanklar için Genelkurmay Karargahı’na en sert tepkiyi şehit liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu gösterdi. Bilge lider, milletin adamı. Demokrasi savunucusu, Muhsin Yazıcıoğlu, tankların sokağa çıktığı gün bayram eden ve askeri tahrik eden zinde güçleri “Demokraside çözüm asker çağırmak değildir” diyerek uyarıyordu. Tankları alkışlayan antidemokratik çevreleri “Türkiye’yi maceraya sürüklemek isteyen” karanlık çevreler olmakla itham etti ve onlarla mücadele etti.
5 Şubat 1997 tarihli Gündüz gazetesinde askerin siyasete müdahalesini eleştiren sözleri şöyleydi: “Bu çevrelere sesleniyorum. Rüzgar eken fırtına biçer ve bu fırtınadan mutlaka kendileri zarar görür.”
Muhsin Yazıcıoğlu iki gün sonra başka bir açıklamasında “Namlusunu milletine çevirmiş bir tankı asla alkışlamam” dedi. Bu sözleri de, 7 Şubat 1997 tarihli Gündüz gazetesinde manşetten verildi.
Demokrasiye müdahale eden TSK içindeki mezhepçi cuntaların organize ettiği tankların yürüyüşünü 23 Şubat 1997’de Washington’da katıldığı bir baloda yaptığı konuşmada; “Demokrasiye balans ayarı” olarak ifade eden Genelkurmay 2. Başkanı Org. Çevik Bir’in açıklamalarına en net tavrı yine Muhsin Yazıcıoğlu vererek şunları söyledi:
“Demokrasiye balans ayarı yapmak kimsenin haddi değildir. Bu ülkede demokrasi asker sivil herkese lazımdır. Demokrasiye balans ayarı yapmak sivil otoritenin emrinde olan bir askeri bürokrata düşmez.”
Muhsin Yazıcoğlu: “Türkiye İran Olmayacak Cezayir Olmayacak Suriye Yapılmasına da Biz İzin Vermeyeceğiz”
Patronlar Kulübü “TÜSİAD!”ın da içinde yer aldığı “Beşli Çete” denilen Genelkurmay Karargâhı ile irtibatlı “sivil ihtilal kuvvetlerinin” ve ordu içindeki mezhepçi cuntaların antidemokratik baskıları devam ediyordu. Kartel medyası iş dünyası ve onların Meclis’teki temsilcileri olan bazı siyasi partiler demokrasi dışı arayışları sürdürüyordu.
BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu askeri vesayete ve onun her türlü işbirlikçilerine şunları söylüyordu: “Sivil siyasete ordu karışamaz. Genelkurmay karargahı milli güvenliğimizle ilgilenmelidir, siyasetle değil. Siyaset siyasetçilerin işidir, askerlerin değil. Demokrasilerde Ordunun yeri kışladır.”
Askeri darbe ile yönetime el koyup, BAAS’çı/Nusayrici bir dikta rejimi kurma çabalarına; “Türkiye, İran olmayacak, Cezayir olmayacak. Suriye yapılmasına da biz asla müsaade etmeyeceğiz” diyerek karşı çıkıyordu. BAAS rejimi peşinde koşan Laikçi – Faşistlere, Neomaoculara, kartel medyasına, askeri darbeye çağıran sivil ihtilal kuvvetlerine meydan okuyan tek liderdi.
Bu tarihi söz ve çıkış, Genelkurmay karargâhında bile yankı bulmuş, toplumun birçok kesiminden büyük destek almıştı. Muhsin Başkan, ilkeli siyaseti, dik duruşu ve yiğit tavrıyla 28 Şubat aktörlerinin, küresel baronların, karanlık, oyununu bozmuş, ordu içindeki cuntalara geri adım attırmış, birçok çevreye göre ise; 28 Şubat sürecinde Türkiye’yi mezhepçi Sol BAAS zihniyetli bir askeri darbeden kurtarmıştı.
Ordu içindeki mezhepçi cuntalar 1997 Haziran’ında darbeyi yapmayı planlarken, bir takım siyasiler ve bürokratlar “Darbe olacak” diye yurtdışına çıkma hazırlıkları yaparken, Muhsin Başkan’ın ülkeye ve demokrasiye sahip çıkan tarihi çıkışı darbeyi tersine çevirecekti.
Herkes darbeden korkarken, suspus olurken köşelerine çekilirken bilge lider Muhsin Yazıcıoğlu ülkeyi felakete sürüklemek isteyen tek partili rejim kurmaya çalışan sol cuntalara hukuk dışı yapılara meydan okuyor, demokrasiden taviz vermiyordu.
Demokrasiyi ve milli iradeyi savunan Muhsin Yazıcıoğlu’nun bu yiğit ve Ülkücü tavrı Türk siyasi hayatında etkisini hemen gösterecek vesayetçi çevreler, ortalıkta eskisi gibi darbe çağrıları yapamayacaktı.
Muhsin Yazıcıoğlu’nun bu tarihi çıkışı ve vermek istediği mesaj hemen yankı buldu. Mesajı alması gerekenler aldı. Kısa bir süre sonra önemli müspet tepkiler aldı. Devletin kilit ve hassas yerlerine gönderdiği adrese teslim mesajı yerini bulmuştu. Muhsin Yazıcıoğlu’nun, ülkenin geleceği ile tarihsel çıkışı etkili olmuş, Türkiye bir Laikçi/BAAS zihniyetli askeri darbeden dönmüştü.
Şehit Liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu birçok toplantılarda küresel projelere nasıl karşı çıktığını, alet olmadığını açıkça ifade etmiştir.
Muhsin Yazıcıoğlu, demokrasiye ve millet iradesine sahip çıkan bilge tavrını, Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın kaleme aldığı, açıkça demokrasiye bir müdahale olan, 27 Nisan 2007’deki e – muhtıraya, hükümetten önce karşı çıkarak sürdürmüş ve antidemokratik e–muhtıraya ilk karşı çıkan siyasi lider olmuştur.
BBP lideri 28 Şubat’ta olduğu gibi Türkiye’nin oligarklarına bir kez daha çok net bir tavır koymuş karşı çıkmıştır. Yazıcıoğlu bu milli iradeden yana olan demokratik çıkışıyla darbe peşinde koşan militarist kesimlerin önünü kesmiştir, oyunlarını bozmuştur.
Muhsin Başkan ordunun sivil siyasete karışmasına, müdahale etmesine şiddetle karşı çıkmış, askeri vesayetten yana olan demokrasi dışı arayışlarla daima mücadele etmiştir. Antidemokratik bir rejim peşinde koşan dikta rejimi heveslileriyle mücadelenin, demokrasi açısından son derece önemli olduğunu her yerde açıkça dile getirmiştir.
ABD’nin Emperyalist Yeni Dünya Düzenine (YDD) Meydan Okuyan Lider: Muhsin Yazıcıoğlu
7 Nisan 1987 yılında cezaevinden çıktıktan sonra dava arkadaşlarıyla aktif siyasi hayata girdi. 20 Ekim 1991 genel seçimlerinde Sivas’tan milletvekili seçildi. Daha sonra 7 Temmuz 1992’de MÇP’den ayrılarak kendisiyle birlikte hareket eden kadrolarla 29 Ocak 1993’te Büyük Birlik Partisi’ni kurdu. Şehadetine kadar BBP’nin genel başkanlığını yaptı.
1947’de başlayan, 1989’da Berlin duvarının yıkılması ve SSCB’nin çökmesiyle, sona eren soğuk savaş yıllarının iki kutuplu dünyasından ABD ve NATO’nun hakim olduğu tek kutuplu bir dünyaya geçilmişti. Girilen yeni dünya düzeninin şifrelerini ilk deşifre eden yine Yazıcıoğlu idi.
Yeni Dünya Düzeni’nin ABD ve Batı emperyalizminin küresel çıkarlarına hizmet edeceğini, bunun yeni sömürgecilikten başka bir anlamı olmadığını söylüyor, bu konuyla ilgili çok önemli siyasi tespitlerde bulunuyor ve “YDD” (Yeni Dünya Düzeni) tehlikesine dikkat çekiyordu. İç siyasette olduğu gibi dış siyaset tespitlerinde de yanılmayacak ve haklı çıkacaktı.
“Yeni Dünya Düzeni” planının Amerika’nın dünya imparatorluğu peşinde koşan küresel emperyalist düzenin adı olduğunu ilk dile getiren siyasetçilerden biri oldu Yazıcıoğlu…
Yeni Dünya Düzeni ardından Türkiye’yi yakından ilgilendiren BOP (Büyük Ortadoğu Projesi), BİP (Büyük İsrail Projesi) gibi emperyalist planların merkezinde Anadolu coğrafyasının bulunduğunu, bu projelerin tek amacının Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak, bölmek ve parçalamak, Ortadoğu’yu kan gölüne çevirmek ve terör devleti Siyonist İsrail’i korumak, güvenliğini sağlamak olduğunu ilk söyleyen lider de yine O’ndan başkası değildi.
Yazıcıoğlu ezber bozmuştu. Sisteme muhalif ve antiemperyalist çizgisi küresel güçleri de rahatsız etmişti. Yazıcıoğlu, ABD’nin yeni dünya düzeni dediği emperyalist düzene karşıydı. Ortadoğu’da konuşlanan Çekiç Güç vb. karanlık güçlere hep karşıydı. “Topraklarımızda Çekiç Güç’ü istemiyoruz, Çekiç Güç defolsun” diyen, bunu kurulduktan sonra da Meclis’te en sert bir şekilde dile getiren partinin lideriydi.
Muhsin Yazıcıoğlu ABD ve NATO’ya bağımlı bir dış politikanın Türkiye’yi bölgede ABD’nin ileri bir karakolu haline getirdiğini, ABD çıkarlarına hizmet ettiğini düşünüyordu. Muhsin Yazıcıoğlu, Türkiye’nin milli ve yerli, emperyalizme bağımlı olmayan, şahsiyetli ve onurlu bir dış politika izlemesini savunuyordu.
Milli ve yerli lider Muhsin Yazıcıoğlu PKK terör örgütü için “çok uluslu şirket” demiştir. PKK’nın arkasında ABD, AB, İsrail ve küresel silah lobilerinin, savaş lobilerinin olduğunu söylemiştir.
Hep demokrasiyi ve milli iradeyi savundu. Gladyo ile darbe peşinde koşanlarla mücadele etti
“Soğuk Savaş” (1947 – 1989), Berlin duvarının yıkılması ve 1991’de SSCB’nin dağılmasıyla sona erdi. Ancak Türkiye’de hem zihniyet, hem kullanılan yol ve yöntemler olarak halen devam ediyor. Soğuk Savaş dönemine has “Psikolojik Savaş”, “Özel savaş”, “Örtülü Harp”, “Destabilize” faaliyetleri, “kirli politikalar” her alanda sürüyor.
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle, Avrupa’da Gladyo tasfiye edilirken, Türkiye’de ise Gladyo çalışmalarını, aksatmadan devam ettiriyordu. 1993 sürecinin; suikastlar, provokasyonlar, faili meçhul cinayetler, devlet içinde illegal yapılanmalar ve demokrasi dışı arayışlarla, 12 Eylül 1980 öncesinden farkı yoktu. Gazeteciler, yazarlar, akademisyenler, emekli ve muvazzaf subaylar, profesyonelce işlenmiş siyasi cinayetlere kurban gittiler. Dursun Karataş’ın liderliğini yaptığı Dev – Sol adlı taşeron örgüt (DHKP – C), 1990 – 1992 yılında asker, MİT, emniyet ve yargı mensuplarına yönelik kanlı cinayetler işledi, eylemler yaptı.
1. Körfez Savaşı’nın sona ermesinden sonra, bölgedeki boşluktan istifa eden PKK ise, TSK’ya silahlı eylemler düzenledi. PKK’nın 1991’den sonra yükselen silahlı eylemlerinin asıl kaynağı, Irak’ın kuzeyinde oluşturulan “güvenlik bölgesi”dir. Körfez Savaşı’nın ardından ABD ile batılı müttefiklerinin, Türkiye’yi “üs” gibi kullanarak, Kuzey Irak’ta yarattıkları fiili durum, Türkiye’deki bölücü terör örgütünü güçlendirmiştir. 1991 öncesinde PKK, Türkiye’de ancak birkaç kişilik vur – kaç eylemleri ve gözden uzak mezralardaki ve köylerdeki eylemleri ile var olurken, bu tarihten itibaren büyük terör gruplarıyla kanlı eylemlere girişmiştir.
“Kirli Güç” olan Çekiç Güç destekli PKK eylemleri ile birlikte, suikastler de devam ediyordu. 24 Ocak 1993 Pazar günü, gazeteci Uğur Mumcu, bombalı bir suikastle öldürüldü. Uğur Mumcu’nun ardından, Jandarma Genel Komutanı Org. Eşref Bitlis, 17 Şubat 1993’te şüpheli bir uçak kazasıyla hayatını kaybetti. Uğur Mumcu, Eşref Bitlis gibi Çekiç Güç karşıtı olan, terör uzmanı emekli Binbaşı Ahmet Cem Ersever de aynı yıl suikaste kurban gitti.
1991 – 1994 yılları arasında Çekiç Güç’e karşı çıkanlar NATO ya karşı çıkanlar ikinci İsrail’in kurulmasına karşı çıkanlar peş peşe suikast ve şüpheli ölümlerle hayatlarını kaybetmişlerdir
Muhsin Yazıcıoğlu: Çekiç Güç PKK ya destek vermiştir
Çekiç Güç’e baştan itibaren en net ve sert tavrı koyan partilerin başında BBP gelmekteydi. BBP, Çekiç Güç karşıtı birçok toplantı yapmıştı. BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu, hem TBMM’de, hem de katıldığı mitinglerde ve salon toplantılarında yaptığı konuşmalarda, Çekiç Güç’ün görev suresinin uzatılmasına şiddetle karşı çıkmış ve küresel güç Çekiç Güç’ün kovulmasını istemiştir.
Muhsin Başkan, Çekiç Güç konusundaki endişesini daha BBP lideri olmadan evvel de ortaya koymuştu. (MÇP Genel Sekreter yardımcılığı görevinde, daha sonra MÇP’den ayrılıp “Yeni Oluşum” hareketini başlattığı dönemde). 29 Ocak 1993’te BBP’yi kurup, partinin başına genel başkan olduktan sonra, Muhsin Yazıcıoğlu, Cumhurbaşkanı Turgut Özal ve Özal’ın ölümünden sonra Cumhurbaşkanlığına seçilen Süleyman Demirel’e, Çankaya köşkünde, bizzat Çekiç Güç konusunda, “bölücülere destek veren kirli güç Çekiç Güç defolup gitmelidir” demiş ve duyduğu rahatsızlığı devletin en tepesindeki iki isme, yüzlerine karşı söylemişti.
Türkiye, Çekiç Güç konusunda bir büyük belayı başına sardığını sonradan anladı. Liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu , 27 Haziran 1995’te TBMM’ye 9. Kez getirilen, Çekiç Güç’ün süresinin uzatılmasına bir kez daha karşı çıkıyor ve bu konu ile ilgili Parti genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında şunları söylüyordu:
“Türkiye’yi istikrarsızlaştırmaya çalışan ve terör örgütü PKK’ya destek veren, Çekiç Güç, topraklarımızda asla barındırılmamalıdır. Çekiç Güç bir ihanet gücüdür. Bu gücün görev süresinin uzatılmasını savunanlar işbirlikçidir. Çekiç Güç Bir işgal kuvvetidir. Türkiye’nin bölünmesi ve parçalanması için bu karanlık güç getirilmiştir. Çekiç Güç, hem PKK’ya hem Barzani ve Talabani’ye yardım ediyor. Çekiç Güç eliyle yanı başımızda ikinci bir ‘İsrail’ kurulmaya çalışılıyor. Çekiç Güç direk Pentagon ve Washington’a bağlıdır.”