Dünyada 21’inci yüzyılın modası: Seçimli otokrasi
Kayahan Uygur 01 Ocak 1970
Yeni dönemde Soğuk Savaş’a özgü çoğu ABD destekli askeri müdahaleler devri kapandı, milliyetçi rejimlerin tek partili ulus devletleri birçok yerde yıkıldı bunun yerine dünyanın yeni düzenine uygun seçimli otokratik rejimler belirdi.
“Seçimli otokrasi” kavramı son 30 yılda dünyadaki siyaset bilimcileri ve sosyologlar tarafından sıklıkla kullanılıyor ve bu alanda özel araştırmalar yapılıyor. Danimarka parlamentosunun düşünce kuruluşu olan Partiler ve Demokrasi Enstitüsü’nün (DİPD) geçenlerde yayınladığı 2024 yılı ve seçimli baskı rejimleri hakkındaki makale bu konuda ilginç saptamalar içeriyor. DİPD dünyada en yaygın yönetim biçiminin artık seçimli otokrasi olduğunu vurguluyor ve dünya nüfusunun %44'ünün bu tür otokrasilerde yaşadığını söylüyor. Bu, şimdiye kadarki en yüksek oran. Rusya, Pakistan, Hindistan, Macaristan ve yakından bildiğimiz diğer bazı ülkeler bu kategoride yer alan devletler. Bunlara hâlâ tek partili kalan Çin gibi ülkeleri de eklersek dünyada gidişin demokrasiye değil diktaya doğru olduğu görülüyor.
Peki, gerçekte demokratik olmadıkları halde bu ülkelerde neden seçim yapılıyor? DIPD’nin konuyla ilgili olarak dünyada yapılmış olan araştırmaları inceledikten sonra bulduğu nedenleri şöyle sıralayabiliriz:
KÜRESEL MASALARDA OLMAK İÇİN BİLET
Bu rejimler seçimler yoluyla kendilerine uluslararası meşruiyet sağlıyorlar. Bu rejimlerde yapılan seçimler görünüşte otokrasi ile bağdaşmaz gibi görünseler de onları zayıflatmaktan çok güçlendiriyor. Otokratik liderlerin seçim maskaralığının ardında, güç ve kontrolü sürdürme aracı olarak kullanılan bir dizi stratejiyi gizleme çabası var. Araştırmalar, seçimlerin yapıldığı otokrasilerin yapılmayanlara göre uzun vadede daha sürdürülebilir olduğunu gösteriyor.
Otokratik liderler için seçim en çok uluslararası meşruiyet ve tanınma açısından önemli. Seçimler sayesinde, süreç usulsüzlükler ve hilelerle gölgelenmiş olsa da demokratik normları takip ettiklerine dair dünyaya bir sinyal göndermiş oluyorlar.
DIPD’nin makalesindeki “Rejim, çok partili seçimler düzenleyerek demokratikleşme sürecine dâhil olduğunu gösterebilir ve bu da genellikle otokratik liderlerin katılmayı cazip bulduğu çok çeşitli uluslararası forumlara erişim sağlar, böylece seçim düzenlemek uzun ve yuvarlak masalara oturmak için bir bilet haline gelir.” cümlesi içinde bulunduğumuz dönemin ruhunu çok güzel anlatıyor.
“HALKIMIZ İSTİYOR” YALANI İÇİN SEÇİM
Baskı rejimlerinin seçim yapmasının ikinci nedeni yaptıkları insan hakları ihlallerini “halkımız istiyor” yalanına dayandırmaktır. Seçimler otokratik liderlere, desteğin gerçekliği şüpheli olsa bile ona atıfta bulunarak politika ve kararları yürürlüğe koyma fırsatı verir. Bir seçim "zaferi" ile bir iktidar, örneğin özgür basını ve bağımsız yargıyı, "halkın iradesini" yerine getirme kılıfı altında daha kolay yok edebilir.
Seçimler, memnuniyetsizliğin “gazını almak” ve bir siyasi katılım yanılsaması yaratmakta bir yöntem olarak hizmet eder. Otokratik liderler sınırlı bir demokratik alana izin vererek potansiyel toplumsal huzursuzlukları engellerler. Seçimler halka liderler üzerinde somut sıkıntıları konusunda etkiye sahip oldukları hissini verir. Tabii bu sahte bir duygudur, halkın sorunları ve istemleri onların umurlarında bile değildir.
ELİTLERİN PASTA PAYLAŞIMI
Bu tür rejimlerde seçim yapılmasının üçüncü nedeni ülkenin elitlerini, parti üyelerini veya toplumdaki güçlü grupları yönetime dâhil etmektir. Otokratik liderler için seçim, elit gruplar arasında 'ganimeti paylaşmanın' hızlı bir yöntemi olabilir. Elitler seçimleri, ülkenin önemli yönetim pozisyonlarına keyfi atamalar yerine daha "adil" ya da "etkili" bir paylaşım yöntemi olarak görebilirler. Böylece en "popüler" ve güçlü elitlerin rejime bağlı olması sağlanır.
Son olarak seçimler, elit kesimler arasındaki potansiyel muhaliflerin caydırılmasına yardımcı olur. Rejim seçimleri hep "kazandığında" muhalif olmaya eğilimli zenginler, gazeteciler, aydınlar, sanatçılar “nasıl olsa bu böyle devam edecek boşuna dışarda kalmayalım” diye iktidar “şakşakçısı” olurlar. Ne kadar tanıdık bir durum değil mi? Kimi dürüst insanlar da böyle bir manzarayla karşılaştıklarında şöhreti ve parayı bir yana iterler. Medyada onlardan söz edilmesi bile yasaklanır. Ama onların sayısı bir elin parmaklarını geçmez, toplum o insanların farkına varmaz bile.
MUHALEFETİ ETKİSİZLEŞTİRMEK
Seçimler aynı zamanda muhalefetin bir kısmını rejime dâhil etmeye ve bu yolla muhalefeti zayıflatmaya ve parçalamaya da hizmet edebilir. Otokrasiler, rejimi desteklemeyen aday ve partilerin yerel düzeydeki ve parlamento için yapılan seçimlerde yarışmalarına izin vererek, iç rekabet yoluyla muhalif güçleri bölebilirler.
Araştırmalar, otokrasilerdeki seçimlerin, rejime karşı olan ama aynı zamanda yürütme gücünü elinde tutmak isteyen muhalefet partileri için farklı teşvikler yarattığını göstermektedir. Rejim, seçimleri düzenleyerek ve hangi adayların ve partilerin aday olmasına izin verileceğine dair kurallar koyarak, aday olamayan dışlanmışlar ve aday olabilenlerden oluşan "bölünmüş rekabet yapıları" yaratır. Kendisi ise yüzde 50’yi sağlam bir şekilde aşan bir blok oluşturur ve bunu kalıcı kılar.
Bu tür rejimler birçok ülkelerde seçimlere genellikle sadece zayıf ya da sadık muhalif figürlerin katılmasına izin verirler. Güçlü muhalif liderler ise ya skandallarla ekarte edilirler ya da hapsi boylarlar. Bu şekilde muhalif bir meydan okumanın tehdide dönüşmesi önlenir.
SEÇİMLER İKTİDAR İÇİN BİR BİLGİ KAYNAĞIDIR
Seçim sonuçları, halkın nabzının tutulmasına, desteğin yüksek olduğu bölgelerin ve muhalefete destek veren yerlerin saptanmasına yardımcı olabilir. Bu bilgilerle donanmış olan liderler dikkatlerini muhalefetin kalelerine çevirebilir ve seçimden sonra onları cezalandırabilir, desteklerini satın alabilir ya da sadakatlerini değiştirmeleri için tehdit edebilirler. Ayrıca, seçimler otokratlara yerel görevlilerinin ne kadar yetenekli olduğu hakkında bilgi verirler. Belirli seçim merkezlerindeki düşük destek, yerel yetkilinin beceriksiz olduğuna ya da bölge sakinleri arasında sevilmediğine işaret eder ve bu durum daha sonra düzeltilebilir.
Otokratik rejimlerde seçimlerin demokratik görünüşü ardında gizli güdüler vardır. Otokratik liderler için seçimler, iç kontrolü sağlamak, meşruiyet yanılsaması yaratmak ve halk arasındaki potansiyel huzursuzluktan kaçınmak arasında denge kuran bir güç oyunudur. Ancak seçimle işbaşına gelen otokrasilerin çok geniş bir kategori olduğunu ve yönetim biçiminin devletten devlete büyük farklılıklar gösterdiğini de unutmamak gerekir. Örneğin Macaristan'daki yurttaşlar Rusya'dakilere kıyasla çok daha fazla sivil haklara ve demokratik etkiye sahip olmaya devam ediyorlar. Otokratik rejimler değişik tarihi, kültürel, dini geçmişlere sahip oldukları için kendi aralarında farklılıklar gösterirler.
TAMAMEN OLUMSUZ DA DEĞİL
Otokrasilerdeki seçimler tamamen olumsuz da değildir. Demokratik olmayan seçimler bile halkta olumlu değişim yaratma potansiyeline sahiptir. Bu durum genellikle yerel seçimlerin ulusal seçimlerden daha serbest olduğu otokrasilerde görülür. Adaylar tarafından somut seçim vaatleri verilir ve yerel ihtiyaçlar hakkında konuşmak için bir alan ortaya çıkar. Bazı koltuklar için siyasi rekabetin olduğu bağlamlarda, vatandaşların bazı yetkilileri sorumlu tutması ve görev yerlerini değiştirmesi için bir fırsat yaratır.
Seçim iki kötü arasında bir seçimle sınırlı kalsa bile, az da olsa bir etki yaratır ve kamu görevlilerini eleştirel bir gözle değerlendiren bir kültürün oluşmasına katkıda bulunur.
Danimarka düşünce kuruluşu DIPD’ye göre seçimler bir ülkenin demokratik koşulları hakkında ülke insanlarına ve dünya kamuoyuna bilgi verir. Muhalefet hareketleri ve sandık gözlemcileri, seçim ihlalleri ve toplumdaki demokratik eksiklikler hakkında farkındalık yaratabilecekleri bir pencere elde ederler. Artan bilinç ve eleştirel değerlendirmeler halkı demokrasi için harekete geçmeye motive edebileceği gibi bazı koşullarda diğer devletlerin rejime yaptırım uygulamasına da neden olabilir.
İLMEK İLMEK DOKUNMUŞ REJİMLER
Seçimli otokratik rejimler görüldüğü gibi oldukça rafine, ince hesaplar ve tuzaklar dolu kurnaz sistemlerdir. Bu tür rejimler kurup yerleştirmek örneğin Ortadoğu otokratlarının seviyesinin çok üstündedir. Çünkü seçimli otokrasi onların kıt bilgi ve görgülerini kat kat aşacak politik teknik ve taktikler gerektirir. Bu rejimlerin rastlantı sonucu oluştuklarını, dünyanın 1990’dan sonra oluşan yeni düzenine liderlik yapan ülkelerin ve onların istihbarat servislerinin katkıları olmadan kendiliklerinden ortaya çıktıklarını düşünmek mümkün mü? Bence değil. Açık danışmanlık kurumlarının rehberliği, Yeltsin’e yapılan sahte 1991 darbe senaryosu gibi girişimlere katkı, bilgi aktarımı ve gizli politik yönlendirmeler olmadan dünyanın birçok ülkesinde birbirlerine benzer rejimlerin oluşmasının akla uygun bir açıklaması yoktur.
Belli ki küresel güçler özellikle bazı kilit ülkelerin seçimli otokrasiler tarafından yönetilmesini kendi çıkarlarına daha uygun buluyorlar. Çin’e karşı rekabette Hindistan’ı kullanmak, göç akımını engellemek için kimi ülkelerle anlaşmalar yapmak, doğal kaynakların kontrolü ve çeşitli jeopolitik amaçlar bunun nedeni olabilir.
Çok partili gerçek bir demokratik rejim partiler arasında ulusal çıkarları koruma konusunda bir yarışa yol açacak olması bakımından küresel güçleri korkutuyor. Onların işine yarayan rejimler muhalefetin etkisiz olduğu seçimlerle maskelenmiş parti-devletlerdir. Haksızlığın, adaletsizliğin istikrarını böyle sağladıklarını düşünüyorlar. Hatta bunun için bu tip otokratik rejimleri kişiselleştirmeye de önem veriyorlar. Bu ülkelerde “kişiye tapma” eğilimini kasıtlı olarak destekliyorlar.
Batı’da kişiselleşmiş otokrasilere yönelik de önemli çalışmalar var. Barbara Geddes, Joseph Wright ve Erica Frantz adlı Amerikalı siyasal bilimcilerin “How Dictatorships Work” adlı 2018 yılında yayınlanan eserlerinin sunuşunda şöyle deniliyor:
“Kişisel diktatörler kendi ülkelerinde tahribata yol açtıkları, komşularını tehdit ettikleri ve düştükten sonra yeni diktatörlüklere zemin hazırladıkları için, araştırmamızın ima ettiği temel politika önerisi, uluslararası politika yapıcıların, genel güvenlik kaygıları desteklenmeleri doğru olsa bile, diktatörlük yönetiminin kişiselleşmesine katkıda bulunmaktan kaçınmaları gerektiğidir. Sınırsız takdir yetkisine sahip diktatörler, müttefikleri tarafından kendilerine sağlanan silahları onlara karşı kullanarak kolayca ve öngörülemez bir şekilde taraf değiştirebilirler… Kişiselci bir diktatörü devirmek için yapılan dış müdahaleden sonra demokratikleşme olasılığı yüksek değildir. Kişiselci diktatör ne kadar keyfi, şiddet yanlısı ve paranoyak olursa, devrilmesinin başka bir otokrasi, iç savaş veya başarısız bir devletle sonuçlanma olasılığı da o kadar artar. Destek için dar etnik, klan veya dini gruplara bel bağlayan kişiselci diktatörlerin özellikle kanlı geçişler ve şiddetli, istikrarsız gelecekler yaşama ihtimalinin yüksek olduğunu öne sürüyoruz.”
Zor işler
Bu önerilerin, 2000 yılında iktidara gelen Biden ve Demokrat Parti ekibini önce etkilediği ancak sonra görüşlerin değiştiği anlaşılıyor. ABD’nin dünyada karşılaştığı güçlükler onları zor duruma düşürmüş olabilir. Şimdi her hâlükârda bu ekipten ABD Başkanlık seçimlerine 6 ay kala önemli bir politik viraj beklemek de anlamsız. Uygarlığa güvenelim. İyimserliğimizi koruyalım. Seçimler demokrasi için bir değer ve insanlık bu alandaki oyunları da en sonunda bozacaktır. Herkesin oy kullanması bunun araçlarından biri.