Türk Tarih Kurumu
İlber Ortaylı 01 Ocak 1970
Bizim Tarih Kurumu’nu taşıyacaklar. Lüzumsuz bir tasarruf. Biz aksine kendi kafalarımızda Türk Tarih Kurumu’yla Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ni yan tarafta boşaltılan Olgunlaşma veya eski adıyla İsmet Paşa Kız Enstitüsü’nün binasıyla birleştirip Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin arkasındaki saçma sapan kısmı yıkıp Bruna Taut’un, Turgut Cansever’in Cumhuriyet mimarlarının özgün eserlerini bir arada Ankara Üniversitesi’nin Atatürk Bulvarı kampüsü gibi Beşerî Bilimlerin beynelmil, unutulmaz bir merkezî olarak planlamıştık. Şimdi ise bu dala el atanlar daha başka yapmışlar. Şehrin ta dışında kutup yıldızı gibi beş köşeli bir bina yapmaya başlamışlar ki bana kalırsa hiçbir işlerliği olmadığı temininden belli oluyor.
TARTIŞMASI bile lüzumsuz. Târîh-i Osmânî Encümeni’nden sonraki kademeyi temsil eder. Târîh-i Osmânî Encümeni bir mecmua çıkarırdı. Yapabildiği şey bazı metinleri yayımlamaktı. Şüphesiz ki Arap harfleriyle yetişen nesiller ve Osmanlıca dediğimiz bürokratik dili bilenlerin daha fazla şeyler yapmaları ve geliştirmeleri mümkündü ama bu saygın faaliyetler bugün Türkiye’deki genç kuşak tarihçilerin yaptıklarıyla mukayese edilemeyecek durumdadır (sayı olarak, devir olarak, araştırma alanı olarak).
Türk Tarih Kurumu
Âsâr-ı Atika Müzesi, Osman Hamdi Bey ve yardımcıları arkeolojik kazı yapmışlardır; bunu biliyoruz. Mesela Aziz Bey’in kızı sonraki Perge’nin kazıcısı Prof. Jale İnan’dır. Dolayısıyla ikinci kuşak arkeologlardan bahsederken çok küçük bir grup da olsa Türkiye’de tarihçilik bakımından üzerinde durmalıyız. Ama şurası bir gerçek ki Türkiye’de kazıları genişleten, bu kazıları üstelik filolojik materyalleri değerlendirerek gerçekleştiren kurum evvelen Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi ve onun yanıbaşında İstanbul Edebiyat Fakültesi’ydi. Bugün artık Yunan-Roma alanında epigraf yetiştirmek, Hititoloji dalında tanınmış uzmanlar yetiştirmek ve Sedat Alp gibi bir Hititolojinin babasından söz etmek mümkündür. Bütün bu faaliyetin içinde 15 Nisan 1931 tarihinde kurulan Türk Tarih Kurumu’nun rolü başta gelir.
ANADOLU SELÇUKLU MEDRESELERİNDEN ESİNLENDİ
Benim ilk gençliğimde bu kurum, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin birinci kattaki konferans salonunda çalışırdı. Genel sekreter ve birkaç memur bitişikteki odadaydılar. TTK’nın unutulmaz kütüphane müdürü ve gerçek anlamda bir kütüphaneci olan merhume Mihin Eren Lugal müdire olarak yardımcılarıyla birlikte orada otururdu. Kütüphanenin bastığı eserler fakültenin bodrum katında sergilenir, satışı oradan yapılırdı. Müracaat kitapları salonun içindeydi. Seneler sonra yan tarafta millî mimarimizin önemli simalarından Turgut Cansever’in Anadolu Selçuklu medrese modellerinden esinlenerek yaptığı ve sonraları iyi ve kötü taklitleri çokça görülen bir mimarî üslupta bina ortaya çıktı. Cansever hakiki bir sanatçıdır. Binanın hiçbir köşesi lüzumsuz ve hiçbir köşesi de ihtiyaca cevap veremeyecek kadar aciz değildi. Hatta çalışma odalarındaki raflar, masa ve sandalyelerini bile tersim etmişti. Bunlar bugün yok olmuştur, nereye gittiğini çok merak ediyorum. Çünkü bence hakiki sanat eserleriydi. İddialı boyutları olmayan ama göze çarpan, tevazularında ihtişam olan çalışma masaları.
Türk Tarih Kurumu
Türk Tarih Kurumu Başkanlığı Binası
Türk Tarih Kurumu dört yılda bir yapılan kurultayları dışında 1960’lardan sonra beynelmilel konferanslara da açıldı. Bunlardan birisi ekonomik ve sosyal tarih, ikincileri ise Balkan kongreleriydi. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin sınıflarında da seksiyonların çalıştığı bu kongre hiç şüphesiz Tarih Kurumu levhasını taşıyan, fakültenin Kızılay Sokağı’na bakan kapısını da açtırırlar ve iki bina arasında trafik birleşirdi. O merdivenlerin başında merak ettiğimiz birçok Osmanistik âlimiyle tanıştık. Irène Mélikoff ile orada görüştüm. Bistra Cvetkova’yı binanın içeri seksiyonlarında gördüm. Asıl önemlisi Rusya Türkolojisinin Sovyetler Birliği zamanındaki en son kuşağının ünlü siması Anna S. Tveritinova’ya da orada takdim edilmiştim. Bu bir bilgi teati merkeziydi. Bu kadar verimli kongreler görmedim. Çünkü Balkan milletleri ve Türkiye demir perde rejiminin de etkisiyle birbirleriyle fazla teması olmayan ülkelerdi. Bunun delindiği tek kanal burasıydı. Ankara değişiyordu. O değişimi yaratan müesseseler Üçüncü Tiyatro - Küçük Tiyatro, Devlet Operası gibi salonlar, filarmoni orkestrası ve Türk Tarih Kurumu binasıydı.
Türk Tarih Kurumu
Yeni yerleşkenin inşaat hali
Şimdi biliyoruz ki, birkaç zamandır bizim Tarih Kurumu’nu dışarı taşıyacaklar. Lüzumsuz bir tasarruf. Biz aksine kendi kafalarımızda Türk Tarih Kurumu’yla Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ni yan tarafta boşaltılan Olgunlaşma veya eski adıyla İsmet Paşa Kız Enstitüsü’nün binasıyla birleştirip Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin arkasındaki saçma sapan kısmı yıkıp Bruna Taut’un, Turgut Cansever’in Cumhuriyet mimarlarının özgün eserlerini bir arada Ankara Üniversitesi’nin Atatürk Bulvarı kampüsü gibi Beşerî Bilimlerin beynelmil, unutulmaz bir merkezî olarak planlamıştık. Çünkü bize itibar edecek insanlar yoktu.
Şimdi ise bu dala el atanlar daha başka yapmışlar. Şehrin ta dışında kutup yıldızı gibi beş köşeli bir bina, bana kalırsa hiçbir işlerliği olmadığı temininden belli oluyor. Ve “Tarih Kurumu burada ne arıyor?” Bu da sorulacak bir soru. Öbür iki kurum Tarih ve Dil Kurumu’nun vazifelerine ortak olan ama kendi başına var olan iki kurumdur. Bunlar 1980’den sonra icat edilen kurumlardır. Kapatılsın demiyoruz, düzenlenebilirler, ıslah edilebilirler; edilmelerinde de fayda vardır. Mesela Atatürk Kurumu modern Türkiye ve Avrupa yeniçağ dünyasının muasır tarihini birlikte inceleyen bir kurum olur. Kültür kurumu da bunun gibi düzenlenebilir.
Türk Tarih Kurumu
Yeni yerleşkenin proje hali
ESKİ HALİNE DÖNDÜRÜLMESİ BOYNUMUZUN BORCU
Dil Kurumu’nun binasını değiştirmek için çoktan böyle bir şey arıyorlardı. Ama Tarih Kurumu’nun böyle bir talebi yoktu. Bu güzel tarihî bina ve atmosferi yok etmenin manası nedir anlamış değilim. Güya binanın ihaleleri tekrarlanıp duruyor ve maliyet artıyormuş. Doğrusu beni hükümetin ve bakanlıkların bu gibi tasarruflarının başarı derecesi pek ilgilendirmiyor. Tarih Kurumu, Türkiye kültür tarihinin, nesillerin anılarında yer etmiş bir abidedir. Bu abidenin nimetlerinden yararlanamayacak kadar ayrı dallarda eğitim gören bazı meslektaşlarımızın da bu harekete katılması normal görülebilir. Ama ne İstanbul’da Bâb-ı Âli’nin arkasındaki orijinal arşiv binamızın oradan kaldırılmasını, tarihi arşivin (Hazine-i Evrak) IRCICA’ya bırakılmasını ve Haliç’e yerleşmesini ne de Tarih Kurumu’nun bu naklini anlamış değiliz, diyorum. Meslektaşların ekserisi bu tasarrufa taraftar değil. Söylentilere göre Tarih Kurumu’nun içinde bir görüş, binanın kurumun elinde kalmasını ve muhafazasını istemiş ve ikna etmiş; ümit ederiz öyledir. Tarih Kurumu’muz bize en önemli Kemalist mirastır. Vazifelerini 90 yıldır şeref ve şanla yerine getirmiştir ve söz her zaman tarihçi ve arkeologların olmalıdır.
Gençler lütfen bunu hafızanıza kaydedin nereye giderse gitsin bu binaların tekrar eski hâline döndürülmesi hepimizin boynunun borcudur.