Ali Ulvi Kurucu
01 Ocak 1970
Ali Ulvi Kurucu, 1922 senesinde, Konya’da dünyaya geldi. Sülalesi Hocazadeler olarak bilinen maruf bir ailedir. Dedesi Hacı Veyis Efendi(1860-1935), Babası İbrahim Efendi aynı zamanda hocasıdır.. Annesi Sare Hanım, Ali Ulvi Bey dört yaşında iken ahirete intikal eder. "Konya’nın en mütedeyyin ve en muhafazakâr hanelerinden biri" olan bu kutlu hane için, "Evimiz sanki bir medrese idi bir akademi idi. Ya ilim konuşurlar, ya hadis, ya ayet konuşurlar, ya dedemin, amcamın, babamın mütalaaları esnasında zorlarına, tuhaflarına, ıstıraplarına giden bir meseleyi görüşürlerdi." Diyor. Yedi yaşında hafızlığa başlar. ".. on yaşımda, camilerde, diğer hafızlarla mukabele okuyan 'Hafız Ali' oldum. Küçük yaştan itibaren güzel sesle Kur’an-ı Kerim, kaside ve naat okuyanlara aşinalığım vardır." Küçük Ali Ulvi’nin gençliğe adım attığı o yıllar değil çocuk okutmak, bir mümin için nefes bile alamayacak hale gelmesi üzerine babası İbrahim Efendi kutsal topraklara hicret etme kararı verir. Babasını bu kararından caydırmak için uğraşan meşhur alim Hülasat-ül Beyan tefsirinin sahibi Konyalı Mehmed Vehbi Efendi’ye İbrahim Efendi şöyle haykırır: "Hacı Mehmed ağa! Yurdumda garip oldum yahu! Oğlumu okutamıyorum. Bütün melanet serbest, polisin işi yok, gücü yok, beni takip ediyor. Hapse götürüyor. Bir tarlam vardı, onu sattım. Ailemin ziynetini sattım. Onlar bitinceye kadar bunları okutacağım. Biterse sakalık(su satıcılığı) yapacağım. Hüccaca (Hacılara) su taşıyacağım, hamallık yapacağım." Vehbi Efendi bunu duyunca; "Hacı Mehmed ağa, bu hale gelmiş imana aşk derler, aşk. Bunun önünde durulmaz. Bırakın gitsin de, yavrularını okutsun." demiş. 1939 senesi Kurucu ailesi için hicret senesidir. Aile, Medine’ye yerleşmeye karar verir. 23 Şubat 1939'de gemiyle İstanbul’dan ayrılırlar. Genç ilim taliplisi Ali Ulvi ise Cidde’den gemiye binerek Mısır’ın yolunu tutar. O sırada Mısır, irfan hayatı bakımından çok velud dimağların bulunduğu bir kültür hazinesidir. Son Osmanlı Şeyhülislamlarından Mustafa Sabri Efendi, Düzceli allame Zahid el Kevseri, Mehmed Akif’in yakın arkadaşı Yozgatlı İhsan Efendi, İbrahim Sabri bey gibi.. Ali Ulvi Bey o günleri şöyle yâd eder; "O zamanın Kahiresi, fikir yönünden son derece canlı idi. Doyurucu makaleler yazanlardan, yepyeni düşünceler ortaya koyan fikir adamlarından, herkesin okuyup tartıştığı yazılardan ve kitap bakımından zengin idi. Dini görüşlerin tartışılması da apayrı bir yer tutmakta idi. Benim için, istifade edebileceğim, bildiğini iyi bilen, bilmediği konuda söz söylemeyen, çilelerin içinden gelmiş, görmüş ve geçirmiş şahsiyetler de hep orada idi." "İlk aylarda Arapça kompozisyon yazabilmek için, Ürdün’de doğmuş ve okumuş Dağıstanlı Burhaneddin Efendi’ye gitmemi tavsiye ettiler. Yazımın ilerlemesi için de hattat Akil’den Rik’a dersleri alırdım. Böylelikle hem edebiyatımı, hem de yazımı ilerlettim." Ali Ulvi beyin hattı o kadar ilerlemiştir ki, Mustafa Sabri Efendi’nin bir eserini formalar halinde tekrar yazıp matbaaya götürdüğünde matbaadakiler şöyle demekten kendilerini alamamıştır; "Bu kadar güzel yazı ile matbaaya kitap gelmemiştir." Okulun ilk merhale olan "Ehliye" imtihanını kazanmış, yüksek diploma sayılan "Alemiye" imtihanına hazırlanırken babası İbrahim Efendi’nin ansızın 1945’de vefatı üzerine tahsilini tamamlayamadan aile riyasetini üzerine almak üzere Mısır’dan ayrılarak Medine’nin yolunu tutar. Medine Günleri Güzel bir tefavuk olarak, merhum Hasan El Benna ile birlikte Hicaz topraklarına yolculuk eder. Ve artık Resulullah’ın mücaviri olarak geçireği kutlu günler başlamak üzeredir; "Kervan Medine’ye yaklaştıkça içimde bir ferahlık, huzur ve huşu hissediyordum. Artık bu şehir benim için yeni bir vatan olacak ve gelecek hayatım bu topraklar üzerinde gelişecekti. Rabbime sonsuz hamd ve şükürler ederek Peygamber Efendimizin değerini bilenlerden olmamı niyaz ettim." "1946 senesinin Hac mevsiminde geldiğim Medine’de geçirdiğim günler ömrümün en güzel, en verimli, en feyizli ve en faydalı günleri idi. Fikir ve görüşlerinden istifade edebileceğim çok çeşitli şahsiyetlerle görüşme fırsatı buldum." "En verimli şiir hayatım Medine’de başladı. ..Resulullah’a yakın olmak benim için nur üstüne nur oldu; hele kendilerini rüyalarımda görüşümle elde ettiğim feyiz ve hazzı ifade edemezdim; zira bu haller yaşanarak tadılır ve tattıkça yaşanır." Ömür Ağacının Son Günleri 994 Ramazan ayında ağır bir felç geçirmesine rağmen faaliyetlerine ara vermez. Ömrünün son yıllarında altı ay kaldığı ve her tarafını karış karış gezdiği Anadolu’da yeni yetişen gençliği göz yaşları ile selamlar; "Ne gelen var, ne giden var; ne gülümser bir yüz. Yolcu yorgun, yük ağır, menzil uzaklarda henüz. diye milletçe ümitsizliğe düşmüştük dün, Uyanış fecri ufuklarda belirmekte bugün" "Genç nesilden bize hep müjdeci sesler geliyor Uyanış fecrini marşlarla bütün besteliyor Taşı toprakları yurdun dile gelmişçesine Uyuyorlar koro halinde İlahi sesine" 3 Şubat 2002’de ircii emrine münkad olarak Medine’de şeb-i arusuna erer. Allah Rahmet eylesin. Başta ülkemiz olarak geniş bir çevrede yankı uyandıran vefatı dolayısı ile bir çok yerde gıyabi cenaze namazı kılınan Ali Ulvi Efendi Cennet-ül Baki mezarlığına defnedilir.. Şahsiyet ve Ahlak-ı Hamidesi Onu "tam bir insan-ı kâmildi" diyerek özetleyebiliriz aslında. Muhterem Hayreddin Karaman hocamız O’nu şu güzel ifadelerle anlatıyor: "Yüzünde Muhammedî nurun izleri vardı; mütebbessim, mevzun (ölçülü), nurlu bir yüz. Onunla bir mekanı ve zamanı paylaştığınızda, o zaman ve mekan, sizin hayatınızda, mutluluk, heyecan ve kemal yolculuğunda ileri doğru atılmış bir adımın anıtı olurdu. Oradan mutlaka güzel duygular ve faydalı bilgilerle ayrılmış olurdunuz." Peygamber Sevgisi Ali Ulvi Bey denince akla hemen İnsanlığın İftihar Tablosuna karşı duyduğu derin sevgi ve bağlılık gelir. Bu konuda ne hisli terennümleri vardır; "Çiçekler, lâleler, güller sana ilân-ı aşk eyler Gönüllerde esen bâd-ı sabâsın Yâ Resulullah"