« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

31 Oca

2010

Es'ad Hocam / Ahmet Kurucan

01 Ocak 1970

12 Eylül ihtilalini takip eden günlerdi. Ankara İlahiyat Fakültesi'nde talebelik günlerimiz başlamıştı. 12 Eylül öncesi anarşi ortamının tabii uzantısı olan "ülkücü— selametçi" bölünmesi bütün şiddetiyle devam ediyordu.

Talebe yıllarındaki tabirle çaylak olan bizler askeri yönetimin idari anlamda getirdiği disiplin ile öncekilerin kamplaşmaya çağıran propagandaları arasında sıkışıp kalmıştık. Anadolu'dan gelmiş her şey olmaya müsaid talebeler onların nezdinde birer avdan ibaretti.

Bu bölünmüşlükten hocalar da nasibini almış, siyasi eğilimleri çizgisinde bir kampın insanı haline gelmişlerdi. Hoca eğer ülkücü kökenli veya sempatizanı ise, selametçinin onu dinlemesi ve devam mecburiyeti yoksa dersine girmesi düşünülemezdi. Çünkü o ülkücü idi. Tersi de geçerli bunun. Ve zavallı bizler bu ortamda din eğitimi alacaktık!!!

Fakat hocalar arasında birisi vardı ki, farklılığı hemen göze çarpıyordu. Vakit namazlarında en ön safta. Koridorlarda yürürken ülkücüsü—selametçisi herkesin ayağa kalktığı, yol verdiği, bir şekilde saygı gösterdiği ve hep hayırla andığı bir hoca. Kılık kıyafeti, sevecenliği, vakar ve ciddiyeti farklı bir insan. Evet, bu merhum Es'ad Coşan Hoca'ydı. Türk İslam edebiyatı dersimize girmesi ile daha yakından tanıma fırsatını bulduğum Hocaefendi, tam anlamıyla bir edep ve nezaket insanı idi. Herkese bağrını açmış, 12 Eylül öncesinin izlerini silmek için elinden geleni yapan, alabildiğine şefkatli ve yumuşak bir insan. O günlerde bir türlü beceremediğim "vav" harfini nasıl yazacağımı bizzat elimden tutarak, kendine has edasıyla tarif edip yazdırışını unutabilmiş değilim.

Başörtüsünün fakültemizde konsey/ihtilal yönetimi tarafından gündeme getirildiği günleri yaşıyorduk. Kenan Evren fakültemizi ziyarete gelmiş, kütüphanede kitap okuyan başörtülü talebe ile tartışmavari diyaloğu herkesin dilinde idi. Güya Evren başörtüsünün dinin bir emri olmadığını söylemiş, söz konusu talebe de hocaların yanında delilleri ile birlikte meseleyi izaha kalkmıştı. Siz isterseniz bugüne bakarak tarih tekerrür ediyor, diyebilirsiniz. O ziyareti takip eden günlerde fakültede bir hareketlilik yaşandı. Dekan sakal bırakmış erkek talebeleri anfiye topluyordu. Onlar anfiye alınırken, sakalsız talebeler de kapının önünde ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Mesele anlaşılmıştı, sakallı dekanımız yönetim ile pazarlık etmiş, kızların başörtüsüne dokunulmayacak; ama öğretim görevlileri dahil sakallı olan herkes sakalını kesecekti. En azından bize anlatılan buydu. Şimdi talebeler böyle bir dayatma karşısında ne yapacaktı? İkna çalışmalarında kullanılan deliller; yani sakalın sünnet, başörtüsünün farz olması, böylece kızların farzı uygulaması için erkekler sünnetten feragat etme teklifini erkekler uygulayacak mıydı? Bugünkü gibi hatırlıyorum, gözler merhum Es'ad Hoca'ya çevrilmişti. O ne diyecekti? Daha da önemlisi o ne yapacaktı? Çünkü fakültede sakal bırakmış birkaç hocadan biriydi. Ve Es'ad Hoca böyle bir baskıya boyun eğmedi. Belki Hatice Babacan olayından hareketle —o zamanlar öyle söylentiler yaygındı— yönetim de daha fazla ısrarcı olmadı ve mesele kapandı. Daha sonraları duyduğum Hoca'nın aynı baskıdan hareketle erken emekliliğini istediği idi. 7 yıl sonra da olsa, planlanan şey hayata geçirilmiş demekti bunun manası.

Es'ad Hoca'nın hizmetleri meydanda. Bu hizmetler karşısında halktan ve yönetimden gördükleri de. Gurbette vuslatı yaşaması fazla söze hacet bırakmayan bir örnek. Belki de Hak dostlarının müşterek kaderi bu. Beşer zulüm etse de kader ağlarını örmüş hükmünü icra ediyor. Bize de İbrahim Hakkı'nın diliyle; "Mevla görelim neyler/ Neylerse güzel eyler" demek düşüyor herhalde.

Yazının başlığına 'Es'ad Hocam' dedim. O bizi talebeliğe kabul eder miydi bilmem. Ama Osmanlıcayı kendisinden öğrenmiş olmamın cesareti bana bunu söyletti. Böylesi acı bir vefat karşısında küçük bir iki hatırayı dile getirmemin sebebi ise tarihin detaylarda gizli olduğu gerçeğidir. Yarınlarda bugünlerin tarihini yazacak olanlara en azından bakış zenginliği kazandırmaktı amacım.

Merhuma ve aynı kazada vefat eden damadına Allah'tan rahmet diliyor ve hepimizin başı sağ olsun diyorum.

Ziyaret -> Toplam : 125,28 M - Bugn : 33820

ulkucudunya@ulkucudunya.com