Türkiye nasıl düze çıkar?
Esfender Korkmaz 01 Ocak 1970
Türkiye, iktisadi gelişme ve kalkınma yolunda iki defa doğruyu yakaladı;
*Birincisi, 1933-1938 devletçilik dönemi ve birinci beş yıllık sanayi planı,
*İkincisi de 1963-1968 karma ekonomi ve birinci kalkınma planı dönemi.
Her iki dönemde hem büyüme hem de sosyal gelişme yaşadık.
Darbe dönemi sonrasında, dışa açılma stratejisinde aynı niyet vardı ve fakat sonuç olmadı; çünkü devlet yönetiminde dinî ideolojiler daha ağır basıyordu. Son siyasi iktidarın zaten kalkınma hedefi yoktur. Yalnızca büyümeyi konuşuyor. Zaten Devlet Planlama Teşkilatı’nı kaldırmakla da kalkınma politikalarını da rafa kaldırmış oldu.
Zaten bugünkü iktidar istese de Türkiye’nin kalkınmasını sağlayamaz. Çünkü bunun için gerekli, beşeri, demokrasi, hukuki altyapı ve anlayış mevcut değil.
Oysaki bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde kalkınma sorunu yalnızca bu ülkeler için değil, dünya refahı ve barışı için de gereklidir.
Dünya Bankası verilerine göre, 2023 yılında Dünya nüfusunun yüzde 85’i az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yaşıyor. Küreselleşme sürecinde, Çin gibi birkaç istisna dışında zengin-fakir ülkeler arasında fark açıldı. Bu nedenle gelişmekte olan ülkelerin kalkınması daha acil hâle geldi.
Kalkınma kavramı ekonomik, siyasi ve sosyal yapıda değişikliği ifade eder. Örneğin, Suudiler gibi ağırlıklı olarak petrol ihraç edip yüksek gelir sağlayan bir ülke, sosyal yapıda değişmeye gitmezse gelişmiş ülke statüsünde değildir. Zira kalkınmanın boyutu salt büyüme ve gelir artışı olarak değil, iktisat disiplini ötesinde, siyasi, sosyal ayakları da olan disiplinler arası bir yaklaşım gerektirir.
Öte yandan çağımızda gelişmekte olan ülkelerin kalkınma politikaları da değişti. Artık, standart reçeteler yerine, ülkelerin iktisadi ve sosyal yapıları, içinde bulundukları konjonktüre göre, politika oluşturmak gerekiyor
Türkiye’de iktidar kim olursa olsun, Türkiye’nin sosyolojik yapısı, içinde bulunduğu iktisadi konjonktür ve şartlara uygun kalkınma hedefi olmalıdır.
Eski kalkınma reçeteleri artık iş görmüyor. Küreselleşme sürecinde milenyum sonrası gelişmekte olan ülkelerde iktisadi yapı da değişti. Söz gelimi gelişmekte olan ülkelerin kalkınması alanında Nobel ödülü alan Arthur Lewis’in; “Gelişmekte olan ülkelerde nüfusun büyük kısmı geleneksel tarzda üretim yapılan kırsal kesimde ve tarım sektöründe istihdam edilmektedir. Tarım sektörü, sanayi sektörü için düşük bir reel ücretle ve sınırsız işgücü arzı sağlamaktadır.’’ şeklindeki yaklaşımında son örnek Çin olmuştur. Nedeni de Çin’in kapalı ekonomi iken sonradan dışa açılmasıdır.
Dünyada küreselleşme, internet haberleşmesinin yaygınlaşması, uluslararası sermaye hareketlerinin hızlanması, teknoloji transferinin kolaylaşması, şehirleşmeyi hızlandırdı. Kırsalda iş gücü kalmadı. O kadar ki, birçok gelişmekte olan ülkede, bu arada Türkiye’de de ülkede artık köye dönüş programları yapılıyor.
Yine gelişmekte olan ülkelerde bebek sanayilerin korunması anlayışı da Milenyum öncesinde kaldı. Gelişmekte olan ülkeler hazır teknoloji ithal ediyor veya yabancı yatırım sermayesi aynı zamanda kendisi ile birlikte teknoloji de götürüyor. Bu paralelde eğer gelişmekte olan ülkeler Rostow’un teorik kalkınma aşamalarından Kalkış aşamasında sanayi devrimini tamamlamaya kalkarlarsa, bilgi devrimini kaçırırlar ve onlar bilgi devrimine girerken, gelişmiş ülkeler bilgi çağı ötesine geçmiş olurlar. Bu nedenle gelişmiş ülkelerin hedefi bebek sanayilerini korumak yerine, bilgi teknolojileri yaratmak olmalıdır.
Gelişmekte olan ülkelerin içinde bulundukları konjonktüre göre farklı politikalar üretmeleri gerekir.
Söz gelimi İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Keynesgil politikalar bir süre küresel düzeyde piyasa ekonomisi ekonomilerinde, ekonomik canlanmaya ve kalkınmaya destek oldu. Ancak halkı disiplinli, tutumlu ve yolsuzluğa ve popülizme karşı Güney Kore daha hızlı ve istikrarlı bir kalkınma sağladı.
Türkiye gibi ülkeler ise Keynesgil maliye politikalarını, siyasi popülizmde kullandı ve yüksek enflasyon ve istikrar sorunu yarattılar.
Türkiye için bu tür popülizmin özeti; rahmetli Demirel’in o zaman taban fiyatlar için “Kim ne verirse, ben beş fazlasını veririm” sözüdür.
Aslında Keynes de standart reçeteler uygulanmasını “İktisatçılar ve siyasi düşünürlerin fikirleri, doğru olsun veya olmasın, genellikle sanıldığından daha güçlüdür. Uygulamada geriye Dünyayı yöneten çok az şey kalmaktadır.” diyerek ifade etmiştir.
Bu anlayış içinde Türkiye, demokratik ve hukuki altyapıyı yeniden kurmalı, kalkınma planı yapmalı, ayrıca üç yıllık yeni bir istikrara geçiş programı yapmalıdır.