Türk şahinler-neocon ittifakı mı?
İbrahim KARAGÜL 15 Mayıs 2007
Birkaç gündür yazdıklarım bazılarına şaşırtıcı geldi. Ak Parti'nin ABD ile yakın ilişkileri olduğundan hareket edenler, son krizi ABD tarafından tezgahlanan “Ak Parti'yi güçlendirme operasyonu” olarak algıladıkları için, muhtıranın “ilk kez Batı'ya rağmen bir dik duruş” olduğunu iddia ediyor. Meydanlara çıkan yüz binleri de ABD emperyalizmine karşı duruş olarak niteliyor.
Duygularımız, düşüncelerimiz samimi olabilir. Ben bugüne kadar ABD emperyalizmine, bölgemizdeki yıkıcı, bölücü, ayrıştırıcı, parçalayıcı, dönüştürücü projelerine en sert biçimde karşı çıkanlardanım. Öyle olmaya, birleştirici, kaynaştırıcı, özgürlükçü, yerli duruşu desteklemeye, Türkiye merkezli hareket etmeye devam edeceğim.
Acaba gerçekten böyle mi? Türkiye'de “ABD'ye rağmen bir müdahale” yaşanabilir mi? Milli duruş olarak algıladığımız gelişmelerin arkasında bambaşka ilişkileri olabilir mi? Türk/ABD ilişkilerinin tarihine, askeri karakterine, darbe söylentilerinin Türkiye'den önce ABD'de çıkmasına ve buralara sirayet etmesine dikkat etmek gerekmiyor mu?
Ak parti iktidarına yönelik kampanya çerçevesinde aktardığım gelişmeler, birilerinin bu kadroyu farklı gördüğünü ortaya koyuyor. “İslam'la mücadele”nin mimarları için savaş sürüyor. Bu çevreler ne kadar marjinal görünse de, Ortadoğu'da nelere imza attıklarına bakarsak, ABD yönetiminde etkinliklerinin hangi boyutta olduğunu görürüz. Dolayısıyla onlara göre Ak Parti kadroları “İslamcı” kategorisinde ve her an tehdit içerebilecek durumda.
Ben Ak Parti'nin İslami karakterini, ABD'nin desteğine sahip olup olmadığını, son muhtıra sürecinde Washington'ın kimden yana tavır koyduğunu sorgulamıyorum. Sadece neoconların bu kesime karşı yürüttükleri kampanyayı aktararak, Türkiye'de tartışmanın eksik kalan tarafına atıfta bulundum. Kimlerin Amerikancı kimlerin karşıt olduğu gibi bir yargıya hiçbir zaman varmadım. Bence bu boyut önemli.
Washington merkezli darbe tartışması, Cumhuriyetçilere yakın Hudson Enstitüs'nde “görev” yapan Zeyno Baran'ın Newsweek dergisinde “Türkiye'de 2007'de darbe olacak” demesi ve yüzde elli ihtimalden söz etmesiyle başladı. Ama bu “ihtimal” 1 Mart Tezkeresi'nden beri devam ediyordu. Bu çerçevede son derece tahrik edici yayınlar yapıldı, Türkiye'de iç çatışmayı provoke edecek yöntemler üzerinde duruldu.
İslam dünyasına yönelik, (Tabii ki Türkiye'ye de) yıpratıcı başka projelerin de içinde olan Baran'ın; Türkiye'deki AKP karşıtı gösteriler Gürcistan ve Ukrayna'dakilere çok benziyor. Washington'un Genelkurmay'ın bildirisinden sonra sessizliğini koruması çok doğru bir politika” sözleri sanırım bir şeyler anlatıyor. Sokağın bölünmesinin Türkiye'yi nasıl bir kaosa sürükleyeceğini içeren “Mavi ve turuncu bayraklarla yürümek” başlıklı yazıda anlattığım buydu.
Hürriyet gazetesinde 8 Mayıs'ta yayınlanan Kasım Cindemir'in haberinde, bir üst rütbeli subayın ABD'deki açıklamasını hatırlatalım: “Ne Tayyip Erdoğan'ın ne de bir başka İslamcının cumhurbaşkanı olmasına asla izin vermeyeceğiz. Asla ve asla buna izin vermeyeceğiz.” Washington'a yolu düşenlerin özellikle bu çevrelerle görüşmeleri ve söylentilerin bu görüşmelerden sonra Türkiye'ye yansımaları ne anlama geliyor?
Türkiye'deki bazı çevrelerin iktidar mücadelesi ile ABD'deki neoconların öncelikleri birbiriyle örtüşüyor. Ülke bütünlüğü, vatanseverlik, milli duruş gibi sloganları öne çıkaranların, “darbe” çığırtkanlığı yapanlarla, “İslam tehdidi”yle savaş isteyenlerle aynı noktada nasıl buluştukları gözden kaçıyor. O çevreler, süreci bugün de 28 Şubat hesaplaşması şeklinde görüyor. Bu hesaplaşmanın diğer boyutlarını muhtemelen seçimlerden sonra göreceğiz.
28 Şubat'ta İsrail aşırı sağı, Yahudi lobisi ve neoconlarla işbirliği yapanlar Türkiye'nin şahinleri değil miydi? Yıllardır “lobicilik” adına neoconların ceplerini milyonlarca dolarla dolduranlar onlar değil miydi?
Milli refleks üzerinden, geleneksel derin ilişkilerini kullanarak yeni bir operasyon sürecini yürütenler, yüz binleri sokaklara dökenler, onları vatan-millet diye bağırtanlar kimlerle işbirliği halinde?
İslam ve milliyetçilik arasında bir tercih yapılıyor ve hem içeride hem de dışarıda bunun üzerine oyun kuruluyor. Unutulmamalı ki, küresel 28 Şubat devam ediyor. Yine unutulmamalı ki, İslami rengi olan her kadro yeri geldiğinde tehdit olarak tanımlanacaktır.
İsrail aşırı sağının ve neoconların içinde yer aldığı İslamcılık da, milliyetçilik de, laiklik de, demokrasi projeleri de, rejim tartışmaları da bu ülkenin başına büyük belalar açacaktır. Türkiye'deki Müslüman çevrelerin de kendilerini bu açıdan sorgulamaları gerekiyor.
Korkum o ki; seçim sonrası rejim tartışması, müdahale süreci kaldığı yerden devam ederse, Türkiye yeniden ABD-İsrail-Türkiye eksenine oturtulacak, Ortadoğu/İslam dünyasına tekrar sırtını dönecek, işgaller/istilalar/yeni harita taslaklarının bir unsuru haline getirilecek.