Türk-İslam Düşüncesinde Durgunluk Konusu; Süleyman Uludağ
Kenan Eroğlu 01 Ocak 1970
Tasavvuf tarihi uzmanı, ilahiyatçı, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim üyesi olan Prof. Dr. Süleyman Uludağ[1] Türk-İslam düşüncesinde meydana gelen durgunluk konusunu daha başka bir açıdan değerlendiriyor. İslam-Türk dünyasında olduğu ileri sürülen duraklama veya gerileme sürecinin Gazali ile başladığı konusuna hoca katılmıyor. Ona göre İbn Rüşd ve İbn Haldun Gazali’den aşağı değildi.
Eğer bir duraklama varsa toplumda sosyal hareketliliğin duraksaması nedeniyle olmuştur düşüncesindedir.
Hoca’ya göre:
“Peki, içtimai ve medeni hareketliliğin kaybolmasının sebebi nedir” denilebilir. Umumiyetle müstebit hükümdarlar zalim idareler, Moğol istilası, Haçlı seferleri, kaderci bir yapısı olan Eş ’ari inanış tarzının hâkim duruma geçmesi, tekkelerde yuvalanıp tarikat teşkilatına dayanan tasavvufun umumileşmesi, medresenin dogmatizme saplanması, taklit ve taassubun hür ve bağımsız düşüncenin yerini alması, İslâm ülkelerinden geçen ipek ve baharat yollarının denize kayması vs. gibi hususlar içtimai ve medeni faaliyetlerin, dolayısıyla da fikir hareketlerinin duraklamasının sebepleri olarak görünmektedir.”
Uludağ hoca duraklama olarak belirtilen durumun Gazali’den çok başka başka sebeplere bağlamaktadır ki belki de haklı olabilir.
“Gazali’den evvel felsefe, kelam ve tasavvuf bağımsız fikir hareketleri olarak kendi hususi sahalarında faaliyet gösteriyor, hem karşı cereyanlarla mücadele ederek güçleniyor hem de onların güçlü kalmalarına sebep oluyor, bu tarzdaki mücadele ve müdafaalar fikir hareketlerinin ilerlemesine ve gelişmesine yol açıyordu.”
“Gazali bir taraftan tasavvufu Şeriat (Fıkıh ve kelam) ile telif etmiş, diğer taraftan felsefeyi mağlup ederek onu kelamcıların eline teslim etmiş, böylece mücadele suretiyle yekdiğerine tesir eden veya tesir altında kalan hür ve müstakil fikir hareketlerini ortadan kaldırmış ve bunları teke indirmişti. Hasımsız kalan bu tek düşünce de kendisini faaliyete iten ve mücadeleye zorlayan rakip fikir hareketlerinin mevcut olmaması sebebiyle pasif kalmaya, netice itibariyle de gerilemeye mahkûm olmuştur.”
Hocaya göre o dönemlerde İslam düşünce hayatının dıştan dinamizmini tetikleyip temin eden çeşitli amiller yoktu. Gazali ise verdiği mücadele, ortaya koyduğu eserler yoluyla İslam düşüncesinin iç dinamizmini temin eden amilleri de izale edince haliyle bir duraklama olduğunu belirtiyor. Dolayısı ile tarihi ile dini olan her şey birbirine karıştı. Öncelikle bu ayırıma dikkat etmek gerekiyor. Yani dini olanla tarihi olanın ayırt edilmesi gerekir.
Uludağ Hoca’ya göre; tarihi olanla dini olanın ayırt edilmesi yetmez bunun yanı sıra dini olanla örfi olanlarında birbirinden ayırt edilmesi gerekli ve şarttır.
“İslâm dini Miladi VII. Asırda Arap yarımadasında yaşayan ve belli bir kültür seviyesinde bulunan bir kavme tebliğ edilirken onların adetleri, ananeleri, itiyatları, teamülleri, telakkileri, fikir ve idrak seviyeleri, kısaca örfleri dikkate alınarak ona göre tebliğ edilmiştir. “İnsanlara anlayabilecekleri bir dille hitap” edilmiştir. Hz. Peygamber tarafından belli bir zamanda, belli bir mekânda ve belli bir kültür seviyesindeki bir kavme tebliğ edilen İslâmiyet, hiç şüphe yoktur ki, başka bir zamandaki veya mekândaki veya kültürce değişik seviyedeki bir kavme tebliğ edilmiş olsaydı, kısmen ayniyet kısmen de gayriyet gösterecekti. Bu ayniyet İslâm’ın özü, gayriyet ve farklılık ise İslâm’ın değişik cemiyetlere intibakını temin eden teferruattır. İlk şekliyle ve bütün teferruatı ile İslâmîyet’in tatbik edilmesinin imkânsızlığı buradan ileri gelmektedir. Bu itibarla Asr’ı Saadet ve Sadr-ı İslâm’daki İslâmîyet’in başka milletler tarafından aynen yaşanmasının imkânsızlığı bir yana, bir sonraki nesil tarafından yaşanması dahi mümkün değildir.”
Hoca’ya göre; Peygamberimizden hemen sonra gelen neslin bile İslam anlayışı farklı idi. Bu durum yaşanan şartların, dini hayatın aynıyla bir daha yaşanamaması gerçeğini göz önüne getirmemize sebep olmaktadır.
Aslında “örfi İslamiyet” ile, “asli İslamiyet” birbirinden ayırt edilmesiyle Müslümanların düşünce ufku daha da genişleyecektir.
“Arap yarımadasında veya İran’da yaşayan Müslümanların Anadolu’daki İslâmiyet anlayışını tahrife uğramış ve kökten koparılmış bir dini telakki sayıp reddetmeleri ne kadar yanlışsa, Anadolu’daki bir Müslümanın Arabistan şartlarına göre şekillenmiş ortadaki İslâm anlayışı Vahhabilik, İran şartlarına göre şekillenmiş buradaki İslâm telakkisini de Rafizilik sayıp reddetmesi o derece yanlıştır.”
“Anadolu’daki mabetlerle Arap yarımadasındaki mabetler arasında mimari şekil itibariyle ne kadar fark varsa. Bu mabetlerde yapılan ibadetlerde de şekil ve üslup itibariyle o kadar fark vardır. Arabistan’dan Anadolu’ya gelenlerin, buradaki camilerde kılınan namazın şeklini yadırgadıklarını, buna mukabil Arabistan’a giden bir Anadolu Müslümanının oradaki ibadethanelerde, ama oranın tarihi ve içtimai şartlarına göre şekillenen namaz kılma tarzını tuhaf bulduklarını görmekteyiz. Ama esef edilecek şey şudur ki, çoğu zaman yadırgama ve tuhaf bulma hususu reddetme, batıl ve geçersiz sayma ve meşruiyetini tanımama raddesine varmakta, bu türlü anlayış ve onun sonucu olan çekişmeler ümmetin manevi bütünlüğüne zarar vermektedir.”
Hocaya göre; Anadolu’daki İslâmî mabetlerin ve camilerin mimari tarzıyla Arap yarımadasındaki ibadethanelerin ve camilerin mimari tarzı şekil itibariyle diğerinden bir hayli farklıdır. Bu fark İslami mimaride milli üslubu ifade eder. Fakat kıbleye yönelme, mihraba, minbere, minareye sahip olma, namaz kılma maksadı taşıması itibariyle bütün İslam ülkelerindeki cami ve mabetler ortaktır. Farklı mimarinin birini kabul etmek diğerini de meşru görmemize bir engel yoktur.
“Bu yüzden ilimle aydınlatılmayan, fikirle parlatılmayan, akılla beslenmeyen, mantıkla desteklenmeyen ve berrak bir şuur haline getirilmeyen inanmışlık, bir avunma ve oyalanma aracı olmaktan öteye gidememektedir.[2] ”
Dipnotlar
[1] Prof. Dr. Süleyman Uludağ. Akademisyen, ilahiyatçı. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi. Tasavvuf tarihi uzmanlığı yanı sıra iktisattan siyaset bilimine ve toplum bilimine kadar birçok alanda telif ve tercüme eserlerin ve makalelerin vardır.
Kelam Dersleri, İslam’da mürşid ve irşad faaliyeti, Kuşeyrî Risalesi, Tasavvuf ve tarifi gibi eserleri vardır.
[2] Prof. Dr. Süleyman Uludağ, İnanmış Aydının Problemleri, S. Uludağ cevapları, Mayaş yayınları, Ankara 1983, sayfa:119-128