Arnold Toynbee’nin Şeyh Sait İsyanı hakkında (1925) yazdığı makale 1-2 / ALİ HAYDAR KOÇ
01 Ocak 1970
Kürt tarihinde sürecini tamamlamış tarihi bir çok olayın tam olarak anlaşılması için, olayı dışarıdan izleyen dönemin tarihçilerinin,yaşananlar hakkındaki incelemeleri, tamamlayıcı bir rol oynamaktadır. Kürt arşiv ve kütüphanelerinin olmayışı/yetersizligi, bu tamamlayıcı bilgilere dair vesiklari birarada/kolaylıkla bulmak mümkün değildir. Örneğin; Kürt tarihinde hemen hemen bütün olaylar daha tam olarak incelenmemiştir. Özellikle Kürdistan’da 1925-1938 yılları yaşanmış Kürt milli hareketleri ile, Kürtlere karşı gerçekleştirlen soykırımlar, bu konuya en iyi örnekleri teşkil etmektedirler. Bu dönem hakkındaki bilgileri, dünyanın değişik arşivlerinde bulmak mümkündür. O dönemde İngiltere’nin ekonomik çıkarlarından dolayı, Kürdistan ile ilgilenmesi ve bu nedenle Kürtler hakkında biriktirdiği bilgileri arşivlemesi, günümüz tarihçileri için, birer önemli vesika özelliği taşımaktadır. Şeyh Sait isyanı hakkında İngiltere’deki (Londra) arşivlerde fazlasıyla arşiv vesikaları bulunmaktadır. Ki bu vesikaların bir kısmının hala Hindistan’da olduğu da bilinmektedir.
20.yy’ın başında, Kürt topraklarının paylaşılmasını sağlayan İngiletere,Fransa ve Türkiye: “bölgede yaşayan halkın cahil olduğu ve sınır işlerinden anlamadığı”fikri üzerinde anlaşarak, Kürtleri aşağılıyordular. İngiliz ve Fransızların bu aşağılama siyaseti, daha sonraki yıllarda, Türklere, Farslara ve Araplara, devredildi. Bu haksız paylaşıma isyan eden Kürtler ise, soykırıma tabi tutuldular. Örneğin:Şeyh Sait ve Seyit Rıza ne başka toplumları soykırıma tabi tuttular, ne başka ulusların topraklarını ilhak ettiler, ne başka milletleri göçertmeye zorladılar, ne başka toplumların insanlarına hakaret edip, cezalandırdılar, ne de yabancı toprakları işgal edip köyleri, kasabaları ve şehirleri yaktılar, ne başka ulusların liderlerinin cesetlerini yaktılar/yokedip sakladılar, kısacası iki Kürt lider bunlardan hiçbirini yapmadığı gibi,insanlığa ve torunlarına karşı utanacak hiç bir şeyde yapmadılar.Sadece kendi topraklarını işgalden ve hakarette uğrayan milletlerini kötü durumdan kurtamak için, Kürt milli hareketlerine öncülük yaptıklarından dolayı,idam edildiler.
1925’ten beri, Şeyh Sait isyanı hakkında tarihçiler, sosyalbilimciler, diplomatlar,siyasetciler ve gazeteciler tarafından bir çok araştırma ve inceleme yapıldı. Bu konu ile ilgili 2004 yıllında Denge Kurdistan’nın internet sitesinde geniş bir giriş yazısı ile yayınladığım bir makaleyi kısaltarak, Dema Nu gazatesinde yayınlanmasını uygun gördüm. Bu yazımda, Şeyh Sait isyanının dışarıda nasıl anlaşıldığına dair o dönemde İngiliz diplomat ve tarihçi Arnold Toynbee’nin 1925’te Şeyh Sait isyanı hakkında yazdığı “Arnold Toynbee,Uluslararası İlişkilere Bakış –1925, İslam Dünyası (Oxford Üniversitesi yayını, Londra, 1927) Barış sürecine kadar-Şubat’tan Nisan 1925‘e kadar Türkiye’de başlayan Kürt ayaklanması” adlı makalesini kaynaklarıyla birlikte İngilizceden Türkçeye çevirerek, iki bölüm halinde aşağıda olduğu gibi yayınlıyorum:
“Şubat’tan Nisan 1925‘e kadar Türkiye’de başlayan Kürt ayaklanması:
Ulusal Birlik Kongresi Şubat 1925’te Brüksel kararalarını görüştüğü esnada, Türkiye’nin doğusunda ciddi bir ayaklanma başladı. Kürtlere ait olan bu bölge Türkiye sınırları içindeydi ve başka devletlerde bunu kabul ediyordu. Ayaklanmayı Palulu Şeyh Sait yürütüyordu. Şeyh Sait bölgede etkin olan Nakşibendi tarikatındandı. Şeyh Sait’in tekkesi inançlı bir çok insanın uğrak yeriydi ve ailesinin dini prestiji etraftaki Kürt ağalarıyla yapılan evliliklerle daha da güçlendirilmişti.Özellikle Fırat’ın yukarı bölgesindeki [2] Dersim dağlarında yaşayan Zaza aşiretleriyle olan ilişkileri güçlüydü. Ayaklanmanın iki olası nedeni vardı [3]: Birinci nedeni Ankara hükümetinin merkezi Türkleştirme politikasına karşı bir Kürt Ulusal Muhaleftini oluşturarak kürt ulusal çıkarlarını korumaktı. İkinci neden ise, Türk hükümetinin batılılaşma yaklaşımına karşı duyulan kızgınlık ve bu durum aynı zamanda bölgedeki ağa ve din adamlarının sahip oldukları ayrıcalıklarla birlikte, Türkiyenin doğusunda yaşayan geri kalmış, cahil ve fanatik insanlar, ki bu insanlar bundan dolayı onların peşinden gidiyordu, üzerindeki etkilerini kaybedeceklerinden korkuyorlardı.
Bu iki etken isyanın çıkmasında etkili olmuş olabilir. Ama nedenların ne kadar etkili oldukalarını kestirmek oldukça zor. Çünkü ayaklanma öncesi ve ayaklanma esnasında elde edilen bütün bilgiler Türk kaynaklarına dayanıyordu. Türk hükümeti de ayaklanmanın ulusal yanını bir kenara bırakarak, daha çok gerici olanını ön plana çıkarıyordu [4]. Ayaklanmanın asıl nedeni ise, jandarmaların Şeyhin iki müridini tutuklamak istemesiydi. Şeyh ise buna karşı çıkmıştı. 23 Şubat 1925 tarihinde ayaklanmanın büyümesinden dolayı, Ankara hükümeti Doğu ve Güneydoğu bölgesindeki 12 il ve Erzurum’un bir kısmında Olağanüstü Hal ilan etti [5] . Ayaklananlar Harput’un bir kısmını ele geçirirken, Diyarbakır, Ergani ve Malatya da ise başarısız oldular [6]. Ayın sonuna doğru ise ayaklanmanın genişlemesi durduruldu [7]. Ama bu pek de kolay olmadı. Bölgenin dağlık ve bu mevsimde her tarafın karla kaplı olması gerilla savaşına uygundu. Türk askerlerinı taşıyacak tek Tren hattı ise Bağdat hattıydı. Bu hat fransızların yönetiminde olan Suriye sınırları içerisindeki Halep şehrinin içinden geçiyordu. Fransa ve Türkiye arasında 20 Ekim 1921’de yapılan antlaşma uyarınca (10. maddeye göre) Fransızlar asker nakliyatına izin verdiler [8].
Şeyh Said bu takviye yardımı gelmeden önce Diyarbakır’a saldırdı. 7 ve 8 Mart 1925’te ki bu saldırının bastırılması ayaklanmanın gidişatını belirledi. [9] Mart’ın son haftasında ise Türkler karşı atağa geçtiler [10] . Genel Kurmay’ın amacı ayaklanmayı çember altına alarak, gerilla mücadelesi için uygun olan bu bölgede böylesi bir savaş tarzının yayılmasını engellemekti [11] . 8 Nisan’da ayaklanma bastırıldı ve Bingöl bölgesindeki kuvvetler dağıtıldı [12] . Genç ise, 12 Nisan’da tekrar ele geçirildi. Şeyh Sait ve 34 arkadaşı kaçmak isterken yakalandılar. Geri kalanlar ise silahlarını bıraktılar [13] . Askeriye 28 Nisan’da ayaklanmanın bastırıldığını açıkladı [14] ...“
“Şeyh Sait ve 29 arkadaşının davası 27 Mayıs’ta Diyarbakır’da Doğu İlleri İstiklal (Bağımsız) Mahkemesi’nde başladı [15] . Bu mahkeme Şeyh ve 40 kişiye (9 ayrı Şeyh dahil olmak üzere) [16] idam cezası verdi ve Doğu illerindeki bütün tekkelerin kapatılmasını kararlaştırdı [17]. Karar hemen yerine getirildi18]. Türk hükümeti kürt ayaklanmasını büyük bir enerjı ve kurnaz bir politika ile bastırdı; fakat askeri olarak bu başarı, sivil politikanın prensipleriyle bağdaşmıyordu [19] . Bu kadar çok insanın idam edilmesi kabul edilebilir bir yanı yoktu ve diplomsi çerçevesi içerisinde aynı şey geçerlidir. Ayaklanma hükümetin şimdiye kadar ki politikasında bir takım şeylerin yanlış olduğunun da göstergesiydi. Hükümet otoritesini tekrar sağlamak için ne kadar sertliğe başvurmuş olsada, sonra ki politikası da bir o kadar yapıcı ve barışçıl olmalıydı.
Örneğin İngilizler 1920 yılında Irak’ta ki ayaklanmayı bastırdıktan sonra, Arap milliyetçiliğini kabul ederek, burdaki İngiliz hükümetini devre dışı bırakmıştı. Türk hükümeti ise, 1925 Kürt ayaklanmasına neden olan merkeziyetçilik, batılılaşma, laikleşme ve Türkleştirme politikasını ayaklanmacılara karşı daha da sertleştirdi. Bitlis, Muş ve Şemdinan bölgelerindeki direnişçiler tamamen ortadan kaldırıldı. Özellikle Dersimli Zazaların sistematik bir şekilde sürgün politikasına maruz kaldıkları görülüyor. Goyan Kürtleri ve Keldanilere karşı alınan bu şiddetli önlemler, Bürüksel Hattı’nın yakınlarından geçiyordu ve aynı zamanda Musul sorunundan dolayı tartışan parlamenterler üzerinde önemli bir etki biraktığı gibi, tartışma konusunuda teşkil ederek Türkiye için dezavantaj sağlayan bir siyasi etki bırakmıştı.
Kaynaklar:[1] The Times,3 Mart 1925. İstanbul Tanin’den alıntı. Süleymaniyeli Şeyh Mahmud Berzenci’nin bakış açısının karşılaştırılması[2]. Murat ve Karasu [3]. bakınız 9 Mart 1925 tarihli Le Temps [4]. İsmet Paşa 7 Nisan 1925‘te TBMM yaptığı bir konuşmada ayaklanmanın gerici, özellikle dini tarafını ön plana çıkardı. (Derleme 28 Nisan 1925, The Times); Olağan üstü hal Bölge Valisi Hilmi Bey’in, 11 Nisan 1925 tarihli Tanin; Şeyh Said’in dava tutanaklarından, 29 Mayıs 1925 tarihli The Times. Türk hükümeti Brüksel Hattı’nın güneyinde kalan Kürtleri egemenliği altına almak için uğraşırken, bu hattın kuzeyinde kalan Kürtler ise bağımsızlığını kazanmak için silaha sarıldılar. Türk hükümeti ayaklanmaya destek veren İstanbul ve Ankara‘daki muhalefeti bastırmak için, ayaklanmanın ulusal tarafını bir kenara bırakarak daha çok ilericilik ve gericilik arasındaki farkını öne çıkarıyordu. Ayaklanmanın bastırılmasında bir çok ünlü Türk aydını baskılara maruz kaldı.Örneğin Tanin’in sahibi Hüseyin Cahid Bey 17 Nisan 1925 tutuklandıktan sonra 7 Mayıs 1925;te Çorum’a ömür boyu sürgüne gönderildi. (The Times, 20 ve 29 Nisan, 7 ve 9 Mayıs 1925).
Fakat 1925‘te İstiklal mahkemeleri tarafından cezalandırılan katı bir batılılaşma yanlısı olan Hüseyin Cahid Bey ne de muhalefette bulunanların Şeyh Sait ya da ayaklanma ile her hangi bir şekilde bağlantıları olduğu konusunda yeterli delil yoktu. Fakat dini ve gerici etkenlerin Kürt ayaklanmasında, Kürt milliyetçiliğinden daha güçlü olduğu konusunda bazı deliller mevcut. (The Manchester Guardian, 29 Subat 1925).Ulusal komite Süleymaniye’nin Kürtlük bilincinin yeri olduğunu belirtiyordu. Kuzeybatı’daki Kürtlük bilinci ise giderek zayıflıyordu. (bakınız sayfa 506). Bundan yola çıkarak, Kürt ulusal ruhu giderek zayıflıyordu ve Dersim Zazaları ise izole edilmişti. Diğer taraftara ise bu ayaklanma Türk nüfusunun bulunduğu ve Kürtlere nazaran daha gerici ve tutucu olan Erzurum, Trabzon ve Samsun’da yayılmadı. Bundan kısa bir süre sonra (Kasım 1925) kendi güçleriyle (The Times 26 kasim 1925) Ankara hükümetinin batılılaşma politikasına karşı ayaklandılar. (bakınız yukarıdaki bölüm 1, Paragraf (ii) (e),).
Bu konuda daha fazla bilgi sahibi olan bir Türk arkadaştan alınan bazı bilgilere göre, ayaklanmanın gösterildiği gibi gericilik ile ilericilik arasında değil, Türkler ile Kürtler arasındaki bir çatışma olduğunu destekleyen belgeler mevcut. Ayaklananlar Harputa girdiklerinde, şehirdeki herkes ikinci bir seçimde İlericilik Partisinden milletvekili adayı olan Nuri Efendi’nin önderliğinde karşı çıktılar. Gerçekten de ayaklananlar Harput’a girdikten bir gün sonra, iki ayrı parti üyesi olan burdaki halk ve hatırı sayılır kişiler tarafından şehirden sürüldüler. Harput’un Doğu Anadolu’nun en gerici şehirlerinden biri olduğu düşünüldüğünde, burdaki halk ayaklanmasının dini bir yanı ve muhalefetin bunlarla bir bağlantısının olmadığını, ayaklanma ile bir bağlantısının olmadığını ispatlamak için çaba gösterdiler. [5] The Times, 25 Subat 1925.[6] İbid 28 Subat 1925.[7] İbid 2 Mart 1925.[8] Le Temps 1 Mart 1925. Fransız askeri makamları Türk askerlerine geçiş izni verdiklerinde, Musul sınırlarının kötüye kullanılmaması için önlem aldılar [9].
The Times 11 Mart 1925.[10] İbid 28 Mart 1925.[11] The Times 1 Nisan 1925.[12] Türkisch Communique, 9 Nisan 1925. Orient Moderne, V, 5, S. 239-240 ff; The Times ve Le Temps, 13 Nisan.[13] Offizielle Türkische Communique von 15. April 1925. In Orient Moderne S. 240; The Times, 16 ve 17 Nisan; Le Temps 17 Nisan 1925. Tutanaklarda Şeyh Sait kendisini Mücahit olarak tanımladı. (İnanç koruyucusu olarak).[14] Orient Moderne, S. 239-240. Savaş yasası 1 Mayıs’ta kaldırıldı. Fakat bu galiba doğru değildi.[15] The Times 29 Mayıs 1925. Bakınız The Manchester Guardian, 21 Mayıs.[16] Bunlardan biri eski osmanlı senatörü Hakkari’ye bağlı Şemdinan‘da bulunan Nehrili Şeyh Ubeydullah’ın oğlu Seyit Abdulkadir idi. (Orient Moderne, V, 5, S. 242, 6, S. 281) ve Irak’a hakim olan İngilizlerin 1923 Revanduz Kaymakamı yapılan kuzeni Sait Taha. [17] The Times, 30 Haziran 1925. [18] İbid, 1 Temmuz 1925.[19] İdamlar Musul’da ki Kürtler üzerinde, Türkiye için hiçte avantaj sağlamayan baskı yarattığı bildirildi. (The Times 17 Agutos 1925). Iraka hakim olan İngilizler, Türk hükümetine rağmen Kürt ağalarına Irak’ta iltica etmelerine izin verdi. Bakınız 1925 tarihli Irak raporu S.22”