Üniversitelerimizn Hâli
Peyami Safa 01 Ocak 1970
Milliyet, 15 Ocak 1958
Üniversitelerimizin 1947’de kazandıkları muhtariyeti muhafaza etmelerini çok isteriz. Fakat Batıdaki ağabeyleri gibi, bu muhtariyete hak kazanmak için, yüksek bir ilmî liyakate sahip olmalarını da isteriz.
Bu milletlerarası liyakat ölçüsünde, yaşlı ve genç üniversite hocalarımız yok değildir. Kiminin adını dünya ihtisas çevrelerinde tanıtan keşifleri, kiminin orijinal ihtisas çevrelerinde tanıtan keşifleri, kiminin orijinal eserleri ve çalışmaları vardır. Fakat bu müstesnalar üniversitelerimizin bünyesine ilmî bir hüviyet kazandırabilecek sayıda değildirler. Geride kalanlar arasında bir tek eseri olmayanlar, kürsülerine uğramayanlar, kliniklerinin başında bulunmayanlar, bir biçimine getirip tahsisat kopardıktan sonra ikide bir Avrupa’ya, Amerika’ya gez-meye giden ve bu seyahatlerinin ilmî mahsullerini de hesabını da vermeye yanaşmayanlar pek çoktur.
Esersizlerin vücuda getirdikleri kliniklerin Avrupa’da hayranlık mevzuu olmuş eser sahiplerinin ayağını nasıl kaydırdıklarına en son misal Âdile Ayda’dır. Onu ve benzerlerini Üniversitenin soluk aldırmayan kıskançlık ve fitne havası içinde boğulmaktan kurtulmak için istifaya mecbur edenlerin kimler olduğunu biliriz.
Üniversitelerimizde kadro bekleyen ve kendilerine o uyduruk ve mânâsı anlaşılmaz “eylemsiz” sıfatı verilen nice liyakatli genç hareketsiz bir kuyruk içinde mıhlanıp kalmışlardır. Yalnız bir öğle yemeğinde, yarım boğaz tokluğuna, ücretsiz ve maaşsız çalıştırılan fahrî asistanlarımız vardır ki hain bir yönetmelik onların dışarıda herhangi bir iş yapıp hayatlarını kazanmalarını da yasak etmiştir. Üniversite bunlara: “Dışarıda çalışmayacaksın, on para kazanmayacaksın, benden de on para almayacaksın, çoluğun çocuğun aç kalacak. Yalnız sen bir öğle yemeği zıkkımlanacaksın ve benim için geceyi gündüze katıp çalışacaksın!” emrini vermiştir. Dışarıda çalışmaları menedilen maaşlı asistanlarımızın aylıkları da bir aile geçindirmeye değil, yol, kitap ve sigara paralarını bile karşılamaya yetmez.
Birçok profesörlerin eserleri olmadığı gibi basılmış ders takrirleri de yoktur. Dışarıda büyük taahhüt işleri alırlar, günde kırk hastaya bakarlar. Yazıhaneleri ve muayenehaneleri dolup taşar. Büyük araştırmalar yapmaya, kitap okumaya değil, gazete okumaya bile vakitleri kalmaz. Genç ilim nesli ihtiyaç içinde kıvranırken bunlar servet üstüne servet peşindedirler.
İşte, bizde Üniversite muhtariyetinin mânâsı, daha ziyade, bu ilim karaborsacılarının sorumsuzluğu, kontrolsüzlüğü ve unvanlarının mutlak hâkimiyeti demektir.
Maarif Vekili Celâl Yardımcı’nın nasıl bir kanun tasarısı hazırladığını bilmiyoruz. Eğer bu tasarı, üniversitelerimizin insan haklarını ayak altına alan, ilmî havasını kokutan ve onları yüksek bir ilim evinden ziyade bir ticaret evi haline sokan sebepleri ve tesirleri silip süpürmeyecekse, bekleneni veremeyecektir.