Dış Politikanın Önemi
Yaşar Yeniçerioğlu 01 Ocak 1970
Bugüne kadar edindiğim bilgiler ışığında “Dış Politika”yı kısaca anlatmak isterim: Dış Politika; diğer ülkelerle olan uluslararası ilişkilerin bütünü olup, her türlü alanı/sektörü kapsamaktadır.
Dış politikayı iktidardakiler yönetmekle birlikte hem devleti hem de milleti çok yakından ilgilendirmektedir. Çünkü iktidarların yaptığı bilgisiz, öngörüsüz, eksik, yanlış ve hatalı politikaların ceremesini millet çekmektedir. Bu sebeple, dış politika iktidarların keyfî cirit attığı veya istediğini uyguladığı bir alan değildir.
Devletler de devletin kurucu unsuru millet de tarihi süreç içinde çok farklı olaylarla karşılaşır ve bunlarla tecrübe kazanır. Kazanılan bu tecrübeler, milletin hafızasında ve devletin arşivlerinde yerini alır. İktidarlara düşen de bu tecrübe ve birikimlerden yararlanmaktır; yani bunları dikkate almak ve bu çerçevede analizler yapıp doğru politikalar ortaya koymaktır. Bunun için diplomaside yetişmiş, tecrübe kazanmış bireylere ihtiyaç vardır.
Dış politika akılla, bilimle, tecrübeyle yürütülür: Ehliyetsiz, liyakatsiz, beceriksiz insanlarla değil veya yandaş kayırmacılığı ve partizanlıkla atanan insanlarla hiç değil!..
Diğer yandan; dış politikaya ideolojik bakılmaz, bakamazsınız. Hele de din, inanç, mezhep çerçevesinden hiç bakılmaz. Çünkü dış politika ülkelerin çıkarları üzerine kuruludur ve sadece devletin menfaati gözetilir.
Benzer ifadeleri “Zararın neresinden nasıl dönüyoruz?” başlıklı yazısında (23/02/2024, Yeniçağ) “Diplomasi dili ve usulü önemli” diyen Armağan Kuloğlu da belirtmektedir: “Dış politikada duygusal davranışlara, dini ideolojik yaklaşımlara yer verilmemeli, geri dönülmesi neredeyse imkânsız olan sözler sarf edilmemelidir. Her şey siyah-beyaz olarak görülmemeli, gri alanların, hatta onların tonlarının da olduğu göz ardı edilmemeli, yeri ve zamanı geldiğinde manevra yapma alanı bırakılmalıdır.
Şahsi düşünceler değil, ülke çıkarları gözetilmeli, çıkarların ne olduğu dış politika ve diplomasi uzmanlarının da katkısıyla ortak akılla tespit edilmelidir.
…Dış politika, deneme yanılma metoduyla değil, tecrübe ve birikimle yönetilir. Hata yapma lüksü olmaz.”
Konunun daha iyi anlaşılması için İsmail Türk’ün “Gurbetteki Türkler” başlıklı yazısından (24/09/2023, Yeniçağ) aktarma yapacağım. Sayın Türk, büyükelçiliklerimizde görevli diplomatlarımızın tavır ve davranışlarından bahsediyor: “…büyükelçi ismi de verebilirim ama meseleyi kişiselleştirmemek için Türkiye’den gelen yatırımcılara buralara gelmeyin, buralarda risk var, batarsınız gibi görev yaptıkları ülkeleri kötüleyerek esas görevlerini ihmal etmektedirler.
Türk yatırımcılarının, Türk öğrencilerin, oralarda yaşayan Türk vatandaşlarının sorunlarına çözüm aramak yerine, o ülkelerle iyi ilişkiler kurmak yerine, Türkiye’yi tanıtmak yerine, öyle bir misyonla görev yapanlar aslında görev yapmıyor.
Diğer kurumların Türk akraba toplulukları, Türksoy, Yunus Emre ve diğerleri, inanın çok farklı değil, çalışmak yerine algı ile işi kapatıyorlar.
Faaliyetlerin nasıl yapıldığı, kimlerin kimleri nasıl davet ettiği, Türk devletinin amacına uygun olmayan faaliyetleri eşine, dostuna, sevgilisine davetiye göndererek uçak biletleri devlet bütçesinden karşılandığı vs. dedikodularını bir kenara koyuyorum.
Atanan büyükelçilere baktığınızda liyakatten uzak, konuyla ilgisi alakası olmayan kendi siyasi yandaşlarıdır. Bu bakış açısıyla devlet yönetmek, dışişleri politikalarını oluşturmak, Türk devletinin geleceğine katkı yerine zarar verir; bunlar tecrübeyle sabit tespitlerdir.
Her geçen gün Türk pasaportu dünyada değersiz ve itibarsız hâle biraz da bu yüzden gelmektedir.
Vize sorunlarımız, AB ile ilişkilerimiz, krizler, doğru yönetilmediği için Türkiye Cumhuriyeti güçlü devletler nazarında yalnızlaştırılmaktadır. Türk dış politikası cahil yobaz tarikatlar ile yönetilemez, atamalarda liyakat çok önemlidir…
Yurt dışında görev yapacak her kim olursa olsun o ülkenin dilini mutlaka bilmesi gerekiyor. En az iki sene önceden o kişiye gideceği ülke söylenmeli ve iki sene içinde o ülkenin dili, örf ve adetleri, tarihi, edebiyatı hakkında çok detaylı bilgi sahibi olması gerekiyor ki o ülkeye gittiğinde acemi asker gibi durmasın.” demektedir.
Önceki yazılarımda “Doğu, Batı, Kuzey, Güney, Türkiye” başlıklı yazısından (Milli Düşünce Merkezi, 01/04/2024) düşüncelerini paylaştığım, TDT ilk genel sekreteri, tecrübeli diplomatımız emekli büyükelçi Halil Akıncı’nın aynı yazısından şu alıntıları da alacağım: “Girişeceğimiz herhangi bir hareketin zamanlaması, icrası kadar önemlidir. Bu uluslararası ortamı iyi okumamızı ve etkili bir haber alma ağına sahip olmamızı gerektirir. Bunun ilk şartı da iyi yetişmiş, devlet hafızasına sahip, ehil ve günlük siyasetin dışındaki kadrolara sahip olmaktır… Türkiye’nin devlet geleneği uzmanlaşmış kadroların hükümetlere her ihtimâli hesap ederek öneride bulunması ve bunun sonucunda hükümetçe alınan kararın disiplin içinde uygulanmasıdır.
Dış sorunlarımızı diplomatik yoldan halletme çarelerini sonuna kadar aramalı, askerî çözümden mümkün olduğu kadar kaçınmalıyız. Suriye siyasetimizin bize ne kazandırdığını anlamak ne kadar güçse, zararlarını görmek de o kadar kolaydır. Mesela, milyonlarca sığınmacının, birçok bölgede nüfus dengesini tehlikeli bir biçimde değiştirmesinin dışında, ancak para karşılığında Suriye Hükümetine karşı imiş gibi davranan “mücahit(!)”lerin bize ne yararı olmuştur?
Önce kendi gücümüzü gerçekçi bir biçimde değerlendirmeliyiz…
Çare hep vardır
Öte yandan, Türkiye’nin, dayatılan sınırlamaların genel çerçevesi dışına çıkmadan da atabileceği adımlar mevcuttur. Bunların başında bir zamanların gözde sloganı ‘komşularla sıfır sorun’ gelir. Her ne kadar bu siyaset özellikle Suriye konusunda komşularla bol soruna dönüşmüşse de hâlâ geçerlidir.
Türkiye yıllardır kendisini meşgul eden dosyaları kapamaya, uluslararası konjonktürü de göz önünde tutarak hareket etmelidir. Bu açıdan öncelik, devlet kurma yönünde ilerleyen PYD’ye verilmelidir. PKK ile mücadelede ABD’nin göz yummasıyla Barzani’yle başlayan iş birliği bu sefer daha etkili olabilecektir. Bölge devletlerine uzun vadeli çıkarlarının bu örgütlerle ortak mücadelede olduğuna ikna etmelidir. Tabiatıyla Türkiye’nin bölgede bir cazibe merkezi hâline kavuşması bu sorunun halline yardımcı olacaktır.
İkincisi Ermeni dosyasıdır. Bu dosyanın diaspora ayağının halli zordur. Zira bu Ermeni kilisesi ve Ermeniler için bir kimlik meselesidir. Onları birleştiren Türk düşmanlığıdır. Ancak bu dosyanın Ermenistan ayağı Karabağ zaferinden sonra çözüme hazır görünmektedir Yapılması gereken Ermenistan’la yakın ekonomik iş birliğini de öngören bir barış antlaşmasının imzasıdır. Böyle bir antlaşma zaten gerçekleşme imkânı olmayan toprak taleplerini kalıcı bir hukuki zemin yaratarak geçersiz kılacaktır. Bu iş birliğinin AB ya da herhangi bir ülkenin değil sadece Türkiye, Azerbaycan ve Ermenistan’ın inisiyatifi ile kurulması çok önemlidir…
Komşu devletlerle iyi komşuluk ilişkileri ve iş birliği önemlidir ve kaçınılmazdır. Bizim için asıl tehdit teşkil eden, oralarda konuşlanmış devlet dışı unsurlara ve devletimsi oluşumlara karşı mücadelemize yardımcı olacak ve bunları destekleyen bölge dışı devletlerin müdahalesini de engelleyebilecektir. Bunun ilk şartı da murisi olduğumuz Osmanlı Devleti’ni örnek alarak, siyasetimizi ideolojik/dinî etkilerden arındırmaktır.”
Haftaya devam…