13. yüzyılın eserleri ile en çok ilgi çeken şairi Gülşehri hakkında kayıtlarda oldukça az bilgi vardır. Hakkında olan bilgiler, kendi eserlerinde yer alan kayıtlar ve kendinden sonra yaşamış olanların şiirlerinde rastlanan kimi sözlerden ibarettir. Yazmış olduğu bir eserinden anlaşıldığı kadarı ile Gülşehri, zaviye sahibi, müridi çok olan ve tüm şehirce tanınan, eli öpülen birisidir. Gülşehri’nin Kırşehir’e ne zaman yerleştiği ise belli değildir ancak Oğuz boylarından birine mensup olduğu düşünülmektedir. Mevlana Celaleddin-i Rumi'nin ölümünden sonra Sultan Veled’in Gülşehri’yi Mevlevi tarikatını yaymak ve zaviye kurmak için Kırşehir’e göndermiş olduğu söylense de bu konuda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak tasavvuflu yakından bir ilişkisi bulunduğu açıktır. Şairin asıl adının Ahmed veya Süleyman olduğu öne sürülmektedir ancak mahlas olarak yaşadığı yerin adını seçmiştir. Eserlerinden anlaşıldığı kadarıyla şairin İslami ilimlerin yanı sıra matematik, mantık ve felsefe ilimleri konusunda da bilgi sahibi olduğu da görülmektedir. Ayrıca çok sayıda seyahat yaptığını ve kendinden önceki şairlerin şiirlerini de okuduğu eserlerinden edinilen bilgiler arasındadır. Geniş bir tasavvuf kültürüne sahip olan Gülşehri’nin Mevlana’dan etkilendiğini söylemek mümkündür. Aynı zamanda Gülşehri’nin Ahi Evran’ın öğrencilerinden olduğu da söylenen farklı bilgiler arasında yer almaktadır.
Asıl olarak 1301 yılında Farsça olarak kaleme aldığı Felakname eseri ile tanınmıştır. Tasavvufi mahiyeti yanında ahlaki yönüyle de dikkati çeken Felekname'de Kur'an-ı Kerim'in birçok ayetine hatırlatmada bulunan Gülşehri, Mevlana'nın Mesnevi'sinden de geniş ölçüde faydalanmıştır. Sonrasında yazılmış olan Keramat-ı Ahi Evran eseri ise Felakname’de ele almış olduğu konuları daha detaylı bir biçimde incelemiştir. Şair, kendisini Nizami, Sa’di, Mevlana gibi büyük şairlerin takipçisi saymaktadır. Üstelik sadece saymakla kalmayıp kalmamış aynı zamanda onlarla aynı daire içinde yer aldığını söylemiştir. Kendisini hem şeyh hem de tasavvuf ve edebiyat aleminin en büyük isimleri arasında görmesi dikkat çekmiş ve bazı şairler tarafından bu durum eleştirilmiştir. Ancak yine de kayıtlara bakıldığı zaman kendisinin ününün 16. yüzyıla kadar devam ettiği görülmektedir. Üstelik dönemindeki pek çok şair Türkçe’nin Arapça ve Farsça’ya nispetle hem kaba hem de ifade etme becerisi açısından yetersiz olduğu görüşlerinin aksine fikir yürüten tek şair Gülşehri’dir. Didaktik olarak veya tasavvufi olarak yazılan eserlerinde bile dili oldukça yalın, pürüzsüz ve temizdir. Üslubu ise itinalı ve canlıdır. Yunus Emre’den sonra döneminin en öneli şairleri arasında yer tuttuğu bir gerçektir.