“Düşür faizi, bas krediyi, yükselt kuru” ile abad olunur mu?
Fatih ÖZATAY 01 Ocak 1970
Makroekonomik istikrarı sağlamak açısından oldukça zor günler yaşıyoruz. Enflasyonun ana eğiliminde henüz istenilen ölçüde düşüş sağlanmadı. Mevcut (eksik) programın raf ömrünün dolduğuna hükmedilmez ve sürdürülmesine ‘katlanılırsa’, aylık enflasyon oranları düşmeye başlayacak. Değiştirilmeyen yılsonu tahminine ulaşamasak bile yüzde 45’in altına düşebilir enflasyon. Ama sorun şu ki, ekonomide faaliyet hacmi azalıyor. Çok muhtemelen ikinci ve üçüncü çeyrek büyüme oranları negatif olacak, hadi temkinli olayım; ‘sıfır’ civarında bir büyüme bekliyor bizi.
Bu nedenle, şirketler kesiminden peşi sıra ucuz kredi ve yüksek kur talepleri geliyor. Bu yola sapmamak gerekiyor. Çıkmaz yol çünkü. Enflasyonla mücadeleden vazgeçmek demek. Yüksek enflasyonla abad olmuş bir ülke yok. Peki, o zaman ekonominin küçülmesine göz mü yumacağız? Şirket iflasları artarsa ne olacak? İşsizlik de beraberinde yükselirse?
Zor sorular. Ama neden bu hallere düştüğümüzü hiç unutmamak gerekiyor. Döviz kurunu, risk primini ve enflasyonu patlatıp, sonra da ardı sıra içinden çıkılması son derece zor bir garip düzenlemeler labirenti oluşturunca, ülke ödemeler dengesi krizinin eşiğine geldi. O günleri bir daha yaşamak istiyor muyuz? Elbette bu talepleri dile getirenler de ülkenin o günlere geri dönmesini istemiyorlar. Tekil şirketlerinin durumları ile ilgililer. Ama tek tek kendi şirketlerinin çıkarlarını düşünüp, o taleplerin makro düzeyde etkilerine bakmayınca, Türkiye ekonomisini çıkmaz yola sokacak istekler gelebiliyor. Burada iş şirketler kesiminin temsilcilerine düşüyor. Onların bir yandan üyelerine bu taleplerinin ekonomimizi ileride daha kötü duruma sokacağını anlatması diğer yandan da içinde bulunduğumuz sevimsiz durumdan çıkmaz yola girmeden nasıl çıkabileceğimiz hakkında öneriler getirmeleri gerekiyor.
Tekrara düşeceğim ama olsun. Şurası kesin: Enflasyonun ana eğilimi belirgin biçimde düşmeden, bol kredi, yüksek kur, Merkez Bankası’nın peşi sıra faiz indirimleri Türkiye ekonomisinin sorunlarını ağırlaştırır. Demek ki bu yola sapmamak gerekiyor. Ne yapılabileceğini –elbette kendi penceremden- defalarca yazdım, söyledim. Ana başlıkları şöyle. Bütçe açığını kalıcı biçimde düşürecek önlemler: Bu çerçevede, kamu-özel işbirliği projelerine bütçeden verilen gelir garantilerinin gözden geçirilmesi. Yüksek gelir gruplarından daha fazla vergi alınması. “Nereden buldun?” yasası. Verimlilik: Özellikle orta ve küçük ölçekli işletmelerin verimlilik sorunlarına eğilecek bir kamu kurumunun oluşturulması ve şirketler ile birlikte çalışması. İyi ülke örneklerini incelemekte ve ağırlıklı olarak bu konuda uzman olan endüstri mühendisliği öğretim üyelerine danışmakta yarar var Çıkmaz yola girilmeyeceği kanısını yaygınlaştırmak için: İhale yasasının düzeltilmesi. TÜİK’in kurumsal yapısının değiştirilmesi. Daha derinde: Adil ve hızlı çalışan hukuk sisteminin oluşturulması.
Bunların hepsi orta-uzun vadeli politikalar derseniz, şüphesiz haklısınız. Ama sıkıştığımız köşeden başka çıkış yolu var mı? “Düşür faizi, bas krediyi, yükselt kuru” çare olsaydı Türkiye ekonomisi içinde bulunduğu durumda olur muydu? Daha uzun vadeli perspektifte bakıldığında ise dünya ülkeleri zenginlik sırlamasında ikinci ligde yer alır mıydı?
30 Ağustos Zafer Bayramımızı kutlarım. Büyük Atatürk ve değerli yol arkadaşlarını minnetle ve saygıyla anıyorum. Sonsuz teşekkürlerimizle…