İslámcı zenginlerin gösteriş takıntısı
Feyzullah Eroğlu 01 Ocak 1970
Sosyoloji bilimi, toplumsal olayları ve olguları açıklarken, varlıklı kesimin tüketim ilişkileri ile kullandıkları eşyalara atfettikleri anlam ve değerleri de inceler. 19. Yüzyılda, Thorstein Veblen, varlıklı kesimin gösteriş tüketimi, israf ve serbest zaman uğraşlarıyla ilgili çarpıcı tespitlerde bulunmuştur.
Veblen’e göre, toplumdaki varlıklı kesim harcama yaparken, statü ve itibarlarını göstermeye çalışırlar. Birer tüketim nesnesi olarak eşyalar ve araçlar, asıl işlevsel değerlerini kaybederek birer itibar ve güç göstergesi olma işlevine dönüşür ( Bilgin, 1991, 363).
Bir kimlik göstergesi olarak gösteriş tüketimi
Sanayileşme öncesinde zenginliğin kaynağı, büyük ölçüde toprak sahipliğine ve yönetici despotizmine dayanırdı. Bilimsel ve teknolojik gelişmeyle birlikte sanayileşme ve kentleşme, yeni mesleklerin ve gelir kaynaklarının doğuşuna ortam hazırlamıştır. Toprağa ve yönetime hükmedenler, toplum üzerindeki güçlerini yeni sınıflarla paylaşmak zorunda kalmıştır. Başta girişimci ve beyaz yakalılar olmak üzere yeni toplumsal kesimlerin, toplumsal piramidin üst sırasına yerleşen aristokrat ve yöneticilere karşı kendilerini kanıtlamaları gerekiyordu. Yeni konumlarını, gösteriş tüketimi aracılığıyla pekiştirmeye çalıştılar. Gelirleri harcama tarzı, yalnızca ihtiyaçları karşılamak için değil aynı zamanda gösteriş tüketimi üzerinden saygınlık kazanma aracı olarak kullanıldı. Hem üreterek kazançlarını artırdılar, hem de eskiye göre daha rahat ve lüks hayat yaşadıklarını göstermek istediler. Bir anlamda, harcama ve tüketim yoluyla toplumda ‘biz de varız’ demeye çalıştılar.
Gösteriş tüketiminin sonu gösterişçilik takıntısıdır
İktisat sosyolojisinin bulgularına göre, emek verilmeden ve hak edilmeden, çoğunlukla imtiyazlı imkânlar aracılığıyla edinilmiş servetler, çok kolay ve gereksiz yere tüketiliyor. Toplumda zengin sayısı arttıkça ortaya çıkan türedi sınıf, kendi gösteriş tüketimini bir gösterişçilik takıntısına dönüştürüyor. Bu kapsamda, varlıklarını hissettirecek şekilde çoğunlukla çarpıcı yeni tüketim göstergelerini toplumun gözüne sokarcasına kullanıyorlar. Gösterişçiliğin nesnesi olan her şey, aslında siyasi iktidarın ve gücün bir koruyucu kalkanı ve maskesi işlevi görüyor (Fox, 2022,14).
Toplumsal rekabette geri kalan ancak seçim yoluyla kamu kaynaklarına erişmek suretiyle yeni imtiyazlar elde eden topluluklar, bir süre sonra aşırı lüks ve israfa dayalı tüketimlerini iktidar konumlarıyla özdeşleştiriyor. İktidar sahipleri ve yandaşları, israfın kötülüğünü söyleseler bile, kendilerini saran bu tutkudan kurtulamıyor. Aşırı lüks ve israftan vazgeçmek ‘itibardan’ vazgeçmek; ‘itibardan’ vazgeçmek, ‘iktidardan’ vazgeçmek gibi ağır geliyor. Ayrıca, yoksul ve çaresiz toplumun vergileriyle yaşanan ‘itibar’ gösterişleri, aynı zamanda topluma karşı bir tahakküm aracı olarak da kullanılmış oluyor.
İslámcı anlayışın gösterişçilik takıntısı
Her çağın ve sistemin güçlü sınıflarının, kendilerini toplumun alt ve zayıf katmanlarından ayırt edici bir yaşam tarzı tutturması çok sık görülen sosyolojik bir olgudur. Bu anlamda, toplumun yarattığı katma değerlerin üzerine abanan egemen sınıfların, akıl ve ahlak değerlerinin ötesinde, her türlü israf ve gösterişçiliğe yatkın oldukları görülüyor.
İsraf ve gösterişçilik konusunda, en çelişkili ve tutarsız varlıklı kesimin ise siyasal İslámcı anlayışlar olduğu gözleniyor. Kur’an’a göre, Allah’ın yeryüzünde en sevmediği eylem israf, en sevmediği kişi ve topluluklar ise israf edenlerdir (El En’am Suresi, 141). Oysa, siyasal İslámcı anlayışın tüketim ilişkileri, İslâmiyet öncesindeki ‘cahiliye dönemi’ Arap kültür kodlarını çağrıştırıyor. Arap kültüründe, mal ve mülkün kullanılma değerinden çok, sahiplenme ve sahip olduklarını başkalarına gösterme tutkusu oldukça baskındır. Siyasal İslámcı toplulukların gösterişçilik tutumu, özü itibariyle bir ahlak düzeni inşa etmeyi amaçlayan Kur’an’a göre değil, daha çok Arap kültürünün insan-eşya ilişkisine dayanıyor.
İslâmiyet öncesi Araplarda, zenginliğin kaynağı, üretime ve katma değer yaratma esasına dayanmaz daha çok yağmacılık ve zayıf kabilelerin mallarına çökerek elde edilirdi. Toplumun ekonomik ve toplumsal kaynaklarının büyük bir kısmı, imtiyazlı belirli bir iktidar sınıfının ve kabilelerin elinde birikirdi. Yönetici sınıf, toplumu yalnızca kendi çıkarları doğrultusunda kullandığı iktidar araçları ile değil, aynı zamanda lüks ve israfa dayalı gösterişçi tüketimleri yoluyla baskılamış olurdu.
Aslında, aşırı gelir farklılığının olduğu her toplum düzeninde varlıklı kesim, yoksullar karşısında bir güç gösterisi olarak oldukça gösterişli bir hayat sürmüşlerdir. Yoksullar ve çaresiz insanlar karşısındaki psikolojik üstünlük ve tahakkümlerini, gösterişçi tutumları üzerinden de göstermişlerdir.
Gösterişçilik tutkusunu dinsel göstergelerle örtmek!
Son kuşak İslámcı zenginlerin, bu kadar derin ve doyumsuz lüks tüketim hevesi, ekonomik anlamda ciddi bir katma değer yaratmadan çok kısa sürede bol paraya kavuşmaktan kaynaklanıyor. Bir defa, bütün sosyolojik yapılar için neredeyse tümden geçerli olan bir olgu olarak, kolay gelirin kolayca harcanması gerçekliği, ülkemizde de hükmünü icra ediyor. Bu anlamda, siyasal İslámcı zenginlerin kamu kaynaklarıyla karşılaşınca, daha önceki dönemlere ilişkin aşırı bastırılmış mal ve mülk sahibi olma arzuları depreşiyor olmalı.
Siyasal İslámcıların, dinsel söylem ve simgelerin arkasına saklanarak, aslında derin Arap kültür kodlarını birer inanç esası hâline getirdikleri anlaşılıyor. İnanma tarzlarında, içtenlik ve ahlakilik ilkesinin değil de dışsallık ve gösterişçilik davranışının egemen olduğu görülüyor.
Aşırı gelir farklılığı ve gösterişçi tüketim biçimi, inanç değerleri üzerinden ‘itibar’ olarak açıklanmak suretiyle geniş bir yoksul kitlenin mevcut duruma kolayca rıza göstermesi bekleniyor. Buna karşılık, varlıklı kesim, dinsel söylem ve eylemler üzerinden gösterişçi tutumlarını sürdürüyor.
Kim daha haz düşkünü ve materyalist oluyor?
Ülkemizdeki yerleşik kent burjuvazisi, katma değer ve istihdam yaratır, belirli ölçüde vergisini verir ve elinden geldiğince ihracat yaparak ülke ekonomisine döviz kazandırırdı. Gelirin büyük bir kısmıyla yatırımları yeniler, bir kısmıyla da çok rahat ve keyifli yaşardı. Siyasal İslámcı zenginler, tarımsal ve endüstriyel üretimden çok inşaat rantı peşinde koşuyor, ihracat yapmaktan çok ithalat yoluyla servet edinmeyi tercih ediyor. Doğrudan piyasa ekonomisi şartlarında rekabet içinde gelir elde etmek yerine, çoğunlukla dinsel içerikli konular üzerinden kurulmuş vakıflar aracılığıyla kamu ekonomisine eklemlenerek servet ediniyorlar. Yönetici sınıf, üretken olmayan devasa gösteriş yatırımlarıyla ülkeyi bir borç batağına sokarak, bunlar üzerinden kendine bağlı bir zengin sınıf yaratıyor. Bu yüzden, ülkenin millî geliri oran olarak artıyor görünüyor ama ekonomik sorunlar daha fazla çoğalıyor. Buna karşılık, siyasal İslámcı sömürücü sınıfın gösteriş tüketimleri giderek artıyor. ’İtibardan tasarruf olmaz’ gerekçesiyle yoksul bıraktıkları halkın vergileriyle kendileri için son derece keyif ve haz verici gösteriş harcamaları yapıyorlar.
Siyasal İslámcı anlayışta, çoğunlukla ‘manevi değerler’ ve diğer dinsel terimlerle konuşma çabası çok dikkat çekicidir. Buna karşılık, fiili yaşam biçimlerinde, özellikle kolay yoldan servet edinmiş olanların, keyif ve haz düşkünü (hedonist) ve ‘materyalist’ denilecek kadar maddeci bir yaşam tarzı sürdükleri görülüyor.
İsraf başkalarına haram size helal mi?
Siyasal İslámcılar, kamu kaynaklarıyla zengin olma fırsatlarından yoksun oldukları vakit, ülkedeki kent kökenli sermayenin gösteriş tüketimini kıyasıya eleştirir, çok sıklıkla israfın haram olduğunu bildirirlerdi. Demokrasinin nimetlerinden yararlanarak devletin bütçesi ve hazinesinin başına kendi anlayışındaki siyasetçi ve bürokratlar geçince, ihalelerden, ucuz kredilerden, inşaat rantlarından, ithalatlardan, kayıt dışı ekonomi imkânlarından ve yüksek çifte maaşlardan edindikleri gelirleri, çılgınca tüketme yarışına girdiler. Seküler ve yerleşik kent burjuvazisinin yaşam biçiminde neyi eleştirmişlerse, o lüks ve gösterişi daha fazlasıyla kendileri yapar oldular.
Sonuç olarak, her zenginlik, ister haklı yoldan kazanılsın isterse haksız yoldan edinilsin, içinde yaşanılan toplumun üzerinden elde edilmiştir. Her türlü lüks, israf ve gösteriş tüketimi, o toplumun geneline ve en fazla da yoksullarına karşı yapılmış büyük bir saygısızlık ve görsel bir saldırıdır.
Dan Fox (2022): Gösterişçilik (Çev.Osman Şişman), Minitor Kitap-7, İstanbul
Nuri Bilgin (1991): Eşya ve İnsan, Gündoğan Yayınları, Ankara