Çok kutuplu dünyada İsrail nereye?
Prof. Dr. Hasan Ünal 01 Ocak 1970
Nükleer silahlara sahip, ciddi teknolojik ve bilimsel alt yapısı bulunan ve kişi başına düşen milli geliri 50 bin doların üzerinde. yani Türkiye'nin neredeyse 5 katı kadar yüksek bir ülke İsrail.
Yahudi nüfusun eğitim seviyesi fevkalade ileri ve devletlerine sadakati oldukça yüksek.
Milletleşme açısından sadece Ortadoğu ortalamasının değil dünyanın en başarılı örneklerinden birisi.
Amerika'nın tam ve eksiksiz desteğine sahip. Öyle ki, Amerika bugünlerde pek de iyi gitmeyen ekonomik durumundan dolayı kendi evsiz, işsiz insanlarına sosyal devlet imkanları sunamazken İsrail'e gelince paranın ve silah/mühimmat yardımının sınırı yok.
Netanyahu gibi ileride muhtemelen soykırım suçundan uluslararası bir mahkemede yargılanacak birisi Amerikan Kongresi'nde 50 kereden fazla ayakta alkışlanıyor ve diğer Batılı devletlerin büyük bir çoğunluğu İsrail'e açık çek vermek zorundaymış gibi hareket ediyorlar.
Haniye suikastı ve bölgesel savaş ihtimali
İsrail, Batı dünyasının ahlaki temellerini yıktıktan sonra, şimdi de Batı'nın kullandığı temel kurumları yıkıyor
Filistin’e tam destek verirken Kıbrıs konusunu neden gündeme getirmiyoruz?
İsrail-Arap mücadelesinin kısa tarihçesi
İsrail başlangıcından itibaren tam bir savaş makinası gibi.
Birinci Dünya Savaşı sonlarında Osmanlı'nın yenilerek geri çekilmesinin ardından bu toprakları ele geçiren İngiltere, Milletler Cemiyeti'nden aldığı yetki ile bölgede Filistin Manda yönetimi kurmuştu.
Bu dönemde Filistin'e başta Polonya olmak üzere Belarus, Ukrayna, Rusya ve Doğu Avrupa'dan kafileler (aliyah) halinde Yahudiler geldiler/getirildiler.
Yahudi toplumunun (Yişuv) İngiltere'nin 1948 yılında bölgeden çekilmesine kadar verdiği yaşam mücadelesi Filistinliler açısından ne kadar zor olduysa kendileri açısından da zor ama aynı zamanda orada tutunabildikleri için de oldukça başarılıydı denilebilir.
Özellikle İkinci Dünya Savaşı'na giden yıllarda İngiltere'nin yaklaşan savaş koşullarında Arap dünyası ile ilişkilerini bozmamak adına Filistin'e Yahudi göçünü yasakladığı dönemde ve savaş boyunca Yahudi toplumunun hayatta kalma mücadelesi ayrıca kayda değer.
Bu dönemde bir yandan İngiltere'nin kendilerini sırtlarından bıçakladığı duygusu öte yandan da her şeye rağmen İngiltere'nin yanında Hitler Almanya'sına karşı savaşmak zorunda olduklarını bilerek hareket etmeleri…
Ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında BM oylamasında (Kasım 1947) Yahudi devleti kurulması kararının alınmasını müteakiben İngiltere'nin çekilmesi (15 Mayıs 1948), üç Arap devletinin (Mısır, Suriye ve Ürdün) aynı anda savaş ilan etmesi (1948 Arap-İsrail savaşı), İsrail'in bunlardan Mısır ve Suriye'yi feci şekilde yenmesi, 1967 yılının haziran başlarında ani bir saldırı ile Mısır, Suriye ve Ürdün'ü ağır bir yenilgiye uğratarak kontrol ettiği toprakları dört katına çıkarması ve kötü başladığı 1973 savaşını (Mısır ve Suriye'ye karşı) ilk on günden sonra lehine çevirerek beraberlikle sonuçlandırmayı başarması…
İsrail adeta bir savaş makinesi gibi bütün bu askeri başarılara imza atarken sol/sosyalist kökenden gelen (Mapai Partisi) ve sonradan İşçi Partisi adını alan hükümetlerin yönetimindeydi.
Ve Ortadoğu'da var olma "hakkının" Arap devletleri tarafından kabul edilmesi için mücadele etmekteydi. Özellikle 1967 savaşından sonra "barış için toprak" (land for peace) politikasını benimsemişti.
Bu stratejiye göre İsrail 1967 savaşında işgal ettiği topraklardan tamamen veya büyük ölçüde çekilecek, buna karşılık kendisiyle savaşan Arap devletleri de İsrail'i tanıyacaklardı.
Hatta resmi olarak seslendirmesek de benzer bir çizgiyi biz de uzun yıllar dillendirmiştik Kıbrıs meselesinin çözümüne ilişkin olarak.
Arap devletlerinin 1967 savaşında çok kötü performans sergilemesi üzerine bu işi onların çözemeyeceği düşüncesinden hareketle Filistinlilerin bizzat aktör olarak (FKÖ – El Fetih) mücadeleye dahil olmaları İsrail'i toptan yok ederek denize dökmenin dışında hangi temelde ve nasıl bir barış imzalanabileceğini belirsiz hale getirdi.
Mısır'ın kendisi açısından başarılı sayılacak 1973 savaşı ve sonrasında 1967 savaşında işgal edilen topraklarından geri çekilmesi karşılığında İsrail ile tek yanlı uzlaşması (Camp David) barış sürecinin önünü açmadı; zira başta Suriye olmak üzere diğer Arap ülkeleri bu uzlaşmaya itiraz ederek Mısır'ı Arap Ligi'nden atarak izole ettiler; ama onların İsrail'e karşı sonuna kadar mücadele etme siyaseti de bir şey getirmedi ve sonunda Oslo Barış Süreci'ne giden yol açıldı.
Özellikle Filistin'in çatı örgütü El Fetih'in İsrail'in var olma hakkını kabul ederek iki devletli bir barış sürecini başlatması sorunun toptan çözülmesini sağlayabilirdi.
Fakat şimdilerde Netanyahu'nun liderliğini yaptığı Likud aşırılıkçıları ve sonraki yıllarda onlarla aşırıcılıkta yarışan diğer gruplar ve partiler bu süreci akamete uğrattılar.
Ayakları üzerinde durabilecek bir Filistin devletinin kurulmasıyla sonuçlanmasını engellediler.
Soğuk Savaş'ın sonra ermesi, Sovyetler Birliği'nin dağılmış olması genel olarak Araplar açısından iki olumsuzluğu beraberinde getirdi.
Başta Suriye ve hatta Irak gibi Sovyetler ile iyi ilişkiler içindeki devletlerin yavaş yavaş etkilerinin azalmasına sebep olurken Amerika'nın gücünün bütün dünyada belirgin bir şekilde artmasına sebep oldu. Bu, aynı zamanda İsrail lehine bir gelişme demekti.
Öte yandan Sovyetler Birliği'nin her tarafındaki özellikle de Rusya, Ukrayna, Belarus, Moldova ve diğer cumhuriyetlerindeki ciddi bir Yahudi nüfusun İsrail'e göç etmesini mümkün kıldı. Bu, çok önemliydi; çünkü İsrail'de iki devletli çözüme karşı çıkanların en büyük sıkıntısı nüfus yetersizliğiydi.
Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla yavaş yavaş hâkim hale gelen tek kutuplu dünya sistemi hem İsrail'e Sovyet cumhuriyetlerinden büyük çaplı nüfus hem de Amerika'nın dünyada artan etkisi dolayısıyla Orta Doğu'da oldukça rahat hareket etme fırsatı sağlamıştı.
Örneğin İsrail karşıtı Arap devletleri/rejimleri artık ayakta kalamayacaklardı.
Nitekim peş peşe Irak, Libya ve Suriye istikrarsız hale getirildiler.
Çok kutuplu dünyada İsrail kendi kendini yok etmeye gidiyor olabilir mi?
Tek kutuplu dünyada birbirleriyle aşırılıkçı politikalarda yarışan İsrail hükümetleri -ki, büyük bir kısmında Likud lideri Netanyahu aşırı sağ partilerle koalisyonlar yaparak iktidarda kaldı- bir yandan Hamas'a destek vererek Oslo Barış Süreci'ni baltaladılar; öte yandan da Batı Şeria'yı büyük ölçüde yerleşime açarak özellikle Sovyetler Birliği'nden gelen militan Yahudilerin buralara yerleşmesine izin verdiler.
Başta Amerika olmak üzere Batılı devletlerin zaman zaman yerleşimciler politikasına son verme çağrısı İsrail hükümetleri üzerinde hiç mi hiç etki yapmadı. Tınlamadılar bile…
Bu arada Hamas'ın varlığından dolayı Gazze'de ne yaparlarsa yapsınlar Arap ülkelerinin ciddi bir reaksiyon göstermeyeceği varsayımıyla hareket ettiler ki, bunda büyük ölçüde haklı çıktılar.
Fakat öte yandan başlangıçta barış sürecini bozması ve Filistin direnişinin çatı örgütü olan El Fetih'i bölmesi için destekledikleri Hamas ciddi bir halk hareketine dönüştü ve Gazze'yi tamamen kontrolü altına aldı.
Önceleri su borularından yaptığı silahlar ve füzeleri giderek geliştirerek Aksa Tufanı saldırısında olduğu gibi Tel Aviv'i vuracak menzilde füzelere/roketlere dönüştürmeyi başardı.
Kuzeyde Hizbullah ise İsrail açısından ölümcül bir savaş makinesine dönüştü. İsrail ile giriştiği hiçbir çatışmada geri adım atmayan hatta çoğunlukla İsrail'e geri adım attıran Hizbullah bugün itibarıyla Tel Aviv'in adeta korkulu rüyası haline geldi.
Elindeki füze stoku minimum elli binden başlayan Hizbullah özellikle dron teknolojisinde de epeyce ilerlemiş görünüyor.
Ayrıca İsrail'in güvenliğini sağlamak için Irak'ın istikrarsızlaştırılması İran'ı bu ülkede ciddi bir oyuncu haline getirdi.
Aynı durum Suriye için de geçerli. Yani İsrail'in güvenliğini artırmak için yapılan rejim değişikliği operasyonları İsrail'i daha güvenli hale getirmedi.
Bugünlerde kendilerini Direniş Ekseni olarak adlandıran ve İran ile çok içli dışlı ilişkileri bulunan Hizbullah, Irak ve Suriye'deki gruplar ile Yemen'deki Ensarullah hareketi İsrail'i orta vadeli bir yıpratma savaşı içinde tutuyorlar.
Bunlara son yıllarda Hamas'ın da dahil olduğunu ilave etmek gerekir. İran ve Direniş Ekseni güçleri orta vadeli bir yıpratma savaşını İsrail'in sürdüremeyeceğini düşünüyorlar ki, bu varsayım pek de yanlış sayılmaz.
Özellikle İran bir yandan nükleer silah yapmaya çalışırken öte yandan da çok kutuplu dünyada Amerika ve Batılı güçlerin bütün dünyada dengeleneceğini ve İsrail'e yapabilecekleri yardımları azaltmak zorunda kalacaklarının hesabını yapıyorlar. Bu varsayım da pek yanlış değil.
Kısacası İsrail aşırılıkçıları Sovyetler Birliği'nin dağılması ile oluşan boşluğu dolduran Amerika'nın liderliğini yaptığı tek kutuplu dünya düzeninde soykırım dahil insanlığa karşı her türlü suçu işlediler ve mantıklı/işlevsel bir iki devletli çözümün önünü tıkadılar; ancak İran'ın nükleer silah sahibi olacağı -belki de olduğu- çok kutuplu bir dünya düzeninde iki devletli çözüme yanaşmak zorunda kalabilirler ama bu defa da karşı taraf isteksiz davranabilir.
Keskin sirkenin küpüne verdiği zararı şimdilerde görmek istemeyen İsrailli aşırılıkçılar fazla uzun sürmeyen bir gelecekte o yakıcı sirkenin içinde boğulmaya başladıklarını hissetmeye başlarlarsa hiç şaşırmamak lazımdır.