Abdülmecid Duchemin
1908 - 06.09.1988 01 Ocak 1970
Rahip Abdülmecid Jean-Marie Duchemin 6 Eylül 1988’de Kazablanka sehrinde Hakk’a yürüdü.
1908 yılında iman sahibi ve son derece dindar, koyu Katolik bir ailenin evlâdi olarak dünyaya geldi.
Daha on yasindayken Hiristiyanligin iman, ibadet ve ahlâk esaslari konusunda pek çok yetiskin Hiristiyandan daha bilgili ve daha inançli idi.
Kendisi için yasamak ile inanmak ayri seyler degildi; tam aksine, ikisi de bir ve ayni seydi.
Henüz çocuk yastayken papazlik meslegine karsi dayanilmaz bir ilgi duydu. Sonralari, diger meslekler ve kültür faaliyetleri kendisini az çok büyülemis ve cezbetmisse de, din adamligindan baska bir yola gitmeyi aklindan asla geçirmedi.
Yetistigi dönemin dinî anlayisi, ailesinde, devam ettigi Hiristiyan okulunda ve dinlemeye bayildigi kilise vaazlarinda aldigi dinî egitim sonucu, daha o gencecik yasinda,
“Kilise disinda kesinlikle kurtulus olmadigindan (Hiristiyan olunmadikça cennete girilemeyeceginden)” kesinkes emindi.
Islâmiyetten bahsedildigini çok nadiren duymustu.
Duyduklari da bu dinin çok-tanrili ve putperest bir din oldugu iddialariydi. Hep aleyhte ve hep asagilayan ifadelerdi bunlar.
Derken, on veya onbir yasina dogru, sinif ögretmeni hanim, “Katoliklik, Hz. Isa’nin getirdigi tek gerçek dindir ve insanligi kurtulusa ancak bu din erdirir” basligini tasiyan dersin açiklamasini yapmaya basladi.
Hocahanim sözlerini desteklemek için diger dinlerden de söz etmeye koyuldu. Öteki Hiristiyan mezheplerinin mensuplari olan bütün Protestanlari ve Ortodokslari keyifle cehenneme gönderiyor ve cennete sadece ve sadece Katoliklerin gidebilecegini söylüyordu.
Hiristiyanlik disindaki dinlere gelince; bu dinlerin müntesiplerini bütün bütün horluyor ve küçümsüyordu.
Asagilik Yahudiler güzelim Hz. Isa’yi haça gerdirmislerdi; zavalli ve cahil Hindular bir sürü canavar tanriya tapiniyorlardi; Iblis’in teki olan sefih Muhammed—hâsâ—tarafindan aldatilan ‘Muhammedîler’ Hiristiyanlari katliama tâbi tutmuslardi ve sanli Haçlilar ne yazik ki bu kimselerin kökünü kurutamamisti, ama cesur misyonerler dayanilmaz fedakârliklar pahasina ve hatta hayatlarini tehlikeye atarak onlari Hiristiyanlistirmak için hâlâ gayret ediyorlardi.
Bu yaman ögretmen, alay etmek bahanesiyle, dinlerini yaymak için mücadele ederken ölümü rahatça göze alabilen bu Muhammedîlerin fanatikliginden; gülünç küçük bir hali üzerinde namaz kilmak için onca temizlik yapmaya katlandiklarindan; bütün gün kati bir oruç tutarken geceleri pisbogazlik ettiklerinden, hem de bunu koca bir ay boyunca yaptiklarindan; domuz eti ve saraptan kendilerini mahrum ettiklerinden, halbuki Allah’in bunlari insanlarin iyiligi için yaratmis oldugunun herkesçe bilindiginden bahsetti!...
Bu izah tarzi, sonuçta, o genç dinleyicinin üzerinde beklenmedik bir tepkiye yol açti. Ve yanlis yolda olmalarina ragmen dinlerinin emirlerini hakkiyla yerine getiren, Hiristiyanlarin pek çogu böyle seyleri yapmaya hiç niyetlenmezken cömertlik ve cesaret örnegi sergileyen bu zavalli Muhammedîleri söyle bir düsündü ve onlara acidi.
Iste o günden itibaren Müslümanlara karsi hem büyük bir merhamet, hem de büyük bir sempati duymaya basladi.
Papaz oldugu zaman gidip onlari Hiristiyanlastiracagini ve böylece onlara imanlarina lâyik dünya ve âhiret saadetini saglayabilecegini ümit ediyordu.
Çocuklugu ve ilk gençlik yillari boyunca kâfirler, özellikle de Müslümanlar için dua ediyordu;
misyonerlerin elde edebildigi bütün yayinlarini okuyor ve o önemsiz cep harçligini misyonerlik çalismalari için harciyordu.
Onalti yasina dogru, ileride Islâm ülkelerinde görev yapabilmek gayesiyle Kapüsenler tarikatina girmeye niyetlendi ve tarikata basvurdu.
Dogusundan beri daha da kararsizlasan saglik meselesini gözönüne alan danismani kendisine beklemeyi ve rüyasinin gerçeklesmesini daha sonraya, sihhatinin daha elverisli oldugu zamana ertelemeyi tavsiye etti.
Yirmi yasinda rahiplige hazirlanmak üzere papaz okuluna kaydoldu. Orada, dinleri ve bilhassa da Islâm’i ele alan birtakim kitaplari gözden geçirme firsatini buldu. O dönemin Katolik yayinlarinin yanli ve az çok yobaz karakterine ragmen, Hz. Muhammed ve Islâm hakkinda sahsî bir kanaat edinmeye muvaffak oldu.
Onun kanaatince, Hz. Muhammed samimiydi ve ‘Allah’tan korkan’ biriydi;
Müslümanlar saygi duyulacak ve imanlarinin saglamligindan ötürü, çogu zaman da, hayran olunacak insanlardi.
Ona göre, Islâm, bütün hakikati kendisinde toplamamakla birlikte, müntesiplerini kurtulusa erdirecek yeterli bir hakikate de sahip ciddî bir dindi. O devrin anlayisina göre, Müslümanlar Kilise ‘bünyesi’nin disinda kalmakla beraber Kilisenin ruhu içinde yer aliyorlardi, dolayisiyla da âhirette kurtulusa erebilecek idiler.
1933’te rahip olunca papaz yardimciligina tayin edildi. Rahip Charles de Foucauld’nun hayati ve sahsiyeti hakkindaki bilgileri çok seneler öncesinden ögrenmisti. Fas’ta yalniz basina yasayip Müslümanlar için dua etmek üzere inzivaya çekilen bu rahip onu heyecanlandirmisti.
1937’ye dogru, danismak ve aralarina katilip katilamayacagini ögrenmek üzere Trapistler Cemaatinin bulundugu manastirda bir süre inzivaya çekildi.
Verilen cevap bir kere daha hayal kirici oldu. Kendisine, “Simdiki bulundugunuz yerde hayirli hizmetler ifa ediyorsunuz, ayrica sizin durumunuz açisindan pek uygun olmayan bir hayat sarti ve tarzina sahip cemaatimize girmeniz için sihhatiniz de elverisli degil” denildi.
On yil kadar sonra, kendisi bir köy papazi iken, Hiristiyanlari birlestirme isiyle ugrasan bir grup tarafindan basilmis dinî bir tasvir buldu. Bu tasvirin arkasinda Fâtiha sûresinin Fransizcasi vardi.
Iste o andan itibaren, her gün, Hiristiyanî dualarini yaptiktan sonra bu Fâtiha’yi ezbere okumayi bir aliskanlik hâline getirdi.
1957 yilinda, artik Müslüman ülkelere bir seyahat gerçeklestirebilme umudunu yitirince, baskente yapilan toplu bir geziden yararlanarak Paris Camii’ni ziyaret etmek ve Müslümanlarin cemaatle namaz kildiklari bu yerde sessizce dua etmek istedi.
Aralarina katildigi turistler rehberin anlattiklarini dinlerken, o, dünya Müslümanlariyla gönül birligi içinde, bütün ruhuyla sessiz sessiz Allah’a yakardi.
Ve çikista, cami avlusunda bir Kur’ân meali satin aldi Üç gecede bütün Kur’ân’i okudu.
Insani sasirtan ve Tevrat veya Inciller’deki sunusa hiç benzemeyen Kur’ân metninin yapisi karsisinda fevkalâde etkilendi.
Köy yerinde ne Müslümanlarla, ne de Islâm’i iyi bilen kimselerle karsilasma imkâni bulamadigi için, her sene Kur’ân’i bir veya birkaç defa ya bastan sona, ya da farkli farkli sûrelerden hareketle okudu durdu.
Üç sene sonra hastaligina yenik düserek köyden sehre indi.
Derken, oradaki sartlar geregi, isçilerin ve çok yoksul kimselerin yardimina kosan bir faaliyet içinde buldu kendisini. Yanina Magripli veya Afrikali isçiler geldikleri zaman, kendilerine ‘göçmen isçiler’ muamelesi yapmiyor, aksine onlara Islâm’dan bahsediyor, Kur’ân âyetlerinden hareketle ögütler veriyordu.
Onlarla konusa konusa çok çabuk itimatlarini kazandi. Bu arada, toplumdan tecrit edilmis halde yasayan ve Fransiz ortaminin ayartma ve yoldan çikarmalarina açik bu mü’minlerin bir camiden mahrum olduklarini farketti.
Bu hususta piskoposlugun yardimini istirham etti. Birkaç ay sonunda piskoposluk bu is için bazi salonlar tahsis etti ve buralar mescit hâline getirildi.
Gerçi bütün bunlar hayli sikintilar ve düs kirikliklari olmadan da gerçeklesmedi!
Hatta Müslüman otoritelerden veya sözde imamlardan tutun da basit Müslüman halk tabakasindan insanlara varincaya kadar, bu tesebbüsünü baltalayanlar çikti. Yine de, Islâm’a hürmetini, Islâm inanç ve ahlâkina olan güvenini kaybetmedi. Zaman zaman, kendi kendine, “Kur’ân’daki ve sûfîlerin kitaplarindaki Islâm harikulâde;
ama Müslümanlarin yasadiklari Islâm içler acisi” diyordu.
Öte yandan, Islâmî inançlari ve Islâm’in dinî kurallarina bagliliklari sayesinde bizim Avrupa medeniyetimizin saptirmalarindan kendilerini inanilmayacak derecede korumus Magrip ülkelerinden ve Siyah Afrikalilardan bazi Müslümanlari da taniyordu.
Onun için bütün o güçlüklere gögüs gerdi ve caminin iyi kötü hizmete sokulmasi için var gücüyle çalismasini sürdürdü.
Neredeyse cesaretini kaybettigi ve “Acaba Allah bu caminin olmasini istemiyor mu?”
dedigi anlar da oldu.
En kritik bir zamanda, bu sehirde bir caminin oldugunu haber alan Teblig Cemaati’nden bir grup onun yanina geldi.
6 Ocak 1975 tarihiydi.
Aralarinda hemencecik karsilikli bir güven dogdu ve onbes gün sonra Clichy Camiine gitti.
Orada, o kardesler kendisine birlikte dua etmeyi teklif ettikleri zaman son derecede duygulandi.
Kendi basina ögrendigi ve Müslümanlar o sehirdeki evine geldikleri zaman arasira okudugu Fâtiha’yi onlarla beraber tekrarladi.