Bağdatlı Rûhî
1534 - 1604 01 Ocak 1970
Gerçek adı Osman olan Bağdatlı Ruhi’ye Bağdâdî nisbesi “Rûhî” mahlasıyla şiir yazan on kadar şairden ayırmak için sonradan verildi. Bağdat valisi olan paşalara kasideler sundu. Serâzat bir ruha sahip olan Rûhî askerî görevlerden ayrılınca diyar diyar dolaşarak meşrebine uygun ortamlar aradı, ancak hiçbir yerde yerleşemedi. Bu yıllarda şairlik yeteneği farklı tecrübe ve duyuşlarla gelişti, şiirinin konuları arasında sosyal hayat ve eleştiri önemli bir yere sahip oldu, tasavvuf alanında da ilerledi. Esrar Dede, Rûhî’nin Mevlevî olduğunu, seyahati sevdiğini, İstanbul’a giderek bir müddet Galata Mevlevîhânesi’nde kaldığını, daha sonra Konya’da Mevlânâ Türbesi’ni ziyaret edip Hicaz’a ve Şam’a gittiğini yazdı. Şiirlerinde, dolaştığı yerlerde karşılaştığı riyakâr insanlardan, rüşvet yolunu tutan kadılardan, mürüvvetsiz beylerden ve kendi talihinden sık sık şikâyette bulundu. 1602-1604 yılları arasında Şam kadısı olan Azmîzâde Mustafa Hâletî’nin himayesini kazandı. Rûhî kalenderane bir hayatı çeşitli zorluklar içinde geçirerek Şam’da vefat etti
Vahdet-i vücûd anlayışını benimseyen Rûhî tasavvufu şiirine bir malzeme olarak kullanan kalender, hoş edalı, derviş gönüllü bir şairdi. Divanındaki ifadelerine dayanarak onu Mevlevî, Bektaşî ve Hurûfî sayanlar olmuşsa da bir tarikata intisap ettiği bilinmez. Rûhî’ye göre asıl hüner hayatta “rengîn-edâ” sahibi olabilmekti. Bilhassa şiir ve şair hakkında gazellerinde sık sık tanımlamalar yaparken nazımda sözün kudretini ön planda tuttu. Ona göre kelimeler cansız birer varlık, sevgiyi anlatmak için en güçlü vasıta olan şiir bir sihir, şair ise bunlara can veren bir sihirbazdı. Nüktedan, gerçekten sanatkâr ve kudretli bir şair olan Rûhî bu özelliklerine mukabil şiirinde asla büyüklük taslamadı. Onun mısralarında samimilik, sadelik ve lirizm hâkimdi. Okuyucuya pürüzsüz, konuşma diline yakın bir ifadeyle meramını kolayca anlattı, özellikle toplumun aksayan yönlerini çok iyi teşhis etti, çağının kusurlarını, insanların mal mülk hırsını iğneleyici bir üslûpla ortaya koydu. Arapça ve Farsça’yı şiir yazabilecek derecede bilmesine rağmen dil ve anlatımda sadeliği tercih edip külfetli sözlerden kaçındı. İçtenlik ve lirizmin hâkim olduğu gazellerinde rindane bir üslûp vardı. Çoğunlukla aruz vezninin düz kalıplarını tercih etti ve bunları hatasız kullandı.