Medeniyetler İttifakı’ndan çatışmaya... Türkiye'ye senaryoda biçilen yeni rol
Kayahan Uygur 01 Ocak 1970
Gazze savaşının başlamasına 3 ay kala Temmuz 2023’te Odatv’de yayınlanan “'Medeniyetler İttifakı'na ortak olacakken... Çatışma tuzağına balıklama atlamak” başlıklı yazımda dünyadaki egemen güçlerin bir medeniyetler çatışması kışkırtmak için pusuda beklediklerini söylüyordum.
Kısa bir süre sonra bu öngörüm maalesef gerçekleşti.
Yazımda “Ortada açık ve genel bir çatışma yok ama yine de alttan alta bir gerginlik ve bir türlü sonu gelmeyen terör devam ediyor. Ve her biri değişik bunalımlarla çırpınan Müslüman çoğunluklu ülkelerin Batı ile olan ilişkileri de giderek bozuluyor” demekteydim.
MEDENİYETLER İTTİFAKINDAN ÇATIŞMASINA
Yazımın ana fikri önceki yıllarda “biz medeniyetler çatışması değil medeniyetler uzlaşması istiyoruz” diyen iktidarın asıl hatayı daha o zamanlar yaptığıydı.
Medeniyetler İttifakı’ndan çatışmaya... Türkiye'ye senaryoda biçilen yeni rol - Resim : 2
Medeniyetler Çatışmasında Türkiye
Çünkü o yazımda dediğim gibi “bu yaklaşım dünyada tek ve ortak bir medeniyet değil değişik medeniyetler olduğu iddiasını peşinen kabul etmekti. Yaşadığımız çağda İslam medeniyeti şeklinde bir özne ve siyaset sahnesinde bir aktör olduğunu kabul ettikten sonra onunla diğerleri arasında bugün uzlaşma olsa da yarın bir çatışma çıkmayacağını kim garanti edebilirdi? “ Aralarında zaten bence temel bir sorun bulunmayan insanlığın farklı kültürel parçalarını uzlaştırma bahanesiyle de olsa ikiye ayırdığınızda bir gün bunun çatışmayla sonuçlanması kaçınılmazdı.
Nitekim Hamas’ın 7 Ekim saldırısıyla başlayan ve bugün neredeyse 1 yılını dolduracak olan çatışmada ülkemiz hiç de medeniyetlerin uzlaşması için çalışan bir taraf gibi davranmadı. Hamas’ın koruyucusu olanlara yakın bir pozisyon aldı ve “medeniyetler uzlaşması istiyoruz” yaklaşımının çok eskilerde kaldığını gösterdi.
TÜRKİYE’Yİ BATI’DAN DIŞLAMA
Son birkaç yıldır iyice hızlanan Türkiye’yi Batı’dan dışlama çabalarının herkes farkında. Ancak insanlarımızın anlamadığı konu buna içerden yapılan katkıların nedeni. Türkiye’yi İran etrafında mevzilenen cephede bir pozisyon almaya zorlama çabaları hakkında şaşırtıcı da olsa şunu söylemeliyiz: Türkiye’nin kamuoyunda Batı karşıtı gibi algılanmasını sağlayan ama yine de Batı’dan kopmayıp hatta görünür ve görünmez bağları daha da sıkılaştıran çabaların asıl kaynağı yine Batı’dır. Türkiye’de Batı ile bağları en sıkı olan çevreler onun Batı ile arasının bozulmasını en çok isteyen çevrelerdir. Çünkü senaryo böyle yazılmıştır.
Günümüzde artık emperyalist devletler kendilerini hedeflerine ulaşmış hissediyorlar. Bir anlamda “emperyalist” olmaktan çıkıp olgun emperyal güç haline gelmişler dolayısıyla oyun kurma, senaryolar yazma, sahneye koyma ve istedikleri rollerde yakın müttefiklerini oynatma hakları var. Türkiye de bu yakın müttefiklerden hatta Amerika’nın en yakınlarından biri. Hamas civarında alınan pozisyonlara bakılırsa Türkiye ile Katar arasında pek fark yok gibi görünüyor.
Ancak kim ne derse desin bu pozisyon Türkiye’nin orta ve uzun vadeli çıkarlarına hiç de uygun değil. Çünkü bugün bizzat Batı’nın isteğiyle alınmış olan bazı siyasal tutumlar ilerde bize yönelik suçlamalara gerekçe oluşturabilir. İsmet Paşa’nın dediği gibi “Büyük devletlerle ilişki kurmak, ayıyla yatağa girmeye benzer!" Bu nedenle bu tip ilişkilere uygun olarak ikide bir tavır değiştirmek ülkenin saygınlığını ve güvenilirliğini sarsacağı gibi uzun vadede ülkeyi riske sokar. Ayrıca halkımızın çoğunluğunun Türkiye toplumunun İslamcılaşması ve Atatürkçülükten vazgeçilmesi dayatmalarına karşı olduğunu da unutmamalıyız.
Geçen yıl Temmuz ayındaki yazımda Türkiye’yi Batı’dan uzaklaştırmak ve tecrit etmek çabalarından söz ederek “bu çabaları boşa çıkarmanın bir yolunu bulmak, Türkiye’nin “medeniyetler çatışması” tuzağına düşürülmesine engel olmak gerekiyor. Aksi halde siyasal İslamcıların 100 yıllık devre arası dedikleri proje gerçekleşerek ‘Türklerin Asya çöllerine sürülmesi’ yeniden gündeme gelecektir” demekteydim. Bugün görüyoruz ki bu çabalar devam ediyor ve Türk dış politikasında git-gel hareketleri de hızlanıyor.
DÜNYADA DA GERİLİMLER KIŞKIRTILIYOR
Öte yandan sadece Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada değil dünyanın her yerinde medeniyetler arası gerilimler yükseliyor. Çin ile Batı, Ortodoks Rusya ile Batılı liberal demokrasiler, Hindularla Müslümanlar, her kıtadaki İslami gruplar ile diğer topluluklar arasındaki bu gerilim kimi yerde düşük yoğunlukta bazı yörelerde ise oldukça sert çatışmalara yol açıyor.
Bazı Batı karşıtı çevreler bu gerilimi “Batı’nın çöküşü” olarak nitelendiriyorlar. Acaba öyle mi? Bugün dünyanın her ülkesinde kapitalizm vardır. Ona karşı bir proje düzeyinde dahi gelişmiş ve reel bir seçenek bulunmuyor. Çin Komünist Partisi’nin Afrikalı lider ve bürokratlara yönelik eğitim seminerleri kapitalizmin tek parti devleti politik sistemine uyarlanmış bir versiyonundan başka bir içeriğe sahip değil. Çin hiyerarşisinde dördüncü sırada bulunan ve rejimin ideoloğu kabul edilen Wang Huning’in eserleri milliyetçi kapitalizm ve muhafazakârlık övgüsünden değişik bir ideoloji önermiyor. Rusya’ya gelince orada halen devam eden oligark kapitalizminin Batı’ya yaptığı eleştiriler LGBT ve aile konusundaki sitemlerden ibaret. Sonuçta ortada bir sistem tartışması yok, açık ya da örtülü medeniyetler ve aidiyetler çatışması var.
Ayrıca açıkça görülüyor ki Batılı sermaye ve özellikle savunma sanayi bu gerilimlerden son derece kârlı çıkmakta. Batı belki de gücünü bu çatışmalar sayesinde koruyor.
TARİHİN SONUNU GETİRMEK
Bu durum bizi başka bir noktayı irdelemeye götürüyor. Samuel Huntington’un ”Medeniyetler Çatışması” eserini yazdığı yıllarda aynı zamanda Francis Fukuyama’nın “Tarihin Sonu ve Son İnsan” kitabı konuşuluyordu. Kitapta liberal demokrasinin zaferi ile refah toplumuna geçileceği ve artık başka bir toplum modeline gerek kalmadığı için tarihin sona ereceği iddia ediliyordu. Bazıları bu iki tez arasında bir çatışma var sanmaktalar ki bu iddia yanlıştır.
Kapitalizmin merkez odakları açısından insanların ve toplumların aidiyet ve kültürel sorunlar nedeniyle birbirleriyle çatışmaları tam da yeni bir toplumsal model arayışı içinde olmalarını engelleyen bir faktördür. Aslında son dönemde insanların refahı hiç de artmamasına rağmen yeni toplum projelerine ilgileri azalmıştır. Bunun önemli bir nedeni kapitalist sistem tarafından medeniyet ve aidiyet çatışmalarının teşvik edilmesidir.
Kapitalizm kadını erkek erkeği kadın yapar, çocuğu büyük büyüğü çocuk kabul eder, sigarayı yasaklar eroini serbest bırakır ve her türlü kuralı yıkmayı kabul eder. Yeter ki meta ekonomisinden ve üretim araçları açısından toplumun mülkiyetsiz kılınmasından asla vazgeçilmesin. Kapitalizm nasılsa her kılığa girmektedir ve her kültüre uymaktadır ve bütün mesele de buradadır. Ülkeler medeniyetler çatışmasına işte bu nedenle sürüklenmek istenmektedir. Türkiye’ye biçilen rol ise İslamlaşmak, İslamcılaşmak ve İslam dünyasının içinde yer tutmaktır. Halkın çoğu bunu istemese de dayatılan tercih budur. Her konuda tercih özgürlüğü öneren kapitalizm toplumların geleceğini dahi kendisi belirlemek istiyor.
FUKUYAMA, KOJEVE VE PAZ
Fukuyama tarihin sonu tezini aslında Hegelci bir Marksist olan Fransız filozof Kojeve’den (1902-1968) almıştı. Kojeve tarihin gereklilikler dünyasından özgürlükler dünyasına doğru bir yolculuk olduğunu söylüyordu. İnsanlık yeterli bir refah ve güvenliğe ulaşınca tarih sona erecekti. Fukuyama bu düzeye liberal demokrasiler sayesinde ulaşıldığını iddia ederken aslında aidiyet kavgalarının devam edeceğini de söylüyordu.
Aynı yıllarda Meksikalı şair Octavio Paz liberalizmin zaferiyle insanların tüm değer yargılarını yitireceklerini, insanlığın geleceği konusunda umut beslemeyeceklerini, kişisel mutluluk peşinde ahlaki bir kaygısızlık içinde “ot gibi” yaşayacakları kehanetinde bulunuyordu.
İşte küresel kapitalizmin toplumları yapılandırma çabası bu üç ilke etrafında devam etmektedir. Sosyal mücadele ve yeni toplumsal sistem arayışlarının bastırılması, medeniyet ve aidiyet çatışmalarının özendirilmesi ve son analizde hiçbir değere sahip olmayan robotik bireylerden kurulu bir “hammadde insan toplumu” oluşturulması…
Ülkemizde son yaşananlar, halkın içler acısı ekonomik ve sosyal durumu, tüm bu sefaletin Gazze ve İslamcılık söylemiyle örtülmesi ve bunun yanında sonradan olma bir mutlu azınlığın “vur patlasın çal oynasın” yaşam sürmesi işte tam da bu teorilerin pratiğe yansıması olmakta.
Umarım insanlarımız ülkenin nerelere sürüklenmek istendiğini çok geç olmadan anlar.