Hukuk yoksa ahlak da olmuyor
Prof.Dr. Feyzullah Eroğlu 01 Ocak 1970
Toplumsal varlığın sürdürülmesi, birlikte yaşamayı mümkün kılan toplumsal kurallara uyulmasına bağlıdır. Bunların bir kısmı, devlet tarafından resmi olarak tanınan ve herkesin uyma zorunluluğu olan hukuk kurallarıdır. Bir kısmı da toplumu meydana getiren insanlardan uymaları beklenen gayri resmi toplumsal kurallardır.
Toplumsal kurallar toplum olarak yaşamanın güvencesidir
Toplumdaki her kişi, tamamen kendi dürtü ve arzusuna göre davranmış olsa, o zaman hiç kimse hiçbir şey yapamazdı. Toplum olarak yaşamanın sürdürülmesi bakımından, toplumca sakıncalı görülen bazı ‘istenmeyen’ davranışlardan vaz geçilir. Böylece, toplumca yapılabilir olduğu kabul gören ‘istenen’ davranışların gösterilmesi mümkün hale gelir. Bir toplumda, ‘istenen’ ve istenmeyen’ davranışlar ayrımını ve sınırlarını ise toplumsal kurallar belirler.
Toplumsal düzenin asıl güvencesi hukuk kurallarıdır
Toplumsal düzenin varlığı için toplumda yaşayan herkesin istisnasız uyması gereken toplumsal kurallar, hukuk kuralları olarak düzenlenmiştir. Bunlar, toplum içinde birlikte yaşamanın asgari düzeydeki temel şartlarını oluşturur. Başta anayasa olmak üzere, yasalar ve alt türevleri, toplumdaki yönetim yapısının ve toplumsal davranışın şekillenmesini sağlayan resmî kurallar topluluğudur. Bunlar, toplumdaki yönetici sınıfın ve halkın, kendi keyiflerine göre hareket etmelerini engeller. Toplum olarak birlikte yaşamanın temel güvencesidir.
Hukuk kurallarını ahlak tamamlar
Hukuk, toplum hayatının her yönünü düzenleyemez. Yalnızca, toplumsal varlığın kaçınılmaz gerekliliği sayılan ve bilimsel olarak doğruluğu kanıtlanmış olan hayat olaylarını düzenler. Hukuk dışında kalan hayat olaylarını, resmi olmayan toplumsal kurallar tamamlar. Bunlar, insanların bireysel tercihlerine göre değişkenlik gösteren ve göreceli inanışlardır. Resmi olmayan toplumsal kurallar, belirli durum ve şartlarda, kişi veya toplulukların nasıl davranmaları gerektiği konusunda yol gösterici davranışlardır. Bunlar, başta ahlaki kurallar olmak üzere, töre ve inanç sistemleri ile gelenek ve benzeri toplumsal değerler dizisidir. Asla, toplumun tümüne dayatılamaz.
Toplumun bütün davranışlarının, mutlak zorunluluk üzerinden düzenlenmesi ve her kuralın yasalaşması, totaliter bir yapı ortaya çıkarır. Kişi hak ve özgürlükleri yok olur, insanların girişimcilik ve yaratıcılık yetenekleri kaybolur. ‘İtaat’ ve ‘biat’ zihniyetine dayalı, özgür olmayan ama özgür olmadığının dahi farkında olmayan köleci bir kitle ortaya çıkar.
Yeterince hukukun olmaması ya da mevcut yasalara uyulmaması ise anarşi ve kaosa yol açar. En ideal olanı, asgari düzeyde zorunlu olan hukuk kurallarını uygulayıp, diğer toplumsal davranışları ahlaki kuralların yönetimine bırakılmasıdır.
İnsanlar, belirli kurallar doğrultusunda hareket etmeyi ve davranma alışkanlığını, çoğunlukla hukuk kuralları üzerinden öğrenir. Zorunlu olan hukuk kurallarına öğrenme alışkanlığı kazanmamış kişilerin, daha soyut kavramlar olarak diğer toplumsal değerlere gerçek anlamda uymaları zaten beklenemez. Olsa olsa bu değerler üstünden insanları aldatıcı bol bol gösteri yaparlar.
Hukuk kuralları toplumsal varlığın güvencesidir
Toplumda hukuk kurallarına yeterince uyulmuyorsa kişilerin inisiyatif ve iradelerine bırakılmış olan ahlak ilkelerine de pek uyulmaz. Çoğu toplumda, toplumsal değerlere uyumun gerekçesi çoğunlukla dışsal etkiler ve çevresel beklentidir. Ahlak ve inanç değerleri, çoğunlukla soyut değerlerden meydana gelir. Yetişkinler tarafından, çocuklara küçük yaşlarda ezberletilir ama mantığı ve gerekçesi yeterince anlatılamaz. Bu yüzden toplumsal çözülmenin arttığı zamanda bu değerler her fırsatta çiğnenebilir. Çeşitli toplumsal kesimler ile kişiler arasındaki ilişkilerde pek ortak değer kalmaz.
Hukuk kuralları, toplumu meydana getiren insanlara, toplum içinde birlikte yaşama alışkanlığı kazandırır. Bu durumda, uyulması zorunlu olan hukuk kurallarının varlığı, şiddetli bir toplumsal çözülmeye karşı en etkili güvence sayılır.
Günümüzde, eski zamanlara göre aynı yerde çok farklı kültürlere sahip daha çok insanın yaşıyor olması, toplumsal değerlere uyumsuzluk sorununu çok daha önemli bir hale getirmiştir. Hızlı ve çarpık kentleşme, nüfusun uygun olmayan bileşimi ve yığınlaşması, kişiler üzerindeki toplumsal denetim çoğunlukla etkisiz bir hale getirdi. Türkiye’de, küresel kapitalizmin yönlendirmesi doğrultusunda, Orta Doğu’nun, Asya’nın ve Afrika’nın kalitesiz nüfusunun, ülkemiz kentlerini doldurması sonucunda, mevcut kültürel yozlaşma daha fazla şiddetlendi. Hem suç miktar ve çeşitlerinde hem de ahlak dışı eylemlerde büyük bir artış meydana geldi.
Balık baştan kokar
Hukuk kurallarının oluşum ve denetiminden sorumlu olan yöneticilerin, hukuk kuralları karşısındaki tutumu ile sıradan vatandaşların tutumu arasında güçlü bir etkileşim olduğu görülüyor. Toplumdaki hukuk kurallarına, başta yönetici sınıf olmak üzere -imtiyazsız olarak- herkesin uyumu zorunludur. Fiili durumda, zaten gereğinden daha fazla yetkilerle donatılmış yöneticilerin, hukuk kurallarının dışına çıktıkları görülmektedir. İşledikleri suçların cezasız kalacağına ilişkin beklentileri olan bir kısım iktidar yandaşları, mafya tipli yapılar ve güçlü sermaye çevreleri de zaman zaman hukuk dışına çıkmaktan pek çekinmiyorlar.
Yöneticiler, toplum için aynı zamanda birer rol modellerdir. Halkın, yasalar karşısındaki tutumları, büyük ölçüde yöneticilerin yasalar karşısındaki duyarlılıklarına göre şekilleniyor. Ülkemizdeki yönetim zihniyetinin, ‘yönetici odaklı’ bir yönetim anlayışı olmasının edindirdiği kötü bir yönetici alışkanlığı bulunmaktadır: Bir güç gösterisi olarak, bazı durumlarda hukuki kurallara uymama hakkını (!) kendilerinde görmeleri. Söz gelimi, kırmızı ışıkta geçme hakkı tanınan cankurtaran ve suçlu takip eden polis ya da jandarmanın dışında, yöneticilerin bir güç gösterisi olarak kırmızı ışıkta geçişlerinin sağlanması tam bir ‘şarklılık’ özelliğidir. Âdeta, kendilerini toplum karşısında ‘üstün varlık’ gibi algılatmaya yönelik bu tarz kural dışılıklar, sıradan vatandaşları ‘hukuk kurallarının bazen çiğnenebileceği’ biçiminde bir fırsat kollama davranışına doğru iteliyor. Yönetici sınıf, halka doğru bir rol model olmak yerine, halk üzerinde -fırsat buldukları zaman -kurallara uymama alışkanlığına yol açan yanlış rol model oluyorlar.
Davranışlarını, büyük ölçüde devlet ve toplumsal yaptırıma göre ayarlamaya alışkın bir sürü insan, yeterince tanınır olmadıkları yığınlar içinde son derece başıboş bir yaşam sürme eğiliminde oluyor. Yapılan eylemin karşılıksız kalınacağı bilindiği ya da sanıldığı zaman, hukuk ve ahlak dışı davranışa daha fazla bir eğilim oluyor. Bu aymazlığın bahanesi olarak ise epeyce yanlış örneğin olması bu kuralsızlığı giderek yaygınlaştırıyor.
‘Anayasa bir defa delinmekle bir şey olmaz’ mı?
Başta anayasa olmak üzere bütün hukuki düzenlemelere tam olarak uyulmasını sağlamakla sorumlu üst düzey yöneticilerin, ‘anayasayı bir defa delmekle bir şey olmaz’ ve ‘ben anayasa mahkemesinin kararlarını tanımıyorum’ gibi söylem ve icraatları, hukuk devleti kavramıyla asla bağdaşmayacak davranışlardır. Yönetici sınıfın, Anayasa’mızın değiştirilmesi dahi teklif edilemez olan hükümleriyle ilgili aykırılıklar konusunda gösterdikleri seçici ‘aldırmazlık’ davranışı, yalnızca hukuki kurallara değil, her türlü toplumsal kurala karşı halk duyarlılığını oldukça azaltmaktadır. Ayrıca, hukuken suç sayılan eylemlerin, yargı mekanizması tarafından faillerin egemen iktidar ve sermaye güçlerine yakınlıklarına göre işlem görmesi, toplumdaki hukuku ve ahlaki dokuyu giderek yozlaştırıyor. Sonradan, insanlık tarihinin en aşağılık bir eylemi olan çocuk tecavüzleriyle ilgili konuda bir kamu yöneticisinin, ‘bir defadan bir şey olmaz’ diyebildiği iğrençliğe kadar düşülüyor.
Hukuk kuralları yoksa manevi değerler boşlukta kalıyor
Temelde birlikte yaşamanın zorunlu kuralları olan hukuka uyma konusundaki duyarsızlık arttıkça, çoğunlukla ahlak kurallarına da uyulmuyor. Hukuk dışılık diğer ahlak kurallarını etkisiz hale getirirken, ahlak bozukluğu da hukuk dışılığı kışkırtıyor. Bu bağlamda, hukuksuzluk-ahlaksızlık sarmalı, başta egemen yönetici sınıftan yönetilenlere doğru olmak üzere toplumsal çöküntüyü hızlandırıyor. Bir defa hukuk duvarları yıkılırsa, ortaya çıkacak ahlaksızlık selini durdurmanın pek kolay olmayacağı anlaşılıyor.
Sonuç olarak, bütün toplumsal değerlerin alt yapısını ve ana eksenini hukuk kuralları korumaktadır. Başta yöneticiler olmak üzere, toplumun her kesimi, hukuka uymak konusunda duyarlılıklarını -sözde değil gerçek hayatta- daha somut biçimde göstermelidir.