Bir Türk Bey'inin Ölümü
Fatma Sibel Yüksek 01 Ocak 1970
Neredeyse haftalardır yazı yazma isteği duymayışımın meğer bir nedeni varmış. Ne zaman böyle içime kapansam, ardından bir kayıp gelir...
Telefon rehberimdeki numaralar birer birer susuyor. "Aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor; lütfen daha sonra tekrar arayınız".. Duymaktan en fazla nefret ettiğim ses bu oldu... Bir de 'soysuzlar' var.. Ararım diye korkanlar... Geçenlerde isim benzerliğinden dolayı yanlışlıkla aradım onlardan birini. Evliliğinde, düğününde, doğumunda, iş aramasında, yok bilmem kurum değiştirmesinde yıllardır yanında olduğum ama bu "Ergenekon" denilen kepazelik ortaya çıkar çıkmaz selamı sabahı kesen birini. Sözü uzatmadan hemen kapattım ve sildim numarasını telefonumdan. Bir daha "yanlışlıkla" aramayayım diye, telaşla sildim bu çirkin numarayı..
Kendiliğinden gidenler ve benim silip attıklarım... Telefon defterim inceldi de inceldi. Kendiliğinden, sessizce çekip gidenler arasına şimdi Kemal Çapraz da eklendi. Geçen gün tramvayla Sultanahmet'ten geçerken, içimden bir ses "Şurada inip Kemal Bey'e uğra" dedi. "Bir dahaki sefere" bıraktım son anda. O gece vefat etmiş... İçimde tarif edilmez bir pişmanlık, bir suçluluk duygusu...
Gülümseyen yüzü, insan sevgisi ve fedakârlıkla dolu bakışları gözümün önünden hiç gitmiyor. Hayatını insanlar için bir şey yapmaya, onlara bir şeyler öğretmeye adamıştı. Bana "İstanbul'da basın kartı ile dolaşmayı" öğretmişti Kemal Bey. Bir gün birlikte Taksim'den Aksaray'a gidiyoruz; Kemal Bey tramvayda, vapurda sürekli bir kart gösterip "ücretsiz" geçiyor, ben habire bilet-jeton parası ödüyorum. (Daha doğrusu, Kemal Bey hiç bir itiraz kabul etmeyip benimkini de ödüyor) Önce, "Belediye'de bilmediğim bir görevi mi var acaba?" diye düşündüm; sonra dayanamayıp sordum: "Kemal Bey, bakıyorum siz sürekli ücretsiz biniyorsunuz, biz para ödüyoruz..Nedir bu işin sırrı?" Gülümsedi. "Benim" dedi, "Basın kartım var.." "E basın kartı bende de var; işte bak" diye gösterdim. İyice güldü. "Niye para verip duruyorsun öyleyse?" Meğer İstanbul'da otobüse, vapura, metroya, tramvaya basın kartı olan ücretsiz binermiş. Ben nereden bileyim? İstanbul'a gelip gittikçe harcadığım ulaşım paralarını hesapladım; Üüüü! Pek içim yandı... Sonra, ürke ürke ben de basın kartımı göstermeye başladım. Her an bir görevli gelip "Hanımefendi siz neden bilet atmadınız" diye soracak diye de ödüm kopuyordu. "Korkma, korkma; sormazlar" dedi Kemal Bey...
Kendisini Türk Dünyası'na adamış bu bilge adam, işte böyle basın kartıyla dolaşırdı koca İstanbul'u. Altında bir 'külüstürü' bile yoktu. Kendisini hiç düşünmez, cebindeki son parayla dostlarını taksiye bindirip kendisi yine tramvaya, vapura koşardı.
Dünyadaki bütün sorunlardan, bütün adaletsizliklerden kendisine sorumluluk çıkarırdı. "İnternet bağlantım kesildi" deseniz, hemen sağa sola telefonlar eder, sorumlusu kendisiymiş gibi azimle sorunu çözmeye çalışırdı. Kendi sıkıntılarından asla söz etmez ama sizin "bir derdiniz olduğunu" ne yapar eder öğrenir ve yola koyulurdu.
Doğuştan asil'di, doğuştan Bey'di... Türk Beyi'ydi. Dünyaya "Bey" olmak için, insanlara mutluluk ve adalet dağıtmak için gelmişti. İmkânları yaradılış misyonuna denk düşmediği halde, gücünün yetemeyeceği sorumlulukların altına girmekte hiç tereddüt etmedi. Çünkü o "Bey'di; geri durmayı kendine yakıştıramazdı.
Cenazesine "hû" sesini çağrıştıran bir rüzgâr ile tıpkı gözyaşı gibi ılık bir yağmur eşlik etti. Binlerce kişi arasında gözlerim, Kemal Bey'in bıraktığı bir "izi" aradı ve buldu! On üç yaşında, sarışın, güzel bir delikanlı...Tıpkı Kemal Bey gibi yakışıklı ve asil bir yüz, vakur bir duruş, ince düşüncelerin yükünü taşıyan bir melankoli..."Sakın bana 'merhametle' bakmayın, Ben Türk Bey'i Kemal Bey'in oğluyum" diyen bir vücut dili... Oğlu Çağrı'ydı... Gidip tanışmadım, teselli etmeye çalışmadım, uzaktan seyrettim; bu güzel yüzü beynime kazıdım.. Ve bir kez daha şahit oldum ki Allah, Türk soyunu hiç bir zaman 'âkim' bırakmadı ve yine bırakmayacak.. Başa ne kadar büyük felaketler gelmiş olursa olsun....