Türkiye'de nihai hesaplaşma yakın / Financial Times-Delphine Strauss
01 Ocak 1970
Türkiye'deki çalkantılar, ülkeyi kimin yöneteceğini belirleyecek nihai mücadeleyi tetikleyebilir. Halkın orduya bakışı değişti, fakat Ergenekon davası ve anayasal reform çabaları AKP'nin muhalifeti sindirme girişimi gibi algılanırsa, toplumsal ayrışma ve siyasi istikrarsızlık yaşanabilir
İstanbul-Ankara otobüsündeki genç kadın samimiyetle şöyle diyordu: “Ordu bizim annemiz gibidir. Onu bazen eleştiririz, ona bağırıp çağırırız ama ne zaman ihtiyaç duysak yanımızda olacağını bildiğimizden böyle yaparız.”
Türkler silahlı kuvvetlerine derin güven duyuyor. Bu güven sadece, erkekliğe geçiş için hâlâ başlıca tören olarak
görülen askerlikle veya Türk askerinin cesareti ve NATO müttefiklerinin gözündeki değeriyle bağlantılı değil. Siyasetçiler başarısız olduğunda devreye girmesi için orduya güvenilebileceğine dair, kökleri cumhuriyetin tarihinde yatan bir inanç da söz konusu; bu inanç halkın bir dizi darbeyi kabul etmesine yol açtı ve gene-rallerin ülkeyi savunmanın çok ötesine geçen meselelerde nüfuzlarını kullanma-larına izin vermeye devam ediyor.
Fakat ordunun rolüne yönelik bakış açısı değişiyor. Polisin geçen hafta eski deniz ve hava kuvvetleri komutanları da dahil olmak üzere 60 askeri darbe planları üzerine sorgulamak için gözaltına alması, ordunun zaten bir dizi skandalla sarsılmış prestijine vurulan yıkıcı bir darbeydi.
Batı açısından hayati
Ordunun gözaltıların başlamasından beri sürdürdüğü suskunluk, uzun süredir general, bürokrat ve sivillerden oluşan ‘derin devlet’in seçilmiş siyasetçilerden üstün olduğuna inanılan bir ülkede, güç dengesindeki esaslı değişimin kabulü anlamına geliyor. Bu çalkantı, Türkiye’yi kimin yöneteceğini belirleyecek nihai bir mücadeleyi tetikleyebilir. NATO müttefiki ve AB adayı olan Türkiye bölgesel diplomaside daha başat bir rol üstlenirken, Batı açısından hayati bir soru bu.
Başbakan Tayyip Erdoğan soruşturmaların ‘acılı ama 72 milyon insan için yararlı’ olacağını söyledi. Başkaları da, bir zamanlar hukukun erişemediği seçkinlerden artık yaptıkları nedeniyle hesap sorulmasını memnuniyetle karşıladı.
Gözaltına alınanların büyük çoğunluğu, Balyoz kod adlı darbe planıyla bağlantılandırılıyor. Fakat ordunun karşı karşıya bulunduğu tek suçlama da değil bu. Geçmişteki faili meçhul cinayetlerin büyük kısmını planladığı ve AKP’yi devirme komplolarına katıldığı iddia edilen Ergenekon şebekesine üyelikle suçlanan çok sayıda kişi arasında emekli generaller de bulunuyor.
Sayısı katlanarak artan davalardan ne sonuç çıkarsa çıksın, bu suçlama yağmuru ordunun oynaması gereken rol hakkında yeni bir tartışma başlatıyor. Aynı zamanda AKP’yi de anayasal reform için bastırmak konusunda cesaretlendirdi. Ülkeyi gizlice İslamileştirdiğinden şüphe duyan yargıçlar ve generallerin araya girmesiyle yönetimi 2002’den beri kesintiye uğrayan AKP bu reformları demokrasinin ilerletilmesi olarak sunarken, başkaları reformun otokratik bir başbakanın muhalefeti bastırmasının önünü açmasından korkuyor.
Halkın orduya yönelik algısı çoktan değişti. Uzun zamandır ülkenin en güvenilir kurumu olan ordu destek kaybediyor. AKP 2007’de, cumhurbaşkanı tercihinin ordu tarafından veto edilmesi girişimine karşı koyunca, askerin destek oranında büyük gerileme meydana geldi. AKP’nin erken seçimde oy oranını yüzde 47’ye çıkarması yaygın biçimde, partinin çekirdek seçmeninin dışındaki seçmenlerin de ordunun vesayetini reddetmesi olarak yorumlanmıştı. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ da dahil olmak üzere, ordu içindeki reformcular şu dersi öğrendi: Türk seçmenler, ekonominin geliştiği ve zaten ordunun siyasi gücünü azaltan reformlar yapmış popüler bir hükümetin iktidarda olduğu bir dönemde ordunun siyasete karışmasını hoş karşılamadı.
Fakat Başbuğ darbelerin geçmişte kaldığında ısrar etse de, ordu dış politikada, özellikle de milliyetçi hislerin güçlü olduğu Kıbrıs ve Ermenistan gibi konularda hâlâ etkili bir sese sahip. Ordu Kürt ayrılıkçılığını ve İslamcı köktenciliği de iç güvenliğe karşı en büyük iki tehdit olarak gördüğü için, toplumun karşısındaki en önemli soruların bazılarında, sözgelimi daha fazla kültürel hak ve otonomi isteyen Kürtlerin ve yerleşik düzendeki yerini almak isteyen, giderek daha görünür hale gelen Müslüman orta sınıfın taleplerinin nasıl ele alınacağı gibi
meselelerde merkezi rol talep ediyor.
Ümit Cizre ve Joshua Walker yakın zamanda yayımlanacak makalelerinde, son soruşturmaların ‘Türk siyasetinin temel kurallarını gerçekte kimin koyduğuyla ve bunu hangi güç, koalisyon, meşruiyet ve gündemle yaptığıyla’ ilgili olduğunu savunuyor. Şunu da ekliyorlar: Bu skandal “hükümete, Türkiye’deki sivil ve askeri yetkililer arasındaki dengesizliği anayasa çerçevesinde seçilmiş organların lehine olacak şekilde onarmak için görülmemiş bir fırsat veriyor.”
‘Brezilya dizisi gibi’
Fakat sorun şu ki, hem bu soruşturmalar hem de herhangi bir anayasal reform girişimi hükümetin muhalifleri sindirme çabası olarak algılanırsa, toplumsal ayrışma ve siyasi istikrarsızlık yaşanabilir.
Saklanmış silahların, darbe planlarının ayrıntılarını anlatan günlüklerin, güvenilir ve güvenilir olmayan gazeteci ve yetkili listelerinin yanı sıra cemaatlerin merkezlerine silah yerleştirme planları artık günlük haberlerin parçası haline geldi; bir yorumcu yaşananları ‘Brezilya dizisi’ne benzetiyor. Bu soruşturmaların hedef aldığı ve genellikle AKP’nin önde gelen muhalifleri olan kişilerse bir komplo döndüğünü savunuyor: Medyaya sızdırılan bilgilerin, hükümetin yönetimin bütün parçaları üzerindeki kontrolünü güçlendirmeyi hedeflediğini söylüyorlar.
Belgelerin gerçek olabileceğini itiraf etmek zorunda kalmasına rağmen, Başbuğ bir karalama kampanyası yürütüldüğünden şikâyet etti ve ordunun da misilleme olarak sırları sızdırmaya başlayabileceğine dair tehditte bulundu. Başkaları da soruşturmaların AKP değil, Fethullah Gülen’in hareketi gibi cemaatlerce yönlendiriliyor olabileceğini düşünüyor. 3. Ordu Komutanı Saldıray Berk ve Erzincan’daki Gülen cemaatini soruşturan savcının tutuklanması bu şüpheleri ateşleyecektir. Eurasia Group adlı danışmanlık kuruluşundan Wolfango Piccoli durumu şöyle yorumluyor: “AKP’yle Gülen hareketi ülkedeki laikliğin katı yanlarını yumuşatma amacını paylaşsa da, Gülen hareketinin AKP’nin dini özgürlükleri genişletme vaadini yerine getirme konusundaki yetersizliğinden ya da gönülsüzlüğünden dolayı hayal kırıklığına uğradığı belirtiliyor.”
Hukuk ayaklar altında
AKP destekçileriyle laikçiler arasındaki bu gizli mücadele arka planında, Balyoz tutuklamaları, Türkiye’nin çok sayıda seçilmiş hükümetini kısıtlamış olan gizli güçler üzerinde hukukun bir zaferi olarak da selamlanamaz. Bilgi Üniversitesi’nden siyaset bilimci Soli Özel, “İki taraf da hukuku kendi amaçları için kullanmaya çalışıyor ve bu bağlamda, hukukun bir değer olarak hiçbir anlamı yok. Bütün kurumlar bozulmuş ve ideolojik olarak bölünmüş durumda” diyor.
Bu tartışmalar AKP’yi bir kez daha ordu ve yargıdaki muhalifleriyle karşı karşıya getirdi. Son çatışmada, aceleyle verilmiş askeri bir tepki riski azalıyor gibi görülüyor. Fakat muhalefetteki siyasetçiler erken seçim çağrısı yapıyor ve 2008’de AKP’ye kapatma davası açan başsavcının yeni bir meydan okumaya hazırlanıdığına dair korkular söz konusu.
Erdoğan’sa anayasal reform paketini ay sonuna kadar meclise getireceğini söylüyor. Bu paketin merkezinde son derece tartışmalı reformlar bulunacak; zira bu reformlar, yargıyı denetleyen kurulun yapısını, AKP’nin en kararlı muhaliflerinden bazılarının nüfuzunu azaltacak şekilde değiştirecektir. Bu muhalifler hükümeti, devlet kurumlarının alt seviyelerini kendi destekçileriyle doldurmakla suçluyor.
Sol gruplar orduya dönebilir
Muhalefet partileri paketi desteklemezse, AKP’nin referanduma gitmesi gerekecektir; bu da, anketlerdeki desteği azalırken ve ekonomik iyileşme geçen yıl yüzde 14’e çıkan işsizlik oranları üzerinde henüz hiçbir etki yaratamamışken, riskli bir taktik olacaktır. Erdoğan’ın paketi, memurlar için grev hakkı ve bilginin korunması gibi seçmenin hoşuna gidebilecek veya AB’nin öncelik verdiği ombudsmanlığın kurulması gibi önlemlerle çekici hale getirmesi bekleniyor. Fakat AB üyeliği sürecinde ivme yokluğu ve AKP’nin Brüksel’e yönelik giderek artan eleştirileri paketi üyelik kriterlerine dayandırarak meşrulaştırmayı zorlaştıracaktır.
Anayasa paketi aynı zamanda askeri mahkemelerin gücünü sınırlayacak önlemleri içerebilir. Fakat Cizre ve Walker’ın da yazdığı gibi, sivil-askeri iktidar dengesinde daha fazla değişiklik ‘ne kolay, ne de kaçınılmaz’. Gerçekten de, AKP’nin yönetim üzerindeki kontrolünü sağlamlaştırmasına karşı duyulan korkular, orduya şüpheyle yaklaşan solcu grupların denge sağlanması için yüzlerini yine de generallere dönmesine yol açabilir.
Fakat AKP’yle muhalifleri arasında atışmayla geçen yılların ardından, dikkatlerin hükümetin günlük işlerinden ve ekonomiden başka yerlere daha da çok kayması pahasına, nihai bir hesaplaşma yaklaşıyor olabilir.