Ebu'l A'lâ el-Mevdudî
25.09.1903 – 22.09.1979 01 Ocak 1970
20. asrın büyük dava ve ilim adamlarından olan Mevdûdî, 3 Recep 1321 (25 Eylül 1903) ’de Hindistan’ın Haydarâbâd eyaletine bağlı Evrengâbâd kasabasında doğdu. Babası Delhi’nin saygın eşrâfından avukat Seyyid Ahmed Hasan ( 1855-1920)’dır. Annesi Rukiye Begüm ise Orta Asya’dan Hindistan’a göç eden Türk asıllı bir ailenin kızıdır.
Kendisine, dedesi Ebu’l-A’lâ’nın adı verildi. Hz. Hüseyin’in soyundan geldiği için Seyyid Ebû’l-A’lâ olarak anıldı. Mevdûdî, Seyyid Ahmed Hasan’ın beş çocuğundan en küçüğü ve ikinci evliliğinden olan ikinci oğlu olarak dünyaya geldi. Mevdûdî, dînî atmosferin yoğun olarak yaşandığı bir evde doğdu. Dindar olan anne-babası Seyyid’in yetişmesi, dînî terbiyesi, ders ve eğitimi için büyük özen gösterdiler. İlköğrenimine avukat olan babası Seyyid Ahmed Hasan’dan Farsça, Urduca, Arapça, mantık, fıkıh ve hadis ilimleri alarak başladı. İlk düzenli okul hayatına 1914’te on bir yaşında nispeten iyi eğitim veren Medresetü’l-Fevkâniyye’de başladı ve 1915’te Haydarâbâd’da sürdürdü. Liseyi dışardan bitirdi. Dinî eğitimi sarf ve nahiv, ma’kûlât, ma’ânî ve belâğat dersini Delhi’de sabah namazından önce Mevlânâ Abdusselâm Niyâzî’den aldı.[1]
İlimde, irfanda ve edebiyatta ideal bir eğitim alan Mevdûdî, ailesinin ve hocalarının çalışmalarını boşa çıkarmamış, özel kabiliyeti ve gayreti sayesinde de kendisini en iyi şekilde yetiştirmiştir. Küçük Mevdûdî’nin en önemli özelliklerinden birisi de kitap aşığı olmasıydı. Ayrıca 1914 yılında Mısırlı düşünür Kasım Emin’in el-Mer’etü’l-Cedîde isimli eserini Arapçadan Urducaya çevirmesi, onun Arapçaya olan hâkimiyetini ve o yaşlardaki eğitim durumunu belirgin bir biçimde ortaya koymaktadır.[2]
1918’de Delhi’ye taşınarak burada ağabeyinin yanında çeşitli dergilerde yazılar yazmaya başladı. 1920’li yıllarda Hindistan Hilafet Hareketi’ne katılan Mevdûdî, yazılarında çoğunlukla Müslümanların içinde bulunduğu kötü durumu ele aldı. O yıllarda meydana gelen Hindu-Müslüman çatışmaları onun fikir hayatında derin izler bıraktı. Mevdudî ilk eseri olan ‘el-Cihad fi’l-İslam’ı (İslam’da Cihad) yazdı. Bu kitabı yazma çabası İslam’ı anlamada Mevdudî’ye büyük bir netlik ve yoğunluk sağladı.
Mevdûdî, Delhi’de 1928 yılına kadar çeşitli gazete ve dergilerde yazılar yazdı ve editörlük görevlerinde bulundu. Ayrıca birisi Arapçadan, diğer üçü de İngilizceden olmak üzere dört kitap tercüme etti.1928’de Haydarâbâd’a dönen Mevdûdî, 1932 yılında, vefatına kadar onun fikirlerin yayılmasında önemli bir işlevi olan Tercümânü’l-Kur’ân dergisinin editörlüğünü üstlendi. Mevdûdî, 1937 annesi tarafından akrabası olan Mahdume Begüm’le evlendi. Bu evliliklerinden dokuz çocukları dünyaya geldi. Yine aynı yıl Muhammed İkbal’in daveti üzerine Doğu Pencâb’a gelerek 1939 yılına kadar buradaki İslâm Araştırma Merkezi (Dâru’l-İslâm)’nin kurulması ve faaliyetlerinin yürütülmesi çalışmalarına katıldı.
Ülkenin İngiliz işgâlinden kurtulmasını savunan Cem’iyyet-i Ulemâ-i Hind ile Müslümanların bağımsız bir devlet kurmasını savunan Muhammed Ali Cinnah’ın öncülük ettiği Hindistan Müslümanlar Birliği’ne mesafeli duran Mevdûdî, kendisiyle benzer düşünceleri paylaşan âlim ve aydınlarla 25 Ağustos 1941’de Lahor’da Cemâat-ı İslâmî teşkilatını kurdu. Hükümetin politikalarını eleştirmesi ve teşkilatın görüşlerini ülke çapında bir kampanyaya dönüştürmesi sonucunda Mevdûdî ve teşkilatın önde gelenleri, 1948’de tutuklandı. 1950’de serbest bırakılan Mevdûdî, faklı görüşlerdeki İslâmî grupları Karaçi’de bir araya toplayarak onların, kendisi tarafından ortaya koyulan İslâm devletinin ilkeleri hususunda anlaşmaya varmalarını sağladı.1953’te Pencap’ta düzenlenen Kâdıyânîlik karşıtı gösterileri kışkırttığı gerekçesiyle askerî mahkeme tarafından ölüm cezasına çarptırıldı. Kamuoyundan ve dünyanın çeşitli yerlerinden gelen baskılar sonucu, cezası önce sivil mahkeme tarafından ömür boyu hapse çevrildi, ardından da yüksek mahkemede beraat etti (22 Nisan 1955)[3]
24 Haziran 1956’da hac yolculuğuna çıkan Mevdûdî, Beyrut ve Dımaşk’ta İhvân-ı Müslimîn önderleri ve bazı âlimlerle de görüştü. 1959’da, yazmakta olduğu tefsir için bilgi toplamak ve Kur’ân’da adı geçen yerleri görmek üzere Suudî Arabistan, Suriye, Ürdün ve Mısır’ı kapsayan üç aylık bir yolculuğa çıktı. Bu seyahati Sefernâme-i Arzı’l-Kur’ân adıyla kitap haline getirildi.
Mevdûdî, 1972’de sağlığının bozulması yüzünden cemaatin liderliğini Miyan Tufeyl Muhammed’e bıraktı. Tedavi görmek maksadıyla Mayıs 1979’da oğlunun tabip olarak çalıştığı Amerika Birleşik Devletleri’ne giden Mevdûdî, bir dizi ameliyatın ardından 22 Eylül 1979’da vefat etti. Naaşı Pakistan’a götürülerek 1 milyondan fazla insanın katıldığı cenaze namazının ardından, Lahor’daki uzun süre ikâmet ettiği evinin bahçesine gömüldü. Dünyanın çeşitli bölgelerinden temsilcilerin de katıldığı cenaze namazını Dr. Yusuf el-Karadâvî kıldırmıştır.[4]