Kitlenin Cinneti
Selçuk Erenerol 01 Ocak 1970
Hukukun ve adalet anlayışındaki yozlaşmanın bir toplum için ne denli felaket anlamına geldiğini uzun zamandır tartışıyoruz. Ülkemizin en muzdarip olduğu konuların başında ilk bakışta ekonomik kriz ve sığınmacı sorunu gelse de bütün bu sorunların peydahlandığı noktanın hukukun rafa kaldırılması olduğunu anlamamız gerekmektedir.
Birçoğumuz için devletin dini ve inancı yalnızca adalettir. Bu her yönüyle ciddiye alınması ve toplum tarafından da içselleştirilmesi gereken bir kavramdır. Hukukun işlemediği ve adalete duyulan güvenin azaldığı yerde hiçbir toplumsal ilişki ayakta kalamaz. Ekonomi ve toplumsal ahlak bozulur. Gerisi ise çorap söküğü gibi gelir ve yozlaşmak artık toplumun her kademesinde sıradan bir etkinliğe dönüşür. Yozlaşanlar ne denli yozlaştığının farkına dahi varamaz hale gelir.
Yozlaşmanın içselleştirildiği bir toplumun hiçbir kademesinde huzur kalmaz. Huzuru olmayan bir toplum kendini ileriye götürmek için sahip olduğu çabayı kaybeder. Yaşamak sadece günü tamamlamaya dönüşür. Günler haftaları kovalar ve ay sonu dışında bir şey düşünülmez olur. Bireysel huzurun kademeli olarak bozulması kitleleri etkiler ve en sonunda toplum bir cinnet sarmalı içerisinde kendini bulur.
Buna sebebiyet vermek vatana yapılabilecek en büyük ihanetlerin başında gelir.
Deliryum, beyin fonksiyonlarında meydana gelen ani ve anormal değişime bağlı olarak kafa karışıklığı ve çevresel farkındalık eksikliğine yol açan ciddi bir akıl sağlığı bozukluğudur.
Akıl tutulması, aklın başka bir aklın yörüngesine girmesi ve etkisi altında kalması; fonksiyonlarını ve zekayı kullanma yeteneksizliğidir. Öznellik ve nesnellik arasındaki ayrımdan aklın işlevini tek yönlü görmek; doğru ve mantıklı düşünememektir.
Yaşadıklarımızın özeti bir yerde budur. Ülkemiz kitlesel bir cinnetin eşiğini çoktan geçmiştir. Haberlerin neredeyse tamamımın üçüncü sayfaya dönüşmesi, sokaklarda yüzü asık insanlarla bir arada olmamız, kaygının ve psikolojik sorunların artmasına bağlı dünyada en çok antidepresan kullanan toplumların başında gelmemiz ve daha nice sonuç bu yürütülen çok başarılı başarısız politikaların eseridir.
Bir ülke düşünün ki hukuku, adaleti, eşitliği, tarafsızlığı ve toplumsal güveni tesis etmesi ve koruması gereken Adalet Bakanlığı kurumu linç kültürünü dolaylı yoldan savunup destek versin.
Bir ülke düşünün ki “Bir kereden bir şey olmaz” diyerek tarikat ve cemaat iltisaklı vakıfların çocuk istismarına göz yuman Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olsun.
Bir ülke düşünün ki dindar ve kindar nesil yetiştirebilmek adına bütün millî değerleri ve ufuk açan öğretimi kenara bırakıp gerçekten uzak bir tarih anlatımıyla çocuklarımıza yön gösteren Millî Eğitim Bakanlığı’na sahip olsun.
Bir ülke düşünün ki kurucusu tarafından “hıyanet yuvası” olarak adlandırılan ve hukuki sınırlarının net bir şekilde çizildiği bir azınlık kilisesini iç hukuka ve uluslararası antlaşmalara karşı gelerek yanında, bir devlet temsilcisi misali, bulunduran Dışişleri Bakanlığı olsun.
Bir ülke düşünün ki üretimi, çiftçiyi, hayvancılığı ve sağlıklı gıdaya ulaşımı sağlaması gereken Tarım Bakanlığı ithal ve ucuz ürünü desteklesin.
Bir ülke düşünün ki onca zorlukla yetiştirilen doktorların şiddet görmesine, yurtdışına gittiklerinde “Bırakın gitsinler” anlayışını benimseyen bir Sağlık Bakanlığı olsun.
Bir ülke düşünün ki müttefiki tarafından askerinin başına çuval geçirildiğinde “Müzik notası mı vereceğim?” diye gazetecilere yanıt veren bir Başbakan’ı olsun.
Bu liste sayfalarca uzar gider. Zaten sorun da bu siyasal söylemlerin asla sonu gelmiyor oluşudur. Bu ve benzeri söylemlerin tamamı Türk ulusunun zihnine medyatik bir bombalama ile tahribat vermektedir. İç politikamızdaki tüm tutarsızlık aynı şekilde dış politikamıza da yansımaktadır. Bir gün dost olduklarıyla aniden düşman olup bir süre sonra yeniden dost olmaktadırlar.
Genele baktığımızda alınan kararların tamamı ne kadar da dürtüselmiş gibi geliyor değil mi?
Bunun sebebi başarılı başarısız politikalardan geçiyor. Yıllardır hep bir ağızdan seçilen ve atanan kadroların ne denli liyakatsiz oldukları üzerine konuşuyoruz. Bu yöneticilerin birçoğu ardı arkası kesilmeyen ve her seferinde de hakkı verilen fiyaskolara imza atıyorlar. Neredeyse yönetimin noksanlığı konusunda fikir birliğine varacağımız icraatler(!) başarılıyor. Tüm bunların geri planında da toplumun yönetilmeden yönetilmesi amaçlanıyor.
Nedir yönetmeden yönetmek?
Bazı ülkelerde çok enteresan bir durum söz konusudur: Hükümet kurulamaz. Bu bazen haftalar, bazen de aylar sürer. Ya kurana kadar çabalarlar ya da yeniden seçime giderler. Peki, demokrasi kavramının nispeten bulunduğu ülkeler nasıl hükümetsiz yönetilir? Oturtulmuş düzenin yarattığı istikrar ile. Ne hikmetse bu ülkelerde hükümetsizlik döneminde dahi hiçbir dış güç halkın refahını elinden almaya çalışmaz. Eğitim aynı şekilde devam eder. Kamu hizmetleri aksatılmadan yürütülmeye çalışılır. Çünkü içselleşmiş bir birliktelik ve birlikte çalışma ve ilerleme anlayışı vardır. Bizim demokrasi anlayışımızdan bu kopartılıp sökülmüştür. Zihnimizde kurumlara bağımlılık artırılmıştır. Kurumların işleyişinin bozulduğu yerde halk artık ne yapacağını bilemez bir hale getirilmiştir. Kamu hizmeti beklediği kurumların işlevsizliğine ve temsilcilerinin fiyaskolarına karşı çıkmak yerine düzelmesini bekler çünkü toplumsal birliktelik yerine akıl tutulması hüküm sürer.
Lider kültü anlayışının çok tehlikeli bir kutbuna düşmüş bulunmaktayız. Sorgulamanın hayatımızın her alanında kısıtlandığını bilmemize rağmen sorgulamıyor ve her seferinde sorunun ana kaynağına dönüyoruz. Bu sarmaldan kurtulmak adına birçoğumuz hiçbir şey yapmadan bekliyoruz. Halbuki halk olmak birlik ve beraberliği temsil eder. Bu başarılı başarısız politikaların yarattığı en büyük sorun birbirimizin tasasına sırt çevirdiğimiz, başkasının mutluluğuna ve başarısına haset duyduğumuz bir iklime mahkum oluşumuzdur.
Sunî gündemlerle yıllardır ilmek ilmek işlenen projelerinin geldiği yerde hukuk tanımazlık, adaletin yok oluşu, bitmiş bir ekonomi, bozulan bir demografik yapı ve belirsiz bir gelecekle ortada bırakılmış bir toplum görüyoruz.
Türk ulusunun özünde bu kitlesel cinnet, deliryum ve akıl tutulmasından kurtulacak güç bulunmaktadır. Durumumuz çaresiz değildir. Üstesinden geldiğimiz zorlukları hatırlamak ve yaratılan sunî kaostan silkelenip kurtulmamız mümkündür.
İnsanlığa unutturulmaya çalışılan adalet duygusu ve hukukun gücü küresel bir salgına evrilmiştir ve yaratılan sunî gündemler tek elden yönetilmektedir. Adaletin ve insanlığın düşmanları kimlerdir ve bu kitlesel cinnetten nasıl kurtulabiliriz?
“Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda, mevcuttur!”