Bir Kültür Milliyetçisi: Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu
Yusuf temizcan 01 Ocak 1970
Ne batı karşısında ezik, ne de doğu içinde tutsaktı. O, Anadolu aydınının alafrangalaşmış üniversitede bir temsilcisi ve hatta bir tepkisiydi.
20. Yüzyılın başında, birinci dünya savaşı başlamadan kısa süre önce, 1901’de Erzurum’da doğar. Halil Fahri bey ile Fatma Zehra Hanım’ın evladıdır. Babasının kadılık görevi dolayısıyla çocukluğunu farklı farklı yerlerde yaşama imkânı bulur. İlköğrenimini Erzurum ve Hakkari’de, ortaokulu Malatya ve Kayseri’de okur. İstanbul Gelenbevi lisesini 1918’de bitirir. 1922’de Darülfünun Edebiyat Fakültesi’ne girer. Hem Felsefe okur, hem de Posta Telefon Telgraf (PTT) idaresinde çalışır. Mezuniyetinin ardından Ankara, Sivas ve Erzurum liselerinde felsefe, sosyoloji ve edebiyat öğretmenliği yapar.
40 Yıl Süren Dergi
Doktora yapmak için 1930’da Fransa’ya gider. Türkiye’deki lisansı geçersiz olduğu için, Strasbourg Üniversitesi’nde tekrar Felsefe lisansı tamamlar. Ziya Gökalp üzerine çalıştığı doktora programını kısa sürede tamamlar. Yurda döndüğünde Darülfünun’da Felsefe ve Ahlâk doçenti olarak çalışmaya başlar. Aynı yıl İş (daha sonra adı İş ve Düşünce oldu) Dergisi’ni çıkarmaya başlar ki bu dergi yaklaşık kırk yıl yayın hayatında kalacaktır. İktisat Fakültesi’ne geçiş yaptıktan sonra 1942’de Sosyoloji profesörü, 1958’de Ordinaryüs Profesör olur. İktisat Fakültesi dekanlığı da yapan Fındıkoğlu, İktisat ve İçtimaiyat Enstitüsü ile Gazetecilik Enstitüsü müdürlükleri yapar. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden mezun olan Efser Hanım ile evlenir, Emin (1940), Pınar (1942) ve Ali Halil (1949) isimli çocukları olur.
Sosyal bilimlerde metod konusuna çok önem verir. Metod teorilerini kendince ikiye ayırır: ta’lilci (dedüktif, tümdengelim) ve tecrübeci (endüktif, tümevarım). Kendisi pozitivist sosyal bilim anlayışının ve ilk sosyologların kabul ettiği tümdengelim metoduna karşı çıkar. O’na göre sosyal bilimlerde bir ‘ön kabule’ dayalı izah yapılamaz. Müşahhastan mücerrede gidilmeli, peşin hükümlerden uzak olunmalıdır. Bunun en güvenilir metod olduğunu belirtir. Bilginin üretim sürecinde tümdengelimi kullanan Marksist felsefeyi tenkit eder. Mücerretle müşahhasın kaynaştırılmasını da ilmî bir ihtiyaç olarak görür.
Zincirin Birer Halkası
Fahri Fındıkoğlu ve belki Hilmi Ziya Ülken de, Türk sosyolojisinde Ziya Gökalp ve Prens Sabahattin’den gelen zincirin birer halkalarıdır. Akademik çalışmalarında ve öğretim hayatında, Türk kültürüne dair yaptığı araştırmalarda, Marksist felsefeye getirdiği eleştirilerde, öz Türkçe aleyhinde yazdığı yazılarda, köy enstitülerine karşı çıkışında vs. bu durum görülebilir. Sosyoloji anlayışında tek bir ekole bağlı kalmak istemez, bunun da yanlış olduğunu savunur. Gökalp ekolünün körü körüne takipçisi olmaz. Gökalp ile beraber Le Play ve Emile Durkheim ekolünün Türkiye’deki temsilcilerinin fikirlerini inceler, yorumlar ve yeni açılımlar ortaya koyar. Bunlardan etkilendiği kadar hocası Mehmet İzzet ve Fransız filozofu Prederic Rauh’tan da etkilenir ama hiçbirini taklit etmez. 1950’lerde Nazi Almanyası’nı desteklemiş fakat daha sonra pişman olmuştur.
Kendisi toplumu ve bireyi bir bütünün parçaları olarak algılar. Ve bunların birbirine tercih edilmemesi gerektiğini düşünür. J. J. Rousseau ünlü ‘Toplum Sözleşmesi’ isimli eserinde bireylerin gizli bir anlaşmayla toplumu ve devleti oluşturduklarını ileri sürmüştü ve çok yankı bulmuştu. Fındıkoğlu bu kanaate aykırı olarak, bireyin olduğu her yerde aslında toplumsal bir hayatın da olduğunu savunur.
Kültür Milliyetçiliği
Türk kültürüne dair araştırmalara daha öğrencilik yıllarında ilgi duymaya başlar. Uzun ömürlü bir kültür araştırma merkezi olacak Türk Halk Bilgisi Derneği’ni kurar. 1928’de Halk Bilgisi Mecmuası ve aynı yıl Halk Bilgisi Toplayıcılarına Rehber adlı kitabını yayımlar. Bu çalışmaları, halka ait her şeyin bilgisini veren geniş bir laboratuvar ve araştırma sahası olarak görür. 1948’de İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde, kültür araştırmalarını iktisat alanında yaygınlaştırmaya çalışır. Fakülte bünyesinde İktisat Müze ve Arşivi’nin kurulmasına öncülük eder. Kültür milliyetçiliği diyebileceğimiz akımın bir parçasıdır. Erol Güngör çizgisine daha yakın durumdadır. Milli şuurun uyanmasını, milletlerarası barış ve adaletin en önemli şartı olarak görür. Ancak milli şuurun dayanışma getireceğine inanır.
Kitap, makale, araştırma, tebliğ ve diğer çalışmaları toplamda 3 binin üzerindedir. Yirmiye yakın takma isim kullanmıştır ve en bilinenleri Kadıoğlu Ahmet ve Ahmet Halil’dir. Vefatından sonra adına pek çok armağan kitap neşredilir. Çeşitli kurumlara ismi verilir. Eserlerinden bazıları şöyle: Erzurum Şairleri (1927), Barburt’lu Zihni (1928), Zora Dağlar Dayanmaz (1934), Ziya Gökalp (Paris, 1936), Ahlâk Tecrübesi (tercüme, 1938), İçtimaiyata Başlangıç (tercümei 1938), İbn Haldun (Hilmi Ziya Ülken ile birlikte, 1940). Ayrıca Namık Kemal üzerine de kapsamlı bir çalışması vardır.
Üniversitenin soğuk duvarları arasına kendini hapsetmemiş teşkilatçılık yapmış, yayınlar neşretmiş, dernekler kurmuş ve geride ciddi bir sosyal bilim mirası bırakmıştır. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, bizim 20. yüzyılda verdiğimiz varoluş mücadelesinin önemli parçalarından biridir. Anadolu insanını anlamaya adamıştır kendisini. Cahit Tanyol O’nun hakkında şöyle der: Fındıkoğlu, kökeni Anadolu’ya bağlı aydınların prototipiydi. Davranışında, yürüyüşünde bir çeşit Anadolu aydını çelebiliği hissedilirdi. Ne batı karşısında ezik, ne de doğu içinde tutsaktı. O, Anadolu aydınının alafrangalaşmış üniversitede bir temsilcisi ve hatta bir tepkisiydi.
Mütevazi bir insan olarak tanınır. Güler yüzlü ve hoşgörülüdür. Özellikle öğrencilerine karşı şefkatlidir. Hiçbir kimsenin kalbini kırmamaya özen gösterir. İlk ciddi rahatsızlığı Aralık 1971’de başlar. Aşırı yorgunluk sebebiyle geçirdiği kriz sonucu bilimsel çalışmalarına ara vermek mecburiyetinde kalır. Kasım 1974’de vefat eder. Kalabalık bir topluluk cenaze törenine iştirak etmiştir.