Abdullah Savaşçı
Prof.Dr. Necmeddin Sefercioğlu 01 Ocak 1970
1949 yılında liseyi bitirdikten sonra, Nevşehir Adliyesinde zabıt kâtibi olan babamın ısrarı ile Ankara Hukuk Fakültesi’ne kayıt olmuştum. İlk yıl da Fakültenin arkasındaki öğrenci yurdunda kaldım. Zoraki girdiğim o okuldan ve derslerinden zevk alamıyordum. Devam mecburiyeti de bulunmadığı için, çoğu arkadaşlarım gibi, Ankara’daki sosyal faaliyetlerle ilgilenmeğe başladım. O sıralarda en etkin kuruluş milliyetçi ağabeylerin kurduğu ve çalışmalarını yürüttüğü Türk Kültür Dernği idi. O dernek, sonradan, üyesi bulunduğu Türkiye Milliyetçiler Federasyonu’nun verdiği kararla kurulan Türk Milliyetçiler Derneği’ne katıldı. Andığım bu dernekler sık sık yürüyüşler, açık hava ve salon toplantıları düzenliyor, toplumun ilgisini o yıllarda çok yaygın olan komünizm tehlikesine ve öteki millî meselelere çekmeğe çalışıyordu. Bu etkinliklere de en büyük ilgiyi, tabiî olarak, üniversite gençleri gösteriyordu. Onlara, yurtta kalan birçok arkadaşımla birlikte, ben de katılıyordum
Rahmetli Abdullah Savaşçı’yı andığım derneklerin bu dönüşüm döneminde tanımış olmalıyım. Türk Kültür Derneği dönemine ilişkin anılarım çok silik. Buna karşılık Savaşçı’nın ad babası da olduğu Türk Milliyetçiler Derneği’ni ve etkinliklerini, o Derneğin bütün etkinliklerine katıldığım için, çok iyi hatırlıyorum. Savaşçı Derneğin kurucu yönetim kurulunda üye idi. 1952 yılında yapılan ilk (ve ne yazık ki tek) Kurultayı’ınca seçilen Genel Yönetim Kurulu’nda da ‘umumî kâtip’ olarak görevlendirilmişti. Kendisi ile 1951 yılında başlayan ilişkilerim, 1952 Ekim’inden sonra çok gelişti ve O’nu uçmağa uğurladığımız güne kadar sürdü.
•••
Abdullah Savaşçı, 1921 yılında Kastamonu’nun Araç ilçesinde doğdu. İlk okulu Araç’ta, ortaokul ve liseyi Kastamonu’da bitirdikten sonra, yüksek öğrenimini yapmak üzere Ankara’ya gitti. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne girdi. Orada Hikmet Tanyu, Selâhattin Ertürk, Osman Yüksel, Halûk Karamağaralı, Osman Ersoy gibi genç Türkçüler ile tanıştı ve arkadaş oldu. Onlarla birlikte önce Kitap Sevenler Derneği’nde, ardından Türk Kültür Derneği’nde çalıştı. Böylece girdiği Türkçü camiadan bir daha ayrılmadı ve onun en sâdık, en aktif hâdimlerinden biri oldu. Fakat öğretim hayatı umduğu gibi yürümedi. Öğretim üyelerinden biri (sanırım Necmettin Halil Onan) ile düştüğü anlaşmazlık yüzünden, Fakülteyi ikinci sınıfta bırakmak zorunda kaldı. Bunun üzerine askerlik görevini yapmak üzere orduya katıldı. Yedek subay olarak yaptığı vatan hizmetinden sonra, Vakıflar Genel Müdürlüğünde memurluğa başladı. Bir yandan da Türkçü derneklerde görev almayı sürdürdü. Türk Milliyetçiler Derneği’ne kurucu yönetim kurulu üyesi (1951-52) ve ‘umumî kâtip’ (1952-53) olarak hizmet etti. Umumî kâtiplik döneminde, görevi gereği, yurt çapında tanınan Türkçülerden biri oldu. Şube sayısı bir buçuk yılda 80’e ulaşan Dernek dönemin DP iktidarınca kapattırıldıktan sonra da başka illerdeki Türkçülerin iletişim için aradığı, başvurduğu önder kişilerden biri idi. Türk Milliyetçiler Derneği’nin kapatılışının ardından 1954 yılında çıkarılan Gurbet dergisinin gayrı resmî yönet icisi olarak, bu iletişimi yıllarca sürdürdü.
1957 yılında, Türkçülerin kurduğu ‘Hür Basım ve Yayınevi’nin yötemini üstlenerek memurluktan ayrıldı. Baskı makinesi açılıştan önce kaza geçirdiği ve uzun süre onarılamadığı için bir türlü başarılı hizmet verilemeyen bu kuruluşu bir yıl sonra bırakmak zorunda kaldı1 Kuruluşun yönetim kurulu Onu görevden alarak yerine beni atamıştı. O da Ankara Türk Ocağı’nda benim bıraktığım göreve geçti (Böylece aramızda bir tür ‘becayiş’ gerçekmiş oluyordu). Kısa süre sonra da rahmetli Lâtif Gökçek’in yardımı ile Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün yayın biriminde görev aldı.
Orada çalışırken, 1958 yılında, Fakülteden dönem arkadaşı olan Doç. Dr. Osman Ersoy ’un teşviki üzerine, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin yeni bir bölümü olan Kütüphanecilik Bölümü’ne girdi.2 Orayı 1962 yılında bitirdikten sonra D.S.İ.’den ayrıldı ve Ankara İl Halk Kütüphanesi Müdürlüğüne atandı. Daha sonra kütüphaneleri denetlemek üzre Kültür Bakanlığı Müfettişi yapıldı. Bu görev için İzmir’de iken hafta sonunu geçirmek için Ankara’ya gelişinin akşamında, yemekten sonra kendisini yorgun yakalayan beyin kanamasından kurtulamayarak 21 Kasım 1976 gecesi uçmağa vardı. Cenazesi ailesi bireylerinin ve birkaç dost ülküdaşının katılımı ile doğum yeri olan Araç’a götürüldü ve 22 Kasım 1976 günü orada, çok sevdiği ata yurdunda, babasının yanında vatan toprağına verildi.
•••
Yukarıda da belirttiğim gibi, Abdullah Savaşçı Beği, yurt çapında yaygın bir Türkçü gençlik kuruluşu olan Türk Milliyetçiler Derneği’nin yöneticisi bulunduğu 1951 yılında tanımıştım. O sırada benim gibi yırmili yaşların coşkunluğunu süren birçok genç bu Derneğin üyesi, en azından sempatizanı idi. O kabına sığmaz gençlerin en çok yakınlık duyduğu Dernek yöneticisi ise Abdullah Savaşçı’ydı. Nedense, en sıkıntılı anlarında bile gülebilen, olayları ‘vurdum duymaz’ denebilecek bir serinkanlılık ile karşılayabilen bu iri yarı, şişman fakat ‘babacan’ ağabeyi kendilerine öteki yöneticilerden daha yakın bulurlardı. Bunda, kuşkusuz, resmî görevinden arta kalan bütün zamanını, kendisi gibi bekâr olan Necati Torun Beğ gibi, Dernek Genel Merkezinde geçiriyor olmasının verdiği alışkanlıktan daha çok, gençlere gösterdiği ilginin rolü vardı. Gençlerin sorunları ile ilgilenir, onlara yol gösterir; taşkın hareketlerini gördü mü, onları uyarır, frenlerdi. O, gençler arasında sağladığı bu sevginin ürününü, ölümü sırasında topladı. Cenazesi ile birlikte Araç’a kadar giderek son görevini yapanlar, ailesi fertleri ile otuz beş yıllık vefakâr arkadaşları olan hocası Prof. Dr. Osman Ersoy ve Necati Torun beğler dışında, hep o Dernek günlerinin Onu yürekten sevmiş ve bu sevgiyi o güne kadar sürdürmüş olan Mehmet Antal, Selâhattin Ulus, Kadir Tilev, Cevdet Kıraç... gibi gençleri vardı.
•••
Diyebilirim ki, onunla çeyrek yüzyıl süren ilişkilerimiz birçok dostlarımızı imrendirecek yakın bir bağ içinde geçti. Birlikte aynı iş yerinde bitişik, karşılıklı masalarda çalıştık. Kimi görevlerde halef-selef olduk.Benim DTCF’ne asistan olduğum yılda da bir hocalık-öğrencilik durumu ortaya çıktı. Ayrıca meslek kuruluşımuz olan Türk Kütüphaneciler Derneği’nde hem aynı kurullarda birlikte çalıştık, hem de bazı görevlerde rakip olduk.
1952 Ekim’inde Samsun’daki3 vatan hizmetimi bitirip Ankara’ya dönmüştüm. Bir işe girmem gerekiyordu. Savaşçı çalışmakta olduğu Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde bir görev bulmuştu; ama oraya girebilmem için bir ‘memurluk sınavı’na girip başarmam gerekiyordu. Ben o sırada Ankara Belediyesi’nce açılmış olan bir sınava girerek ikinci sırada kazanmıştım. Oradan ‘kazandı’ belgesini alıp Vakıflar Genel Müdürlüğüne getirdim ve ‘D cetveli’nden bir kadroya atandım. İki ay kadar ‘Vakıf Kayıtlar (Arşiv)’ Müdürlüğünde çalıştıktan sonra Muhasebe Müdürlüğü’nde Savaşçı’nın da çalıştığı birime aktarıldım. İlk çalıştığım yer ayrı bir katta idi. Gün boyu birbirimizi göremiyorduk. Belli ki, kendi çalıştığı yerde, birlikte olmamı istemişti. Orada, aynı odada, ön yüzleri bitiştirilmiş masalarda karşılıklı olarak üç yılı aşkın çalıştık.
Ankara Türk Ocağı’ndaki bir görev için 1956’da ben, bir yıl sonra da Hür Basım ve Yayınevi yöneticiliği için Savaşçı, Vakıflar’dan (ve tabiî memurluktan) ayrıldık. 1958’de de görevlerimizi değiştirdik.
Daha sonra, iki yıl ara ile, ikimiz de DTCF’nin Kütüphanecik Bölümüne öğrenci olduk. Ben Fakülteyi bitirdikten iki yıl sonra 1962 başında Bölüm’e asistan oldum ve Şubat ayında başlayan döneminde ders vermekle de görevlendirildim. Savaşçı son sınıftaydı. Girdiğim derslerden birini Onun sınıfına verecektim. O tek yarı yılda, Onun benim hocalığımı kabullenemeyişinden doğan eğlenceli olaylar oldu. Sonunda, benim hocalığımın ruhunda yarattığı cendereden(!), Kasım 1962’de mezun olarak kurtuldu.4 Yıllardır tanıdığı, iş ve çalışma arkadaşlığı ettiği, kendinden on yaş küçük birinin hocalığını benimseyebilmek Savaşçı mizacında bir kimse için elbette ki çok zordu. Çünkü O, kaygusuz görünüşünün ardında hisleriyle yaşayan, çoklukla duygularının buyruğuna uyan birisi idi. En etkileyici olaylar kendisine vız gelirken çok küçük ve basit bir olay onu çılgına döndürebilirdi. Fakat yeri geldiğinde duygularına gem vurmasını da bilirdi. Benim öğrencim olması durumunu da başlangıçta benimsememesine rağmen, zamanla, tevekkül içinde kabul etmişti. Ama ortak dostlarımıza “Benim başıma gelenler pişmiş tavuğun başına gelmedi; Sefercioğlu hocam oldu” diye sürekli yakınarak ve karşılaştığımızda bana “Kahrolmayası!5 Sen herkese ‘Savaşçı benim öğrencim oldu diye öğünüyormuşsun” diye çıkışarak... Bu hocalık-öğrencilik meselesi aramızdaki başlıca şakalaşma konularından biri olarak kaldı. Ortak dostlarımız ikimizi bir arada gördüler mi, hemen bu konuyu ortaya atarlardı. Artık o ve öteki anıları buruk bir acı duyarak hatırlamak durumundayım.
Mezuniyetınden sonraki yıllarımız, ülküdaş ve meslektaş olarak, hep dayanışma içinde geçti. Ülküdaşlar olarak birbirimizi daima destekledik, teşvik ettik. Meslekteş olarak da genelde aynı konumda olduk. Fakat meslek kuruluşumuz olan Türk Kütüphaneciler Derneği’nde rekabet etmek durumunda kaldığımız zamanlar oldu.
Ankara İl Halk Kütüphanesi Müdürü olduğu zamanlarda daha sık görüşebiliyorduk. Ailece de ziyaretler yapabiliyorduk. Bakanlık müfettişi oluşundan sonra yüz yüze görüşmelerimiz, ister istemez, azalmıştı. Fakat her teftiş gezisinden sonra Ankara dönüşünde beni mutlaka arar, gittiği yerler ve oradaki kütüphanelerin çalışmaları hakkında bilgi verir; sonra da benden Ankara’daki milliyetçi ve meslekî gelişmelerin hesabını sorardı.
Onunla ülkü ve mesleğimizle ilgili, acı-tatlı pek çok günler geçirdik. Görüştüğümüzde onları hatırlayarak kâh hüzünlenir, kâh neşelenirdik. Sanırım en sevdiği dostlarından biri de bendim. Ortak dost ve arkadaşlarımıza benim için “Dünyada en sevmediğim insanlardan biridir” der, çoğu kez bunu benim yanımda da söyler, ardından kendisine özgü kahkahasını atardı. Bu sözün söylemek istediğinin zıddı anlamda olduğunu herkes bilir idi (Sanıyorum böyle hitap ettiklerinin biri de, ‘Hemşehrim’ de dediği, Kayseri’li arkadaşımız rahmetli Mehmet Antal’dı).
Türkçülük ülküsünün gerçek sevdalılarından ve hâdimlerinden biri olan Savaşçı’nın, ülkücülük hayatı Türk Milliyetçiler Derneği’nin kapatılması dâvâsında ‘temyiz yolu kapalı olmak üzere’ verilen ‘on lira para cezası’ ile taclandırılanlar arasında bulunduğunu da belirtmeliyim.
Coşkulu bir ülküdaşım, çalışkan bir meslektaşım, duygusal bir ağabeyim ve öğrencim olan Abdullah Savaşçı ile elli beş yıl süren kısa hayatının yirmi beş yılını paylaşmış olmak, Türkçülüğün ve kütüphaneciliğin bir çok önemli olayını birlikte yaşamak, olaylara birlikte üzülmüş veya sevinmiş bulunmak aslâ unutamayacağım anılardır. Türkçülük, Onun şahsında dâvâsına yürekten inanmış, Ona yararlı olabilmek için mücadeleler vermiş bir sevdâlısını yitirmişti. Ben ise yarım yüzyıl birçok olayı birlikte yaşadığımız, birlikte sevinip birlikte üzüldüğümüz bir dost, bir ağabey, bir ülküdaş ve meslektaş yitirmiş bulunmanın onulmaz acısını yaşıyorum.
DİPNOTLARI
1- Hür Basım ve Yayınevi’ne ilişkin ayrıltılı bilgiler için, bk. Necmeddin Sefercioğlu, ‘Hür Basım ve Yayınevi serüveni’, Orkun, V, 54 (Ağustos 2002), 36-39. Bu görevden ayırma olayı Savaşçı’yı çok üzmüş, Türkçülere yıllarca kırgın kalmasına sebep olmuştu. Tabiî bu küskünlükten ben de nasibimi, uzun bir süre almıştım.
2- Aslında Tarih Bölümünü bitirmiş ve o bölüme asistan olan Ersoy, kuruluşundan sonra Kütüphanecilik Bölümü’ne geçmiş, doktorasını orada yaparak doçentliğe yükselmişti. Bölüm başkanlığı görevini de yürütüyordu.
3- Nisan-Ekim 1952 arasında yedek asteğmen olarak bulunduğum Samsun’da da Dernek çalışmalarından uzak kalmamış, Samsun Şubesi başkanlığını yapan rahmetli Sağlık Bakanı Mehmet Aydın’ın düzenlediği etkinliklere katkılarda bulunmuştum.
4- Onun DTCF Kütüphanecilik Bölümü’ndeki öğrencilik hayatı ile ilgili ortak anılarımızdan en ilgi çekici olanlarını “Baki kalan hoş sâdâ: Abdullah Savaşçı” [Türk Kütüphaneciler Derneği bülteni, XXV, 4 (1976), 278-280.] adlı yazımda özetlemiştim. Büyük oğlu Kürşat’ın Haziran dönemi sınavları sırasında bir trafik kazası geçirmesi sınava girmesini ve Haziran döneminde mezun olmasını engellemişti.
5- Bu, Onun sevdiklerine hitap ederken sık sık tekrarladığı bir hitaptı.