Vekâleten fetih
Yavuz Alogan 01 Ocak 1970
BOP’un birinci bölümünde başlayan vekâlet savaşları ikinci bölümde fetih harekâtlarına dönüştü. Hava kuvvetleri yerine kamikaze dronlar düşmanın ileri mevzilerini yumuşatıyor, tankların ve zırhlı birliklerin yerini alan Toyota kamyonetlere bindirilmiş kalaşnikoflu milisler, motosikletli çevik kuvvetin eşliğinde köyleri kasabaları, şehirleri fethediyor.
Halep’in düşmesi 2011’de Trablus’un düşmesini, HTŞ’nin ilerlemesi ise Libya’daki ABD-Fransa destekli Ulusal Geçiş Konseyi askerlerinin harekâtını andırıyor.
Suriye’de HTŞ ve ortakları ABD-İngiltere-İsrail’in vekilleri olarak kendi ülkelerini fethediyorlar. Görüntüler Mad Max filminin çatışma sahnelerini andırıyor.
Neredeyse bütün devletlerin terör listesinde yer alan, başına ödül konulan Culani (adını Golan tepelerinden aldığına göre Golani demek daha doğru değil mi?) Atlantik medyasının zirvesi sayılan CNN’e başı örtülü kadın muhabirle çıkmış bütün dünyaya Suriye’nin öldüğünü ilan ediyor, “zaten ölmüştü, biz cesedi kaldırıyoruz” mealinde konuşuyor.
Saçı sakalı Amerikan berberi tarafından güzelce kırpılmış, üniforması ütülü Golani ya da Julani ya da Colani, kafa kesmeyi icap ettiren geçmişinden aldığı derslerle yeni bir şahsiyet olarak Suriye’yi nasıl birleştirip liderlik edeceğini, bölgede yüzyıllarca yaşamış mezheplerin haklarını koruyup güvence altına alacak yasal (yasal!) çerçeveyi nasıl kuracağını anlatıyor.
Siyonist-Evangelist emperyalizmin soytarılığı, sahtekârlığı ve saldırganlığı sınır tanımıyor. Bunlar her şeyi yaparlar. Aslanı çakala boğdurur, uzaktan seyrederler.
Yayın sırasında Hama’nın düştüğü haber veriliyor. Motosikletler ve Toyota kamyonetler yola devam ediyor. Ukrayna’dan geldiği söylenen, belki Amerikalı, İngiliz uzmanların kullandığı kamikaze dronlar Şam’ı vurmaya başlıyor.
Bu yeni bir savaş türü, birleştirerek, denetim alanını genişleterek, dünya medyasında görünerek vekâleten fetih harekâtı yapıyorlar. Harekâtın komuta/kontrolünü sağlayan emperyalizm El-Kaide’den bozma katiller ordusunu kullanarak, dinî ve etnik silahlı grupları ortak hedefte birleştirerek, ulusçu Suriye Baas’ını Şii mezhebinin Nusayri koluna indirgeyerek bölgenin haritasını değiştiriyor.
Bu başıbozuk kuvvetleri yarın Hatay, Gaziantep, Şanlıurfa kırsalında, bir kısmını da başka bir bayrak altında Mardin-Diyarbakır yolunda görmeyeceğimizi kim söyleyebilir?
Emekli general arkadaşım, “Hatay ve çevresini elde tutmak için yeni bir ordu gerekecek” dedi. Peki iç cephe, ileriki aşamalarda cephe gerisi ne olacak? Emperyalizmin Suriye’yi fethettirdiği bu Colani ya da Julani’ye hayranlık duyan, Antep sokaklarında korna çalarak, havai fişek atarak zafer kutlaması yapan, derinliğine Türkiye’nin içlerine dağılmış olan, sayısı bile tam olarak bilinmeyen milyonlarca kayıtlı ve kaçak göçmen nasıl kontrol edilecek?
AKP’nin merkez medyası Suriye’yi bizzat fethediyormuş gibi coşkulu; İran’ın etkisi azalıyor, Akdeniz’le bağlantısı kesiliyor diye sevinçten göbek atıyorlar. Golani ya da Culani’nin kazanacağı zaferin kendilerine ideolojik ve politik güç kazandıracağını, yamyamlar Suriye’ye hükmedince nihai hedeflerine yaklaşacaklarını düşünüyorlar. Türkiye’yi de kapsayan geniş bir dârülharp içinde nihai zafer umuduna kapılmış, seviniyorlar. Bu ideolojik iklimin değiştirilmesi gerekir.
Türkiye’nin aldatıldığını, daha doğrusu avutulduğunu anlıyoruz.
Bize muhtemelen şöyle dediler: “Münbiç’ten Kamışlı’ya kadar 440 km. uzunluğu, 32 km. derinliği olan tampon bölge istemiyor muydunuz? Buyurun, kurun tamponunuzu. Elinizde eğittiğiniz, donattığınız Suriye Millî Ordusu (SMO) var?”
Ama biz PKK/YPG’yi silahsızlandırmak, mümkünse imha etmek istiyorduk, bir gece ansızın… “Hayır,” diyorlar bize, “gösterdiğimiz yerde duracaksınız.”
Nitekim SMO, stratejik bir mevki olan Tel Rıfat’a girdi, Münbiç’e doğru hareketlendi. PKK/YPG Tel Rıfat’ı savunmadı, çatışmaya girmedi, çevreyi mayınladıktan sonra HTŞ’nin açtığı koridordan güneye, Deyrizor’a çekildi ve orada ABD’ye petrol bekçiliği yapan kendi kuvvetleriyle birleşti; Suriye ordusunun çekildiği köyleri işgal etmeye, batı istikametinde ilerlemeye başladı. Bütün kuvvetler kendilerine gösterilen yere gidip mevzileniyorlar.
SDG’nin sözde başkomutanı Mazlum Kobani “HTŞ ile savaşma kararımız yok, onların da bizimle savaşma durumu yok” dedi. PYD’nin başındaki Salih Müslim, “Suriye’de bir arada yaşamak, geleceği inşa etmek için HTŞ’yle diyaloga hazırız” dedi.
HTŞ’nin ele geçirdiği yerlerin PKK’nin elindeki bölgelerle birleştirildiğini, Fırat Kalkanı ve izleyen harekâtlarla kesilen terör koridorunun daha güneyde kurularak Akdeniz’e açılacağını anlıyoruz.
Türkiye’nin toprak bütünlüğü, bir tarafında selefi cihatçıların, diğer tarafında bölücü PKK’nin yer aldığı, ABD ve İsrail’in tam desteğine sahip geniş bir cephenin tehdidi altında. Bu büyük tehdidin ülke içinde laiklik karşıtı hareketlerden ve PKK’ye bağlı legal ve illegal unsurlardan oluşan uzantıları, destek kuvvetleri var.
Ve Parti Devleti’mizin kafası karışık. Genel Kurmay’ın her şeyin farkında olduğunu, MGK’de en gerçekçi durum analizini yaptığını tahmin edebiliriz. Fakat kendisini Atlantik’e bağlayan siyasî iradenin bölgede gösterilen yerde durmaktan, belirlenen sınırlar içinde hareket etmekten başka çare bulamadığı görülüyor.
Cumhurbaşkanı, aynı değerlendirme konuşması içinde, hem Suriye’deki yürüyüşün Şam’a doğru “kazasız belasız” (kazasız belasız!) devamını temenni ediyor, hem de bölgede devam eden yürüyüşlerin “arzu ettiğimiz şekilde” olmadığını söylüyor. Şekil konusunda bir aldatmacaya maruz kaldığımızı anlıyoruz.
İsrail uçakları Şam’da binaları vurduğunda, Hmeymim hava üssünün yakınlarındaki depoları imha ettiğinde Rus hava savunma sistemlerinin devreye girmemesi, Rusya’nın Suriye’yi savunmaktan vazgeçtiğini göstermişti. Culani ya da Golani ilerlerken Rusya, İdlib’de muhtemelen kendisini ilgilendiren örgütleri (Uygur, Çeçen, Özbek) vurmakla yetindi. Rusya, Ukrayna’da olası Trump barışına hazırlık olarak Dinyeper istikametinde mümkün olduğu kadar toprak edinmekle meşgul. Doğu Akdeniz’deki Rus üssü (Lazkiye-Tartus), tarihî stratejik önemine rağmen ikinci planda kaldı. Sergey Lavrov’un dün (07.12.24) Doha’da verdiği şu demeç Rusya’nın Esad yönetimini askerî olarak desteklemeyeceğini gösteriyor: “Suriye hükümeti ile meşru muhalefet arasında diyalogların başlamasını önerdik, ancak HTŞ bir terör örgütüdür.”
İran ve Lübnan’dan Esad’a yardım için gelen güçler İsrail ve ABD uçaklarının sürekli saldırına maruz. Bu arada Pezeşkiyan, Trump döneminde İran’a yönelik yaptırım ve ambargoların azalacağı umuduyla sevimli ve zararsız görünmeye çalışıyor. İsrail ise Özgür Suriye Ordusu’nu (ÖSO) kullanarak Golan’dan kuzey ve kuzey doğu istikametinde hareketlenmek için hazır bekliyor (PKK/YPG’yle birleşmek için muhtemelen Şam’ın düşmesini bekliyor).
Sahanın İsrail-ABD manevralarına açık olduğunu, emperyalizmin bölgede kendisine bağlı HTŞ ve PKK dışında silahlı vekil güç istemediğini, bir süre sonra SMO’yu da dağıtmak isteyeceğini anlıyoruz.
HTŞ’ye yaptırılan askerî harekâtla birlikte Astana Mutabakatı çöktü. Türkiye Mutabakat’ın yükümlülüğünü yerine getirerek İdlib’deki teröristleri oradaki ahaliden ayıklayıp silahsızlandırmadı. “Gerginliği azaltma bölgesi,” HTŞ saldırısının karargâhı ve harekât noktası oldu. Rus basınında Türkiye’nin ABD ve Mossad’la işbirliği hâlinde Şam seferinin hazırlıklarına katıldığına dair haberler çıktı. Fakat İran ve Rusya da üstlerine düşeni yapmadılar; Suriye kuzeyindeki “özyönetim teşebbüslerini ve ayrılıkçı faaliyetleri” önleme girişiminde bulunmadılar.
Lavrov, Doha Forumu’nda yaptığı basın toplantısında Astana sürecinin akıbetini kibarca açıkladı: “Bu anlaşmalara göre, Heyet Tahrir Şam’ın İdlib’de etkisini arttırmaması ve İdlib’den çıkması gerekiyordu. Bu anlaşmalar uygulanmadı. Böylece bu anlaşmalar, ağırlığını kaybetti.” Başka bir süreç başlatacaklarını anlıyoruz.
22. Doha Forumu’nun sonuç bildirgesi, böyle durumlarda hep söylenen etkisiz klişeyi tekrarlıyor: “Askeri operasyonların durdurulması ve sivillerin korunması için tüm tarafların Suriye krizine barışçıl bir çözüm bulmak üzere çaba göstermesi.”
Türkiye’yi kurtaracak olan en kısa sürede kuruluş ayarlarına dönerek iç cepheyi tahkim etmek ve sınır güvenliğini sağlamaktır. Ülkeye hâkim olan ideolojik iklim mutlaka değiştirilmelidir. Suriye’nin parçalanmasıyla birlikte güvenlik sorunu bütün diğer sorunların önüne geçmiştir.