CAFER SEYDAHMET KIRIMER’İN TÜRKÇÜLÜK ÜZERİNDEKİ GÖRÜŞLERİ / Doğu KARAOĞUZ
01 Ocak 1970
TÜRK YURDU Dergimizin Ekim 2006 tarihli sayısında, 1940’lı yıllarda Zonguldak’ta yayınlanan ve bir sanat, edebiyat ve kültür dergisi olan “Doğu”yu okurlarımıza tanıtmıştık (1). Bu dergide, bir “Türkçülük Nedir?” anketi yapılmış ve zamanın bazı ünlü düşünürlerinin bu konudaki fikirleri alınmıştır (2). Ankete katılanlar, “Cafer Seydahmet Kırımer, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Prof. Dr. Z. Fahri Fındıkoğlu, Prof. İsmail Hakkı Baltacıoğlu ve İsmail Habip Sevük’tür. Biz burada, okurlarımıza ilginç geleceği düşüncesiyle öncelikle, Cafer Seydahmet Kırımer’in bu konudaki görüşlerini sunmak istiyoruz.
Cafer Seydahmet Kırımer (1889–1960), uzun yıllar Türkiye’de yaşamış Kırım’lı bir Türkçü düşünür ve yazardır. Kırım’ın bağımsızlığının kazanılması yolunda yürütülen mücadelenin önderlerinden biridir. Doğum yeri, Kırım’ın Yalta şehrinin Kızıltaş köyü olup, İstanbul’da yaşama gözlerini kapamıştır.
Aslında zengin bir aileye mensup olan Kırımer, ilkokulu Kırım’da, orta ve liseyi ise İstanbul’da okudu. İstanbul’daki tahsili sırasında, bazı Türk milliyetçisi yazarların etkisi ile genç yaşta siyasetle ilgilenmeye başladı. II. Meşrutiyet’in ilânından (1908) sonra, üç arkadaşı ile İstanbul’da Kırım Talebe Cemiyeti’ni kurdu. Daha sonra Kırım’a giderek (1910) Kırım Türklerinin bağımsızlığı için çalıştı. Bir süre Paris’te, Hukuk Fakültesi’nde okuduktan (1911) sonra İstanbul’a döndü. İstanbul’da, Şahab Nezihi takma adıyla Türkçülük üzerine yazılar yazdı. O sırada yayınladığı bir kitap yüzünden, Babıâli tarafından hakkında kovuşturma açılınca, Paris’e kaçmak zorunda kaldı.1917 devriminden sonra, Akmescit’te, Kırım Müslümanları Merkez Komitesi’nin kurulmasına önderlik ett ve Moskova’da toplanan Rusya Müslümanları Kurultayı’na Kırım temsilcisi olarak katıldı. Kırım Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşunda (1917) ve anayasasının hazırlanmasında etkin görevler aldı ve bir süre bu ülkede Dışişleri ve Millî Savunma Bakanlığı görevlerini yürüttü. Rusya’nın Kırım’ı işgâli üzerine tekrar İstanbul’a döndü; ancak buradan da Damat Ferid Paşa hükümetince sınır dışı edildi. Almanya’nın Kırım’ı işgâlinden sonra yurduna dönen Kırımer’in, 1921–22 kıtlık yıllarında, çalışmaları ile çeşitli ülkelerden yurduna yardım sağladığı bilinmektedir.
Daha sonra, yeniden İstanbul’a gelen ve uzun yıllar İstanbul’da kalan Kırımer’in, Kırımlı göçmenlerin Türkiye’ye alınmasında büyük etkisi olmuştur.
Cafer Seydahmet Kırımer, Kırım’ın bağımsızlığı ve Türkçülük yolunda büyük hizmetler vermiştir (3). Başlıca eserleri arasında, “Unutulmaz Gözyaşları” (1908), “Yirminci Asırda Tatar Millet-i Mazlûmesi” (1912) ve “Gaspıralı İsmail Bey” (1934) sayılabilir (4). Kırımer, ayrıca yurdumuzun çeşitli illerinde Türkçülük konusunda verdiği konferanslarla da tanınmaktadır (3). “Doğu” dergisinde de iki yazısı yayınlanan (5, 6) Kırımer’in 1920 yılından itibaren tuttuğu anı notlarının 1954–1960 yılları arasındaki bölümü, ölümünden 43 yıl sonra yayınlanmıştır (7).
Doğu dergisinde, “Türkçülüğün, Türkçülük esaslarının ve büyük ülkümüz için çalışma yollarının her yönden aydınlatılmasına hizmet etmek üzere bu anketin yapılmasını gerekli buluyoruz” önyazısı ile başlanan “Türkçülük Nedir?” anketine, Cafer Seydahmet Kırımer’in, Mart 1943 tarihinde gönderdiği yazıyı aşağıda sunuyoruz (Yazıdaki bazı eski sözcükler, günümüz Türkçesine çevrilmiştir):
“Türkçülük hakkında düzenlediğiniz faydalı ve lüzumlu ankete, benim de cevap vermekliğimi arzu etmişsiniz. Konunun önemi açıktır. Bana, bu ağır ve nazik suallere yetkili zatların verdikleri cevapları okumak düşerdi. Israrlarınızı kıramadığımdan, ben de bazı düşüncelerimi kısaca yazıyorum:”
Türkçülükten anladığınız nedir?
“Bu soruya, Türkçülüğün geçirdiği gelişime uygun olarak şöyle cevap verebiliriz: Türkçülük, Türklerin kendi ulusal benliklerini bulmalarıdır. Türkçülük, Türklerin kültür birliklerini kavramaları ve kuvvetlendirmeleridir. Türkçülük, Türklerin kültürel ve siyasî birlik ülküleridir. Türkçülük ülküsünü, iş ve amaç bakımından daha açık olarak, “Büyük Türk milletinin kurtulmasını, birleşmesini, yükselmesini sağlamaya temel olan ulusal bir fikir akımıdır” diye tanımlayabiliriz.”
En eski Türkçülük izleri hangi tarihte görülür? En bilinçli Türkçülük hareketi ne zaman başlamıştır?
“En eski Türkçülük izleri ve tarihi kesinlikle kestirilemez. Fakat kanımca, milattan 201 yıl önce Çin Sındığı savaşını kazanmış olan Mete’yi ilk Türkçü kahraman olarak tanıyabiliriz. General Ömer Hâlis Bıyıktay’ın, 1935 yılında yayınlanan “Mete’nin Çin Sındığı Savaşı” kitabında, Mete’nin şu sözlerine yer veriliyor: “Bütün Türkleri bir devlet hâlinde, bir bayrak altında toplamak, her Türk’ü sağlam, bilgili ve zengin yapmak (8)”. İşte hepimizin benliğini sarsacak ve yolumuzu aydınlatacak biricik ülkü budur, bu olacaktır.
Göktürklerden, VIII. yüzyıldan kalma Orhun ve Tola kitabelerini de, Prof. Rashony’nin “Dünya Tarihinde Türklük” (1942) kitabında belirttiği gibi, “Her satırında ulusal duygular akseden” (9) ve yurdu, ulusu, imparatorluğu korumak, Türk ulusunun mahvolmayacağına kutsal bir imanla inanmak amacını canlandıran bu eserleri de Türkçülük ülküsünün ebedî abideleri saymak yerinde olur.
Türkçülüğün tarihî gelişimi incelenirken de, Türkçülükle Türkoloji’nin veya Türkiye’nin karıştırılmaması gerekir. Ne kültür ve ne de bunun incelenmesi Türkçülük demek değildir. Bunların ulusal endişe ile yoğrulmaları, ulusal ülküye bağlanmaları ile Türkçülük canlandı. “Ulusal ülküye” diyoruz, çünkü Türkçülük ülküsünün geniş ve kapsamlı olması, yâni bütün Türk milletini kavraması şarttır.
Türkçülük, kabileciliği ve bölgeciliği reddeder. Yalnız siyasî bakımdan değil, bilhassa kültür bakımından da Türk milletinin en sağlam, en yüksek gelişimi ancak Türkçülükle sağlanabileceğinden, Türkçülük, ulusal varlığı, ulusal bünyeyi parçalamayı amaçlayan bölgeciliği kendi ruhuna ve amacına karşı giden en kötü düşman olarak tanır. Ancak, ilim sahasında kalmayan, bir bölge çerçevesi içinde bocalamayan, tüm Türklerin bir millet olduğuna inanarak bunun yazgısı üzerinde endişe ile titreyen Türkçülük ülküsünün XIX. yüzyılın sonlarında canlandığını kabul edebiliriz.”
Bizdeki Türkçülük hareketiyle ırkçılık cereyanı aynı mıdır, farkları nedir?
“Bence, anketin en önemli ve bu sıralarda bilhassa üzerinde duyarlıkla durulması gereken sorusu budur.
Türkçülük cereyanını baltalamak isteyen hareketler, sırasıyla, bizde İslâmcılık, Osmanlıcılık, kuzeyde Tatarcılık, Başkurtçuluk gibi cereyanlardır. Türkçülerin amacı, bütün Türklerin bir millet olduğunu veya olması gerektiğini kanıtlamak ve bunu sağlamaktı. Buna karşı dün din ve kabile esaslarına dayananlar, nasıl dış düşman kuvvetlerine dayanmaksızın tutunamamışlarsa, bugün de Türkçülüğü ırkçılığa sürüklemek isteyenler öylece tutunamayacaklardır.
Türklerin bir ırk olduğunu kanıtlamaya, ırk birliği için bir ülküye ne gerek var? Irk, kana ve anatomiye dayanan bir özellik olduğuna göre, bu, tarihin yarattığı, yürüttüğü bir şeydir. Fikrin, ülkünün bu işteki rolü, bunu bir îmana bağlamaktır.
Bütün Türklerin hem kültürlerini tam olarak geliştirmeleri ve hem de yazgılarını en
sağlam iktisâdi ve siyasî bir temele dayandırmaları hangi esasla sağlanır? Irkla mı, milletle mi?.
Eğer Türkler arasındaki bağlılığı yalnız ırk birliğinde görürsek, Türk âleminin İslavlar gibi ayrı milletlere bölünmelerine yol açmış olmaz mıyız?.
Acaba, Türkler arasındaki kültür yakınlığı, dil birliği, bunlardan da daha önemli olarak, yazgısını ve geleceğini temin endişesinin bulunması, bütün Türklerin bir millet olmalarına esas olmaz mı?.
Irkçılık yapan bazı milletler, ulusal birliklerini kurmak için ve hatta bunun büyük bir kısmını başardıktan sonra gelişimlerini sürdürmek için, ulusal benliklerini kurmuş ırkdaşları ile bağlılıklarını kuvvetlendirmek üzere, ırkçılığı bir esas olarak tanıdılar ve bunu işliyorlar.
Daha ulusal birliğimizi kurmamış olduğumuz bir sırada bizim ırkçılık cereyanına kapılmamız, hem büyük Türkçülüğü ve hem de her bölgedeki ulusal bünyemizi parçalamaktan, sarsmaktan başka hiç bir sonuç veremez.
Eğer ırkçılık esas olarak alınırsa, her Türk ilinin iç bünyesi de çözülür. Kan kavgaları ile gereksiz ve zararlı parçalanmalara yol açılır. Bu, olumlu işten ayrılmamıza, olumsuz çekişmelere düşmemize neden olur.
Irkçılıkla ancak bilimsel bir konu olarak uğraşmak, Türk ırkının antropoloji bakımından orta ve güney Avrupa’daki, İran, Afganistan, Çin, Hindistan ve Moğolistan’daki etkilerini incelemek elbette faydalıdır. Irkçılık bu sahada kaldıkça, Türk milliyetçiliğine kuvvet verir, ufuk açar.
Türkçülük, Türk milliyetçiliğidir. Dili dilime uyan ve bir millet olarak yükselmek isteyen bütün Türklerin, bir millet olmalarını dilemekten başka amaçları yoktur. Hangi bakımdan incelenirse incelensin, Türklüğün kültürel ve siyasal yazgısı ancak ulusal temelde birliğe götürülmekle tam gelişimini bulabilir ve Türkler nicelik ve nitelikçe tarihlerine lâyık bir varlık olabilirler.”
Türkçüye göre, batılılaşmaktan amaç nedir? Din terbiyesi hakkındaki düşünceleriniz?
“Bu iki soruyu birleştirmekte yarar gördüm. Ne batılılaşmak, ne de din bize Türklüğümüzü unutturmamalıdır. Ulusal ülkümüz, ne Batı ve ne de İslâm kozmopolitliği ile kuvvetinden, özelliğinden fedakârlıkta bulunmamalıdır.
Batının tekniğini almamız zorunludur; başka türlü yaşayamayız. Bir millet olabilecek bütün Türklerin büyük kısmının İslâm dininde olması, dinimize karşı olmamamızı emreder. Dinsiz bir toplum olamaz.
Türk inkılâbının laikliği kabûlü, Türkçülük bakımından da en zorunlu bir işti. Bu, Türkler arasındaki mezhep farklarının, zararlarının önüne geçmeye de olanak verecek bir esastır. Dini devletten ayırmak, taassuba (bağnazlığa) karşı amansız bir mücadeleye girişmek, Türklüğü dinsizliğe karşı sürüklemek dinsizlik değildir. Devlete ve Türkçülüğe zarar getirmemek şartıyla, Türklüğün dine bağlılığının sağlanması gereklidir.”
Milletimizi çağdaş medeniyetin üstüne çıkaracak olan Türkçülüğün ne gibi esaslar üzerine kurulması gerekir? Bir Türkçünün esas görevleri nelerdir?
“Çağdaş medeniyetin üstüne çıkmak değil de atbaşı beraber gitmek için de her millette olduğu gibi bizde de ilk şart, ulusal birliğimizin gerçekleştirilmesidir. Bu kurulmadıkça, nicelik ve nitelikçe medeniyet ve siyaset terazisinde ağır basmamız mümkün değildir. Hatta var olup, kalmamız da güçtür.
Bunun için de bugünkü Türkçü neslin görevi, Türk milletinin birliğini dileyen Türkçülük idealini canlandırmak ve benimsetmektir.
Her ideal gibi Türkçülük de bilime ve karaktere dayanır. Bu idealin yolcusu, yalnız iyi niyetle olumlu bir iş göremez. Yalnız Türk’ü, Türklüğü sevmek ve onun selâmetini dilemek yeterli değildir. Yalnız “Türk efendi millettir” demekle de, milletimiz her sahada “efendi” mevkiine yükselemez. Bunun için, bilim, feragat, sebat ve cesaret ister.
Bütün Türklük dünyasında, Türkçülük ideali için, her ilimizde böyle hazırlıklı, manevî bir kadro bulunursa, milletimizin ulaşamayacağı hiç bir hedef yoktur.”
KAYNAKLAR:
Doğu Karaoğuz: “Türkçülüğün Zonguldak’tan Yükselen Sesi: 1940’lı Yılların Doğu Dergisi”; “Türk Yurdu” dergisi, Sayı:230, Eylül 2006, s.59.
“Doğu” dergisi: “Türkçülük Nedir Anketine Cafer Seydahmet Kırımer’in Karşılığı”, Sayı:7-8, Mayıs-Haziran 1943, s.17.
Ömer Özcan: Cafer Seydahmet Kırımer’in Günlüğünde Zonguldak”; “Emel’imiz Kırım” dergisi, Sayı:54, Şubat 2006, s.4.
Cafer Seydahmet Kırımer: Anabritannica Ansiklopedisi: Cilt:13, s.263.
Cafer Seydahmet Kırımer: “”Harp ve Türkçülük”, Doğu dergisi, Sayı:1, İlkteşrin 1942, s.17.
Cafer Seydahmet Kırımer: “Bizde İdeal ve İdeoloji Buhranı Var Mıdır?”, Doğu dergisi, Sayı: 16-17, Şubat-Mart 1944, s.5.
İsmail Otar - Ömer Özcan: “Cafer Seydahmet Kırımer’in Günlüğü”, Polatlı Kırım Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Yayını, 2003.
Ömer Halis Bıyıktay: “Mete’nin Çin Sındığı Savaşı”, Askerî Matbaa, İstanbul, 1935.
Prof. Rashony: “Dünya Tarihinde Türklük”, Ankara, 1942. s.89.