« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

23 Ara

2024

Son çeyrek yüzyıl hiç yaşanmamış gibi!

Murat Sevinç 01 Ocak 1970

Suriye’de rejim yıkıldı, eli sopalı ve kanlı devlet başkanı, ailesiyle birlikte Rusya’ya sığındı, ortalık toz duman.

Dış politika ve bölge hakkında söz söyleyebileceklerden biri değilim, okuyup dinleyerek anlamaya çalışıyorum, çoğu yurttaş gibi. Ancak işin içine demokrasi, birlikte yaşama arzusu, anayasa konuları girdiğinde hiç olmazsa, “Demokrasi bir yerden bir yere kolaylıkla götürülebilen / taşınabilen bir siyasal sistem değildir” cümlesini kurmakta sakınca görmüyorum. Demokrasi ekilir, büyür, serpilir, güçlenir, zayıflar vs. ancak ‘taşınmaz.’


Çoğu insanı ‘komşuya dair’ kaygılandıran da Esad sempatisi değil, bu gerçek. O koşullarda ve isim değiştirmiş El Kaide türevi HTŞ ile demokratik bir düzen kurulamayacağına göre en uzun sınıra sahip olduğumuz ülkede yıkılanın yerini ne alacak?

Perişan ülkesinde, Esad familyası ardından gözyaşı dökecek kaç kişi vardır bilinmez; buna mukabil, Şam rejimi düşer düşmez kendi güvenliği bakımından önemli gördüğü noktalara bomba yağdırmaya ve ‘işgal’e başlayan fırsatçı ve ırkçı İsrail hükümetini mutlu eden bir değişimin, çevresindeki ülkelere ve yeni ‘komşular’ına huzur getireceğini düşünmüyorum.

Türkiye’nin elinin güçlendiği gerçek; buna mukabil gerçek olan bir şey daha var… Yüz binlerce insanın kaybı, çekilen onca acı ve insanî trajedinin, gerek devletler, gerekse ‘reel siyaset’ gurularının kâr ve zarar hesaplarında, birer ayrıntıdan ibaret oluşu. Dünya hali.

Yaşayacaklarımızın ‘dibacesi’
Hal böyleyken, Suriye ve Türkiye’nin Suriye siyaseti hakkında gevezelik edecek değilim; şu aşamada bir yurttaş olarak beni ilgilendiren konulardan biri, gelişmelerin Türkiye kamuoyundaki yansımaları, iktidar yandaşları ve muhaliflerce ele alınış şekli. Bizim, burada yaşayacaklarımızın ‘dibacesi,’ o tepkiler.

İktidar halesindeki yazar çizerin zafer sarhoşluğunun gerekçelerini anlamak mümkün. En az 11 yıllık düş gerçek oldu. Bakınız, bir sert bakışıyla bölgedeki taşları yerinden oynatma kudretine sahip Davutoğlu’nda da çocuksu bir sevinç var, emperyal heyecanını saklayamıyor.

Sevincin nedenlerini anlamak mümkün olmasına mümkün de sonunda kazanan Esad olsaydı Türkiye ‘doğal olarak’ onunla ilişki kuracak ve yandaşlar bu kez de ‘devlet aklı’ kavramının yardımıyla tezahürat yapacaktı. Mısır’da olduğu gibi. Yazının konusu bu.

Emekle oluşmuş ve tutarlılıkla savundukları bir düşünceden mahrum bu insanlar. Her durumda, sahip oldukları her ne varsa onu borçlu olduklarına hissettikleri sadakatin gereğini yerine getiriyor, kendilerinden ne bekleniyorsa, talimat hangi yönde geliyorsa hep bir ağızdan onu dillendiriyorlar. Düşünsel ergenliği atlatamamış, asırlık komplekslerle baş edemeyen, kendisine benzemeyen muhatabına nefretle yaklaşan, hatta diğer tüm duygu ve davranışları unutmuş görünen bir kitle. İktidarın ‘a’ dediğine coşkuyla ‘a’, iki gün sonra ‘b’ dediğine aynı coşkuyla ‘b’ diyor ve bunu her seferinde muhalifleri aşağılamaya çalışarak, onlara en saygısız sözcüklerle hitap etme yarışına girerek yapıyorlar. Defalarca çuvallamalarına karşın, hep aynı fanatizmle dile getiriyorlar, savundukları her neyse.

Yekdiğerinin hakkı hukuku zerrece umurlarında değil
Yinelemekte zarar yok, malum cenah başka ülkelerin demokratlarını, özgürlük için mücadele edenlerini sever, takdir eder. Avrupa’daki göçmenlerin hak mücadelesini, örneğin; ABD’de siyahların kimlik savaşını; İsrailli barış yanlısını, vicdani retçiyi; Fransa’da birkaç milyon işçinin yaptığı grevi vs. Kendi ülkesinde ise demokrasi mücadelesi verenlerini ezmek için fırsat kollar. ABD’li öğrencilerin Filistin yanlısı gösterilerine çok heyecanlanırken memleketinde iki öğrencinin yan yana gelip barış yanlısı bir slogan atmasına dahi tahammül etmez. Riya, bu dünya görüşünün harcındadır.

Yazıya başlamadan önce internete bakındım; Nevşin Mengü bir söyleşi nedeniyle gözaltına alınmış ve artık âdetten olduğu üzere ‘adli kontrol’ şartıyla serbest bırakılmış. Yıldız Üniversitesi’ndeki dinci grup, ağaç süslemek isteyen öğrencilere her yıl yaptıkları gibi tepki göstermiş, güvenlik müdahale etmiş vs. Çünkü ‘özgürlükten’ kasıtları kendi çıkarlarıdır ve yekdiğerinin hakkı hukuku zerrece umurlarında değildir, hiçbir zaman olmadı.

Örnek bitmez
Şimdi dikkat çekici olan, Batı medyasının HTŞ’ye yönelik ‘ılımlı’ süslemesine paralel biçimde, bizimkilerin Suriye’deki insanlık dışı hapishane manzaraları karşısında sergilediği göz yaşartıcı duyarlılık…

Esad ve muadillerinin işkencehaneleri, aklı başında ve okuması olan hiç kimse için sürpriz değil; iyi güzel de örneğin o görüntüleri sergileyenlerden ABD’nin dünyanın çeşitli bölgelerinde işlediği suçlar, müsebbibi olduğu işkenceler ve kendi kontrolündeki Guantanamo kepazeliğini ne yapacağız? Her şey bir yana, Batı’nın, İsrail yönetiminin saldırganlığı söz konusu olduğunda, kendi icadı demokratik değerleri iki günde terk edebilmesini, utanç verici hallerini, Esad rejimi görüntülerinin büyüsüyle unutmalı mıyız? Büyük devletler siyasetlerinin merkezine bir ülkedeki insan hakkı ihlallerini, işkenceyi vs. ne zaman koymuş ki şimdi böyle bir dertleri olsun.

Mülteci kabul etmemek için bildikleri her şeyi unutmaya razı, kurdukları hukuk mekanizmalarının ve yarattıkları sözleşme ağının zorlamasıyla adım atmak ‘zorunda’ kalan, demokrasiye ‘yeterince’ layık görmedikleri toplumlarda yaşanan insan hakkı ihlalleri karşısında mümkün mertebe ‘endişe‘, ‘daha da endişe’, bazen ‘çok yoğun endişe’ duyan devletlerden / kurumlardan söz ediyoruz. Uzak bir diyarda, hücrelerde gün yüzü görmeden yıllar geçiren insanların serbest kalma görüntülerinin bu yönetimler bakımından propaganda dışında ne önemi var.

Peki… İnsan sormadan edemiyor, Türkiye’de izzet ikramla ağırlandığı yıllarda Esad, demokrasi timsali filan mıydı? Ya da halihazırda çok yakın ilişkiler içinde olduğumuz Orta Asyalı ‘gardaşlarımız’ın memleketlerindeki insan hakkı ihlallerinin ana akım medyamızda gündem olduğunu işitmişliğiniz var mı? Yurttaşı muhalif bir gazeteciyi Türkiye’deki konsolosluğunda öldürüp yok eden petrol zenginiyle son derece seviyeli bir ilişkimiz yok mu? Bırakın bizi, o prensle derdi olan bir ‘büyük devlet’ lideri? Örnek bitmez…

Yine de kabul etmek gerekir, Türk siyasal İslamcısının 2024’ün son günlerinde, başka bir ülkenin toprağında da olsa ‘insan hakları’, ‘işkence ve kötü muamele yasağı’, ‘cezaevlerine tıkılmış muhalifler’ gibi gerçeklerin ve ilkelerin ‘varlığını’ fark ediyor oluşu önemli. Biraz daha gayret ederlerse, Suriye dışındaki yerlerde de bazı insan hakkı ihlalleri olduğunu görme ihtimalleri var, Allah’tan umut kesilmez.

‘Muhalifler’e gelince
Son olarak muhalifler konusuna değinmek istiyorum… ‘Muhalif’ ile kastım hayli geniş, iktidar yandaşı olmadığı iddiasıyla yazıp çizenler. Bazı gazete ve gazeteciler, çubuklu ya da çubuksuz kanaat önderleri vs.

Bir kısmının HTŞ’ye ilişkin değerlendirmesini ve bunu yaparken tercih ettiği lisanı, burası Türkiye olmasına karşın yadırgamamak olanaksız. Hakikaten, son çeyrek yüzyıl hiç yaşanmamış gibi davranılabilmelerini adlandırmakta zorlanıyorum. HTŞ mensuplarının ne denli hoşgörülü davrandığını anlatıyorlar. Pek yakında ‘Cihatçılıkla demokrasi bağdaşır mı?’ sorusu da gündeme gelir ve çubuklu erkeklerce konuşulursa şaşırmamalı. Hayli yakın bir geçmişte aynı zihniyet, cümlemizi, örneğin ‘The’ cemaatin nasıl hayırhah bir ‘sivil toplum kuruluşu’ olduğuna ikna etmeye çalışıyor, ABD destekli yurt dışı ‘okullarını’ övmekten yorgun düşüyor ve Fethullahçı örgütlenmenin gerçek yüzünü anlatanlara demediğini bırakmıyordu.

Şimdilerde, sanki o övgüler hiç yapılmamış gibi… Sanki Türkiye’yi 20 küsur yıldır yönetenlerin pek çok tercihinin bedeli halk tarafından ağır biçimde ödenmemiş (ve hâlâ ödenmiyor) gibi… Sanki ‘takiyye’ kavramını hiç işitmemişler gibi… Sanki, sevdikleri tabirle, hiç kimse ‘kandırılmamış’ gibi… Siyasetçisiyle yazarıyla, çeyrek yüzyıl boyunca hiçbir konuda hata yapmamışçasına, aynı özgüven, aynı kibir ve aynı ayar verme iştahıyla Suriye’yi yorumluyor ve hatta ABD-İsrail ittifakına akıl verip yol göstermeyi de ihmal etmiyorlar.

Muhtemelen hafızasızlığa güveniyorlar, bir de, mahcubiyet adı verilen hasletin itibarını çoktan kaybetmiş olmasına. Bir gün yine, “O günlerde Şam yönetimi uzlaşmacıydı, biz değişmedik, onlar değişti…” der ve kaldıkları yerden devam ederler.

Bir tarafta sorgulayan, soru soran, ne olduğunu anlamaya çalışan ve ülkesi için endişelenen insanlara, defalarca yanılmalarına karşın hiç vazgeçmedikleri kibirli tondan bağıran iktidar taraftarları…

Diğer tarafta, toplumu, HTŞ gibi bir örgütün hacetinde boncuk olabileceğine ikna etmeye çalışan birileri…

Bezdirici bir manzara.

CHP’nin tutumu ve durumuyla ilgili fazlaca bir şey söylemeye gerek yok. Yerel seçim başarısıyla ele geçirdikleri ‘gündem belirleme’ şansını kaybedeli çok oldu ve görünen o ki bir mucize olmazsa –ki genellikle olmaz- belirsiz bir süre daha, gelişmeleri ‘takip eden’ konumunda kalacaklar. Kolay gelsin.

Halim Kaya

16 Ara 2024

Mustafa Çolak’ı birkaç yıl önce Samsun Türk Ocağı’nda dinlemiştim. O zaman Enver Paşa ile İttihat ve Terakki hakkında benim tarafımdan dikkat çeken bilgiler vermiş, dolayısıyla dikkatimi çekmişti.

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

16 Ara 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

28 Eki 2024

M. Metin KAPLAN

12 Eyl 2024

Nurullah KAPLAN

12 Eyl 2024

Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 130,49 M - Bugn : 48098

ulkucudunya@ulkucudunya.com