« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

M. METİN KAPLAN

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

26 Oca

2025

Vicdansızlığın kökenleri

Nihat Genç 01 Ocak 1970

Ben bu dünyaya niçin geldim, insan ne için yaşar, kendim ve çevrem ve insanlık için ne yapabilirim, gibi, varoluşsal sorular sizi hayatın anlamını aramaya zorlar!

Bakın, burada önce ‘varoluş’ sonra ‘anlam’ kelimelerini kullandık, üçüncüsünü kullanalım, hayatın anlamı bizim için en ‘değerli’ şeydir, yani ‘değer’!

Anlam, hayata tutunduğumuz en değerli şeydir!

Üçüncüsü, peki, anlamlı bulduğum değerli şeyleri nasıl elde edebilirim, şüphesiz bunun için kontrolü senin elinde bir hayatın olmalı, ikincisi, bedenimizin ve çalışmamızın imkanları sınırlıdır ve sizi istediğinize ulaşma imkanı vermez!

Mesela hayatımın anlamı yamaç paraşütçülüğüdür, diyebilirsiniz, ama yamaç paraşütçülüğüne imkanınız yetmeyebilir!

Ancak sırf benim paraşütçülük yapmaya gücüm yetmiyor diye paraşütçülük değerinden bir şey kaybetmez!

Sizin içinizdeki umut ve arzu da onu elde edemediğiniz halde değer verir!

Bir ülkenin varoluşsal amacı, insanlarını güvenlik içinde sonra karınlarını doyurabilmek üçüncüsü birbirine ezdirmeden hukuk ve adalet ve kardeşlik içinde yaşatabilmektir!

Öyle ki modern toplumda bütün ülkelerin bu yüksek ‘anlamları’ anayasalarında yer alır!

Bir insan, hayati derecede anlamlarını imkanları içinde seçer ve sıraya sokar, mesela, karnını doyurabilmek-çalışabilmek anlamların anlamıdır, hayatın en değerli şeyidir, ikincisi, ailesini geçindirmek anlamların anlamı hayatın en değerli şeyidir!

Üçüncüsü, bu anlamları ele geçirmek için kimsenin canını yakmaması ve kimseye zarar vermemesi gerekir, çünkü başkasının üzüleceği şeylerle karnını doyurmak ve kardeşçe yaşayabilmek mümkün değildir, bu yüzden birlikte yaşamanın hukuku, hayatlarımızın en büyük anlamlarındandır!

Mesela bir insan hayatına anlam olarak, dini değerler yani bir inanç sistemi içinde yaşamak ister! Geleneksel bir topluluk içinde yaşamak hayatımız için çok güçlü bir anlamdır ve hayatımıza bir değer katar!

Mesela ortaçağ toplumunda kararları alan padişah ve kral olduğu için kişi kendini alınan kararlardan sorumlu hissetmez, çünkü sorumlu, tepedeki kutsanmış lidere tabiidir! Bu bugün bir çok tarikatta mevcuttur, günahları affolunur ve kendi adına şeyhi hesap verir!

Ancak modern toplum, insanın geleneksel bir yapı tarafından sürüklenmesinin önünü kesmiş ve insana hayatına müdahale etmede ortaçağlardan daha çok fırsat tanımıştır! Kişilik ve yurttaşlık ve insan hakları gibi!

Modern insan içinde bulunduğu topluluğun kararlarına uymak ve onlarla birlikte diyelim yanlış alınmış kararlarla sürüklenmek zorunda değlidir!

Çünkü modern insan, imkanlarına becerilerine göre kendisi için neyin anlamlı neyin değersiz olduğuna kendisi karar verir!

Mesela bir holding gazetesinde çalışıyorsun ve patronların kazanma hırsları yüzünden insanları işten kovuyor ya da haksızlık ediyor, ya da!

Karları ve itibarlarını senin için çok değerli olan hayatın anlamlarını bir kenara koyuyor!

Ancak karşı çıktığında işinizden olacaksınız ve sizin için çok değerli olan karnınızı doyurabilmek mümkün olmayacak!

İşte burada bir ‘çatışma’ söz konusu ve bu çatışma, varoluşsal bir çatışma!

Servetinden başka bir şeyi gözetmeyen bir insanla çalışamam, diyorsunuz!

Sizin gibi çatışma içinde yaşayan on milyonlarca insan var, bu on milyonlarca insandan ancak onbinde bir kişi, hayır, kabul etmiyor, kendime başka bir iş başka bir yol bulabilirim, diyebilir, ya da açlık ve işsizlik riskini göze alabilir!

Ancak büyük kitleler bu ‘riski’ göze alamaz çünkü kendileri ve ailelerini geçindirmek o kadar büyük bir acil ihtiyaçtır ki, sırf kendi kararı yüzünden ailesinin çocuklarının perişan olmasını istemez!

Kendi başınıza kalıp içinde bulunduğumuz bu kör düğümü bu mecbur olma halini bu başka türlü yapamayacak oluşunuzu düşündüğünüzde…

Evet, patrona meydan okuyacak gücün olmadığı halde işte bu olumsuz imkansız şeyleri bize düşündürten şey ‘vicdan’dır!

O patronla çalışmaya devam edersin ama unutma sen varoluş maçını-kimliğini kaybetmiş hiç değilsin çünkü içinde bir ‘vicdan’ var!

Ancak aynı patrona çalışan yüzlerce insan başka türlü davranır, patronun aldığı her kararı onaylar, patronun haklı işçilerin haksız olduğunu iddia eder ve diyelim çalıştığı maden şirketinin ekonomiye katkı sunduğunu ve ama aptal köylülerin ekonomik gelişmeye takoz olduğunu söyler, işte bu adam, vicdan sahibi değildir!

Sırf karnını doyurabilmek için kendine yalan söyler! Halka yalan söyler! Dinine yalan söyler! İçinde yaşadığı topluma yalan söyler!

Ve patronun yalanlarını sahiplenir ve üstlenir!

Yandaş medyada yazıp çizen İslamcı ve liberal yazarların çoğunu ilk gençlik yıllarından beri tanıyorum, ve, bu kadar insafsız ve vicdansız olamazlar, diyorum!

Bir kimlik ve kişilik geliştiremediklerini görüyorum!

Çünkü dünyanın en dehşetli tepesi, şehre ve insanlığa bakan vicdanın en yüksek tepesidir, inanılmaz derin bir manzarası vardır, orada tarihle yüz yüze gelirsiniz, orada Tanrı’yla göz göze gelirsiniz, orada sizi doğuran ve sizin için hayatını vakfetmiş annenizle yüz yüze gelirsiniz, orada, o insan topluluğu içinde size kardeşlik ve adalet ve hukuk ve bağımsızlık gibi değerler için kavga vermiş asil insanlarla yüz yüze gelirsiniz!

Yüksek bir tepeye çıkamayan bir insan, ben hayatın neresinde yaşıyorum, kime çalışıyorum, insanlığa bir katkım var mı, hayatımın bir değeri var mı, bu kadar çalışmam didişmem boşuna mı, diye soruları soramaz!

Servetleri için yaşayan iktidar sahipleri ise hayatın anlamını çoktan bulmuştur, servet ve iktidar, ve siz de bu servet ve iktidar elinizden kaybolmasın diye çırpınıp durursunuz!

İktidar elimizden aman kaçmasın telaşı servet sahipleri için öyle bir yüksek ‘anlam’ haline gelir ki siz de hayatınızı servet sahiplerininin anlamına eklersiniz!

Bir tarafta haksızlığa uğrayan, hakkı yenen, acı çeken, zulmedilen, hukuksuz ve adaletsiz bırakılmış kitleler, bir tarafta patronunuz ve serveti ve iktidar!

Bu büyük savaşta sizin biricik hayatınızı anlamlandırıp size ve ailenize değer katacak hiçbir şey olmadığını biliyorsunuz!

Evet, kıstırılmak demek, benim imkanlarım sesim çığlığım eylemim, yetmiyor, benim elimden bir şey gelmiyor demek var, daha ötesi var!

Bu vicdani hesaplaşmanın sizi sarsmaması mümkün değildir, suratınız asılır, gardınız düşer, hayata dair neşeniz kaybolur, bu da güzeldir, çünkü bunları düşünecek üzülecek bir haleti ruhiyetiniz yani insan psikolojiniz var!

Ancak, çoğunlukla bakıyorum ekranlara, yandaşlar servet ve iktidar sahiplerini bir gestapo gibi savunuyor, hatta Yeşilçam filmlerinin Erol Taş’ı gibi siz acı çekerken onlar patronlarının kaloriferli ve neon ışıklı ekranlarında kahkahalar atabiliyor!

Burada artık sizin kişiliğiniz servet ve iktidar sahibinin bir ‘işkence’ makinesi haline gelmiş!

Limak Maden şirketi, Akbelen’de köylülerin arazilerini elinden alıyor ve gidin naylon çadırlarda yaşayın diyor, ve yaşlı bir teyzeye şu teklifi götürüyor, sizden aldığımız arsa karşılığında size ev verebilmemiz için kendi arsanızdaki zeytin ağaçlarınızı sizin kendinizin kesmesi lazım, zeytin ağacını biz kesersek medya bizi suçlar, o halde zeytin ağacını siz keseceksiniz, kesmezseniz ev de yok!

Çaresiz kalan yaşlı teyze, aylarca sonra, eline baltayı alır ve zeytin ağacının başına gelir, ey zeytin ağacı, beni, çocuklarımı, ailemi doyuran sensin, sen bana babamdan dedemden emanetsin ama şimdi bir ev bulup içinde yaşayabilmek için şimdi seni kendi ellerimle kesmem lazım, ben ne hayırsız bir evlatmışım, deyip ağlaya ağlaya kesiyor!

Ağlaya ağlaya kesmesi ve neden kestiğini bu sözlerle ifade etmesiyle yaşlı teyze patrona ve iktidara ve hukukuna mecbur kalıp başka türlü de yapamamış ama yine bir vicdanı olduğunu yani insan olduğunu bize gösteriyor ve hepimize insanlık adına umut veriyor!

Ama yandaş gestapolar hiç düşünmeden hiç ağlamadan hiç üzülmeden ağacı kesmenin ekonomiye faydalı olacağını söylüyor!

Allah da (hatta sosyalistler de) insandan imkanları kadarını ister!

İmkanlarımızın sınırlarını bir daha masaya koyalım, varlığımız için en anlamlı şey nedir?

Anlam olmadan dünya olabilir mi insanlık olabilir mi onur ve erdem gibi değerler olabilir mi?

Hayatına anlamlar bulup değer katamayan insanlar çöküntüye girer ve içinde bulunduğu toplumu çürütür ve insanlığın yaşayabileceği değer kalmaz!

Ki, bu yüzden henüz gençler hayatlarına anlam katmasın diye Fetö ve tarikat yapıları çocuk yaşta çocukları alır ve ağır bir disiplinin ezberleriyle gündemlerini doldurur, asker gibi!

Hatta dış dünyayı başka hayatları yani dünyada aslında neler oluyor diye dersler ve kitaplar dahi okutulmaz, çocuk, kendine ve dünyaya sorular sormasın, diye!

Ve bu çocukları kafeste büyütenler bu çocukları ajan olarak dahi kullanır, servet ve iktidar sahipleri, bu çocukları kendi haksız servetlerine servet katsın diye kendine ve hayata soru sormadan duygusuz bir robot gibi büyütür!

Bilim kurgu filmlerindeki makine parçalarına benzerler!

Distopik (kabus, felaket) insansız bir dünya!

İnsansız servetler insansız bir iktidar!

Hukuksuz adaletsiz makineye dönüşmüş zorbaların dünyası!

Bir komutla hareket ederler, ve sadece karınlarını doyurabilmek uğruna, karnı doyamayan milyonlarca insana makine parçaları vücutlarından ateşler püskürtürler, kodese atarlar, sustururlar!

Sustururlar, diyoruz, çünkü susturmalarından zevk alıyorlar, susturunca, başardık diyorlar, bakın ne güzel, bu da bir anlam, istifa etmedik, hesap vermedik, ceza görmedik, diyorlar! Yani sorgulanamayan dokunulmaz güçleriyle hayatlarına anlam bulmuşlar!

Buradaki ‘başarı’ kelimesi, bir anlam değil, bir ödül, robotik köpeklerin önüne atılan!

Ve başarıya odaklı bu hayat, ortak bir delilik hali! O kadar başarıya ihtiyaçları var ki o kadar akıl almaz zulümleri biteviye yapıyorlar!

İnsan hayatı, diozenes ve stoacılık dengesi içindedir, yani, şöyle alegorik anlatayım, diozenes, eğlence, içki, karnaval, dalga geçme, dans, kendinden geçme, transa girme, halidir!

Her insan hayatı anlamlandırırken eğlenceyi keyfi transı yüksek coşkuyu bir kenara bırakamaz, ve sık sık tadında kıvamında yaşamak ister!

Stoacı, münzevidir, daha disiplinli ve içe dönüktür ve bir ruh terbiyesi, daha azla yetinir, kanaatkar yaşar!
İnsanlar hayatlarına anlam gibi değerler katarken şüphesiz ölçüleri yani dengeyi kaçırmamalı, hep inziva içinde ve disiplin içinde yaşamak da insanı yorar ama bunların dozlarını tayin etmek kişiliğinizi ortaya çıkartır!

Mesela, servet ve iktidar sahibi insanların hep vur patlasın çal oynasın bir elim yağda bir elim balda hayatlar yaşaması, ölçüsüzlüğüyle insanı bozar, uyuşturucu bağımlılığı gibidir!

Öyle ki artık kendine kaldığınızda kendinizi sorguladığınızda ruhunuz sıkılır, ve sizi insan yapan o yüksek tepeye hiç çıkmadan, yine geçim gibi ekmek gibi en temel ihtiyaçları hiç düşünmeden konforun içinde doya doya yaşamak istersiniz!

Varoluşumuz için anlamlı hale getirdiğimiz değerlerimizin hepsinin ölçüsü-dengesi bir kıvamı vardır!

Neyin ayarını yaparsak yapalım içimizde o sesi ve o yüksek tepede Tanrı’yla sizi doğuran anneyle göz göze gelmeyi perdelememeli!

Servet ve iktidar sahipleri vahşi sömürgeci şirketlerin önce taşeronları oldular şimdi hukuku ve insanlığı ve adaleti kendileri gibi vahşet haline getirdiler!

İçinizde yüksek bir tepeye çıktığınızda, dağların denizlerin bulutların coğrafyanın derelerin bir derin manzarası olduğunu görürsünüz, heybetlidir, sizi çağırır, dünya ne kadar güzelmiş, dersiniz, uçsuz bucaksız sonsuzluklar, sanki sizin yüzünüz, simanız haline gelir! Dağların yüzüyle sizin yüzünüz dünyanın manzarasıyla sizin simanız aynı muhteşem manzaradır!

Dağların da bir siması vardır, güzelliği ve yakışıklığının eşi benzeri yoktur, sizi o büyük neden bu dünyaya geldik sorusuyla sonsuzluk içindeki dünya evinin içine sokuverir!

Sonsuz manzaraların gün dönümlerinin rengarenk binbir türlü güzelliği içine sokuverir sizi, dağlar da insanlarla konuşur!

Servet ve iktidar sahiplerinin çeyizinde-ruhunda anlam ve değer ise hiç yoktur ve o dağları oyup zehirleyen maden şirketleri gibi insanlığın kalbinden vicdanı onuru kazıp söküp alırlar, gerçek servetleri de sadece budur, ‘satın alabildikleri’!

Servet ve iktidar sahipleri insan oluşumuzu neden bir değer olarak görmez ve çığlıklarımıza siyasi olarak bir anlam vermez!

Çünkü servet ve iktidar sahipleri satın alamadıklarına ‘değer’ vermez!

Bizim için ise, anlamı ve değeri olan şey, fiyatı olmayan, satın alınamayan şeylerdir!

İktidarla aramızda insanlık tarihinin en büyük varolma kavgası!

Ya insan, ya fiyat!
Ya insan, ya sahip!
Ya mal, ya insan!

Ziyaret -> Toplam : 140,81 M - Bugn : 21804

ulkucudunya@ulkucudunya.com