Kimse fark etmedi çanlar çaldı
Kayahan Uygur 01 Ocak 1970
Haftalardır Trump hakkında yazıyorum. Sürekli can pazarı halindeki Türkiye’de kamuoyu değişen dünyanın ayrımında değil. Genellikle bir magazin olayı gibi izledikleri ABD’deki gelişmelerin ülkemizin de geleceğini nasıl belirleyeceği üzerinde pek düşünülmüyor. Oysa yeni ABD Başkanı’nın geçtiğimiz hafta Davos’ta söyledikleri bile özellikle Türk iş dünyasını şoke edecek nitelikte. Trump dünya iş insanlarına şöyle diyor: “Tüm yatırımlarınız ABD’de olacak. Size dünyanın en iyi vergi uygulamasını yaparım. Elbette buna mecbur değilsiniz, üretiminiz başka yerde de olabilir ama o takdirde malınızı bize satamazsınız ya da sizden gümrük vergisi alırım”.
Kuşkusuz Trump’ın yeni politikalarının özü ekonomik. Ancak bu ekonomik politikalar yeni ve geniş çaplı bir hegemonyacı çizgiyi de birlikte getiriyor. Peki, yeni Trump yönetiminde Ankara’nın son yıllarda iddia ettiği şekilde “dış politikada daha özerk davranma” olanakları artabilir mi? Başka bir deyişle Türkiye ABD ile iyi ilişkilerini bozmaksızın daha bağımsız olabilir mi? Bu soruya cevap vermek için Trump’ın MAGA-Make America Great Again (Amerikayi Yeniden Harika Yap) politikalarına bir bakalım.
KÜRESELLEŞME ABD’NİN KÜRESELLEŞMESİYDİ
Geçen hafta ABD’nin geçmiş dönemde uyguladığı neoliberal küreselci politikaların bir anlamda “ağ atma” olduğunu Trump’ın şimdi balık ağlarını topladığını yazmıştım. Küreselleşen Batı sermayesi son 25-30 yılda dünyada ve özellikle yükselen ekonomilerde genel bir zenginleşme yaratmıştı ve şimdi ABD bundan aslan payını alma zamanı geldiğine inanmaktaydı.
Küreselleşme kuşkusuz serbest piyasa ekonomisinin ya da daha geniş anlamıyla kapitalizmin yaygınlaşmasıydı. Ama konuya politik açıdan baktığımızda bu aynı zamanda Batı dünyasının ve onun lideri ABD’nin politik gücünün de yayılmasıydı. Ve şimdi o politik güç MAGA ile ortaya çıkmış durumda
Öte yandan sermayenin eğilimi doğal olarak yoğunlaşma ve tekelleşme olduğundan en büyük şirketlerin, en ileri teknolojinin giderek daha fazla tek bir piyasada yani ABD’de olması kaçınılmaz bir gidiş. ABD inovasyon ve yüksek teknolojide diğer Batılı ülkelere fark atıyor, askeri alanda da tartışmasız bir üstünlüğe sahip ve bunu istihbarat ve strateji olanaklarıyla birleştiriyor, dolayısıyla şimdi müttefiklerini hizaya sokma peşinde.
Daha çok sol çevrelerde kullanılan “emperyalizm” kavramı aslında uzun zamandan beri ABD ve Batı’nın durumuna uymuyor. “Emperyalizm” daha çok impartorluk peşinde koşmak anlamına geldiğinden ABD için geride kalmış bir hedef. ABD liderliğindeki Batı yani başka bir ifadeyle G7 ülkelerinden oluşan birlik çoktandır gevşek de olsa bir imparatorluk sayılabilir. Şimdi yaşadığımız ise merkez ABD’nin çevre ile arasındaki bağları sıkılaştırması. Bir süre yatay olarak dünyaya yayılan imparatorluk şimdi dikey olarak egemenliğini pekiştiriyor ve Trump burada bir sembol. Trump etrafında bir koalisyon kurmuş olan ABD egemenleri imparatorluklarına çekidüzen veriyorlar.
Gücünü, giderek kendini daha açık bir şekilde ifade eden üstünlüğüne, askeri ve teknolojik alanların bölünmemiş hakimiyetine dayandıran Donald Trump, NATO'yu bir tür Varşova Paktı'na dönüştürmeyi ve geriye kalan özerk hatta rakip sayılabilecek yapıları etkisiz hale getirmeyi amaçlıyor. NATO üyelerine “milli gelirinizin %5’i kadar askeri harcama yapacaksınız ve ABD ürünleri alacaksınız” demenin başka bir anlamı yok. Trump, Paris iklim anlaşmasından tek bir kararnameyle ayrıldı, Kanada ve Danimarka gibi iki sıkı müttefikini bir derebeyi gibi azarlamaktan çekinmiyor. Oldukça pervasız konuşuyor ve “patron benim” demek istiyor.
TRUMP TÜRKİYE İÇİN SIKINTILI
ABD’nin açıkça bilinen siyasal amacı Çin’i etkisiz kılmak ve burada başarılı olduğu ölçüde bir bütün olarak Avrupa’yı ve diğer G7 üyelerini kendine tam bağımlı hale getirmek. Trump’ın “Önce Amerika” sloganıyla başlattığı bu gelişmeyi Avrupa’nın zengin ülkeleri kadar özerklik alanına bile sahip olmayan Türkiye açısından ele alırsak durum oldukça sıkıntılı.
ABD’nin son dönem Dışişleri Bakanı Blinken’in ince ve nazik diplomatik manevralar ve ikna yöntemi artık geçmişte kalmış gibi görünüyor. Neoliberal küreselcilik dönemine has olan “ortak çıkarların bulunduğu konularda beraber çalışma ve diğer konularda ayrı hareket edebilme” olanağı giderek daralıyor. Çok kutuplu dünya hayalleri bağlantısızlığını resmi olarak korumuş Brezilya, Hindistan gibi ülkeler için hâlâ mevcut olabilir ancak NATO üyesi Türkiye’nin ABD’den özerk davranma şansı azalıyor.
Görüldüğü gibi neoliberal küreselcilik bitiyor ama ABD’nin kendi çıkarlarına %100 uygun olacak küresel egemenliği devam ediyor. Başka bir deyişle başında Trump adlı bir Sezar’ın bulunduğu imparatorluk oluşuyor artık.
Trump’ın kurmaya çalıştığı yeni dünya düzeninde ABD ekonomik, teknolojik ve askeri gücünü her konuda sonuna kadar devreye sokacaktır. Biden döneminde olduğu gibi konular ayrı ayrı ele alınmayacak. ABD küresel gücünü toptan dayatma ve boyun eğdirme doğrultusunda kullanacak. Bunu Davos’ta yaptığı geniş kapsamlı konuşmadan da anlamak mümkün. Ukrayna'daki savaşı petrol fiyatlarına bağlayan Trump, Suudi Arabistan ve Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü'nden ham petrol fiyatlarını düşürmelerini isteyeceğini ve düşüşün gerçekleşeceğini söylüyor. Bununla da yetinmiyor, “eğer fiyatlar düşerse, Rusya ve Ukrayna arasındaki savaş derhal sona erer” diyor. Burada kuşkusuz petrol üzerinden elde ettiği para muslukları kesilecek olan Rusya’nın daha tavizkâr davranacağını kast ederken dünyayı kendi istediği gibi yoğurabileceğini gösteriyor.
AVRUPA NE YAPACAK
Davos’ta Avrupalılar, başta Avrupa Merkez Bankası Başkanı Christine Lagarde olmak üzere Trump’ın videodan yayınlanan konuşmasını dinlemek için sıraya girdiler. Avrupalılar rekabet gücü, teknik ve güvenlik açısından ABD karşısında savunmasız olduklarının farkındalar. Olmayanlara da hatırlatmakta da Amerikalılar bir sakınca görmüyorlar.
Örneğin Ukrayna'nın kaderi Davos'ta Trump'la Avrupa’nın ilişkilerini aydınlatan bir konu olarak ortaya çıkıyor. Ukrayna konulu bir kahvaltı toplantısında NATO Genel Sekreteri Hollandalı Mark Rutte, Moskova ile yapılacak herhangi bir anlaşmanın Rus ordusunun bir daha Ukrayna sınırlarını geçemeyeceğini garanti etmesinin zorunlu olduğunu söylüyor. Hollandalı Genel Sekreter bunun en iyi yolunun Ukrayna’nın NATO’ya kabul edilmesi olduğunu anımsatmak istiyor.
Rutte’nin bu sözlerine Trump'ın danışmanı Richard Grenell oldukça sert bir şekilde cevap veriyor: “Bu sözlerinizle ABD'de büyük bir tepkiyle karşı karşıya kalırsınız” diyor. “Mevcut NATO üyeleri üzerlerine düşen görevi yapmaz, adil şekilde savunma paylarını ödemezken -ki buna Hollanda da dahil- Amerikan halkından NATO'yu Ukrayna'yı da kapsayacak şekilde genişletmek için fedakarlıkta bulunmasını isteyemezsiniz.” diye konuşuyor.
Evet, ABD eskisi gibi değil. Trump yönetimi de ilk dönemde olduğu gibi acemi ve çeşitli engellemelerle karşı karşıya bulunmuyor. ABD iş dünyası ve o ünlü savunma ve sivil sanayi ortaklığı bu kez erişilmez bir yüksek teknoloji üstünlüğüyle Trump’ın arkasında.
Trump, eski İtalya Başbakanı Avrupa’nın âkil adamı Mario Draghi’nin hayal ettiği ama adım dahi atamadığı yapay zeka projesine 600 milyar dolarla başlayarak Avrupa’yla arayı iyice açıyor. Suudilerin veliaht prensinin yakında 1 trilyon dolar yatıracağını övünerek söylüyor.
Avrupa ise Le Monde gazetesinin de saptadığına göre şimdilik değişik tavırlar alıyor ya da henüz tavrı net değil. 23 Şubat’ta Almanya’da erken seçimler var ve Hristiyan Demokrat Merz %30’la şu anda başbakan olan Sosyal Demokrat Scholz’a 2 kat fark atmış durumda. Radikal sağ AfD ise şimdilik %21’lerde.
Almanya’da favori olan Merz, Trump’a karşı oldukça yumuşak. Muhafazakar CDU'nun lideri ve geleceğin muhtemel Alman Şansölyesi Trump ile “pragmatik, duygusal olmayan” bir ilişki kurulması çağrısında bulunuyor: “Onunla çalışalım, Avrupa ile anlaşma yapmak isteyecektir.” diyen Merz “Avrupalıların yılanın önündeki tavşan gibi beklediklerini” söylüyor. Alman lider Trump'ın dönüşüne daha iyi hazırlanılmamış olmasından üzüntü duyduğunu belirtiyor.
Avrupalılar Donald Trump'ın çok değer verdiği meşhur “silahlanma anlaşmalarını” müzakere etmek zorunda kalacaklarını biliyorlar. Trump'ın görevdeki ilk döneminde bunu zaten yaşamışlardı. Ancak bu kez Trump daha da radikal olduğunda bunu nasıl yapacaklar? İspanya Başbakanı Avrupa Birliği içinde zaten bir ağırlığı bulunmadığı için Elon Musk’a esip savuruyor. Ama o bile Trump’la uzlaşmaktan yana.
Avrupa Merkez Bankası Başkanı Christine Lagarde, “küresel ekonominin büyük bir oyuncusu işleri farklı bir şekilde organize etmeye karar verdiğinde ve eskiden birlikte çalıştığı bazı ortaklarını tehdit ettiğinde” Avrupa için “varoluşsal bir kriz çıkmasından” korktuğunu söylüyor.
Bir Hristiyan Demokrat olarak ABD ile ilişkilere çok bağlı olduğu bilinen Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ise “pragmatizmi” savunurken Avrupa'nın ABD'den başka muhatapları da olduğuna işaret ediyor: Yakında ziyaret edeceği Hindistan ve Çin gibi.
TRUMP’IN KOZLARI VAR
AB’nin Trump döneminde ABD’den az da olsa uzaklaşması ve kendine özerk bir alan bulması ilk başta akla gelebilecek bir olasılık olarak düşünülse de oldukça zor. Rusya ile kışkırtılmış düşmanlık ve Ukrayna savaşı bunun başlıca nedenlerinden biri. Avrupa bugün elinde olanaklarla kendini ABD olmadan savunabilecek durumda değil.
ABD’nin ise Avrupa’da çok sağlam dostları var. Avrupa’nın motoru Almanya’daki Hristiyan Demokrat Parti (CDU) bunlardan biri. 1945’te kuruluşu ABD ordusu tarafından desteklenmiş olan CDU, ABD ile iyi ilişkileri parti belgelerine geçirmiş bir yapılanma.
AB’nin yükselen gücü İtalya’nın hükümeti adeta Trump’ın sözcüsü. Başbakan Meloni Trump ve Elon Musk ile oldukça samimi ilişkilere sahip.
Doğu ve Orta Avrupa ülkeleri arasında Macar lideri Orban gibi Trump’a çok yakın olanlar var, bazıları da Polonya ve Baltık ülkeleri gibi coğrafi nedenlerle Avrupa’dan çok ABD’ye muhtaç ülkeler.
Avrupa güçleri arasında tarihsel olarak ABD’ye kafa tutmuş tek ülke var. O da Fransa. Zamanında de Gaulle önderliğinde NATO’nun askeri kanadından çekilmiş Fransa içerde siyasal çalkantılarla karşı karşıya durumda. Bu nedenle Fransa’dan yeni başkanlık seçimlerine kadar fazla etkili bir çıkış beklenemez.
Şunu da unutmamak gerek: AB Soğuk Savaş döneminde ABD ile Sovyet Rusya arasındaki çatışma içinde ve ekonomik ortaklığın mutlaka politik birliktelik sağlayacağı liberal öngörüsüyle gelişmiş bir yapılanma. Ancak bu yanlış hesap tutmamış ve bugün AB ortak bir dış politika oluşturmaktan çok uzak. Kararlar ortak alınıyor ve Avrupa ABD’ye kafa tutmaya karar verse bile tek bir üyenin vetosu bunu durdurmaya yeter.
YA TÜRKİYE?
Görüldüğü gibi Avrupa Birliği en azından bugünkü koşullarda Trump’ın projelerine engel olabilecek bir durumda değil. Tekrar kendi durumumuza dönecek olursak, ABD’den çeşitli politik konularda örneğin Ortadoğu’da Türkiye’ye yönelik bir dayatma gelirse AB’den medet ummak pek gerçekçi bir düşünce olmaz.
Son zamanlarda Türkiye’ye yakın ilgi gösteren Birleşik Krallık ise her ne kadar Trump yönetimine karşı soğuk dursa da ABD ile çok derin ve gerçekten stratejik bağlara sahip bir ülke.
Tekrarlayayım, medyada son yıllarda abartmalı şekilde öne sürülen “Türkiye’nin dış politikada Batı’dan kopmadan artık daha özerk davranabileceği” şartların oluştuğu şeklindeki iddialar ABD’nin yeni başkanı Trump döneminde pek de geçerli olmayacak gibi görünüyor. Gerçekçi olmakta yarar var.