Bir Dava Adamı
Şaban Sağlık 01 Ocak 1970
Ömrünü Türk’ü Sevmeye ve Türkü Söylemeye Adayan Bir Dava Adamı Ozan Arif
Türk milliyetçiliği tarihinde müstesna bir yeri olan şair Mehmet Emin Yurdakul, “Bırak Beni Haykırayım” adlı şiirinin bir yerinde şunu söyler: “Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir.” Tam da bu söze uygun bir hayat yaşayan ve ömrü boyunca haykıran Ozan Arif, sonunda Yaradan’ın davetine icabet etti (13 Şubat 2019). Ozan Arif’in atası olan Yunus Emre boşuna mı diyor: “Aşıklar ölmez!..” Ozan Arif de ölmedi ve sadece Yaradan’ın davetine icabet etti. Türklüğün seması Ozan’ın haykırışları (şiirleri, türküleri) ile doludur. Biz her an bu haykırışları duyuyor, dinliyoruz. Ozan Arif nasıl ölür, nasıl unutulur?... Türklük öldü mü ki Ozan ölsün?..
Ozanlar bir milletin her şeyidir ve her şeyi ile de ilgilenirler. Ozan Arif de bu milletin her şeyi ile ilgilendi. Sadece ilgilenmedi; gördüğü problemleri tespit etti, teşhis etti ve çözüm yolları teklif etti. Bütün bunları öğrenmek isteyenler Ozan’ın şiirlerinin okumalıdırlar.
Ozan Arif sadece bir dava adamı olarak dar bir alanda kalıp Milliyetçi-Ülkücü kesimin sözcüsü olmadı. O, bir tür sürgün olarak gittiği Almanya’da bile boş durmadı. Birçok vatan kaçkının yaptığı gibi ülkesini ve güzelim Türkiye’yi kötüleme gibi bir yolu tercih etmedi. Tam tersine her fırsatta ülkesini savundu. Asla Türkiye aleyhinde tek bir söz söylemedi. Hatta bir sosyolog gibi mesela Almanya’ya gurbete giden gurbetçilerin sesi oldu, gurbetin getirdiği ve götürdüğü şeyleri anlattı. O, Selçuk Küpçük’le yaptığı bir söyleşide (YARIN Dergisi, Sayı: 7, Aralık 2018-Ocak 2019) bu konuda şunları söyler: “Ben yurt dışında sadece sloganlarla sanat yapmadım. Sadece sloganların ozanı değilim. Avrupa’da bu milletin çok önemli bir parçası yaşıyor. Geçim kaygısı ile oralara âdeta satılmış, köle yapılmış insanlar yaşıyor. Orada yabancı kültürlerin altında anneleri babaları çalışırken heba olan yavrularımızı görürken bir öğretmen olarak içim burkuluyordu. Demek istediğim “Ozan Arif, ülkücü gece, bozkurt, bilmem ne”, ben sadece bunlarla uğraşmadım ki. Ben orada insanlarımızın sosyal problemleri ile de uğraştım. Beni “Ozan Arif” yapan onlar oldu. Dar bir sloganik yolda gitmedik. Uğradığı haksızlıkları dile getirdim, ev vermiyorlar onu dile getirdim, yabancı düşmanlığını dile getirdim. Yani bizi “Ozan Arif” yapan şey, meselelere sadece ideolojik yaklaşmamam, milletin derdini dert edinmemdir.” Bu sözler aynı zamanda ünlü Ozan’ın temel sanat görüşünü de özetliyor. Ahmet Kabaklı Ozan Arif için “İşi gücü vatan olan bir halk ozanı” tanımlamasını yaparken de adeta Ozan’ı teyit ediyor.
Sadece yurt dışındaki Türkler değil, Ozan Arif aynı zamanda yurt içindeki problemlerle de yakından ilgilendi. Mesela, güneydoğudaki terör olaylarını çok yakından takip etti ve bu kirli terör olayını çok iyi analiz eden şiirler yazdı. Mesela “Haydi Osman Dayı” türküsünde Osman Dayı’nın ağzından güneydoğudaki temiz saf insanların sesi oldu.
Peki dinledikçe yüreğimizi dağlayan, içimizi titreten “Sürgün” türküsü için ne diyelim?.. 12 Eylül eleştirisini hiçbir şiir bu türkü kadar güzel anlatamaz. 28 Şubat sürecinde başörtüsüyle üniversitelere ve kamusal alanlara alınmayan bu ülkenin inançlı kızları (bacılar) için yazdıkları nasıl unutulur? “Öğretmen isen ilim öğret” diye başlayan o şiire yansıyan haykırış hâlâ kulaklarımızda çınlamaktadır. Hatta “Muhasebe” adlı şiirinde hem başörtüsü mağdurlarına hem de 12 Eylül darbesini yapanlara ağır eleştiriler yöneltmez mi?...
Gerçek şairler ve ozanlar, kendilerinin samimi olarak hissetmedikleri şeyleri okuyucularına da hissettiremezler. Ozan Arif her ne yazmışsa içten, yürekten ve âdeta kanıyla yazmıştır. Bu yüzden de ne söylemişse, ne yazmışsa okuyucular da o oranda nasiplenmişlerdir. Bir kişiyi, bir meseleyi, bir durumu kimler ozanlar kadar veciz ve eksiksiz anlatabilir? Ozan Arif’i anlatmak gibi bir iddia büyük bir cüret olur; ya da cahil cesareti mi demeliyim? Burada onun kim olduğunu ve her anı dolu dolu geçen hayat hikayesini bizzat kendisinden dinlemek faydalı olacaktır. “Künye” adlı şiirinde Ozan kendini şöyle tanıtır:
Tevellüt; kırkdokuz, adım Arif`tir.
Soyadım kütükte Şirin bilinir.
Giresun, Alucra, Hapu köyünden,
Soyumu sopumu sorun bilinir.
Ozan diye tanır tanıyan beni,
Gönlümde yaşatmam garezi, kini,
Ve lâkin memleket, millet haini
Olanlarla aram serin bilinir.
Siz sakın sanmayın el vurdu bana;
Öpmeye kalktığım el vurdu bana,
Bülbül idim bülbül, gül vurdu bana,
O yüzden dertlerim derin bilinir.
Hakkımda istenen ceza çok benim.
İpe de çekseler, korkum yok benim.
Allah`a çok şükür, alnım ak benim.
Bekleyin... Sabredin... Durun bilinir.
Ben Arif`im, baba bildim devleti.
Benim işim uyandırmak milleti.
Söylediğim bu destanın kıymeti,
Bugün bilinmezse, yarın bilinir.
Yazdığı şiirler ve söylediği türküler dışında Ozan Arif, şahsiyetli, mert duruşu ile de tanınır. O sanki Ömer Seyfettin’in meşhur “Pembe İncili Kaftan” hikayesindeki Muhsin Çelebi gibi, korkusuz ve mert biridir. Her nerede konuşmuş ya da şiir / türkü söylemişse âdeta heybetli duruşu, tok ve meydan okuyan sesiyle varlığını belli etmiştir. Türk ve İslam düşmanlığı namına her ne gördüyse, hiç düşünmeden ve sözünü sakınmadan meydan okumuştur. Ozan Arif, keskin bakışları, dosta güven veren düşmana heybet salan pala bıyıklı alperen görüntüsü; sevgi ve lirizmle yoğrulmuş adres teslimi öfkeleriyle haykıran sesi; değer verdiği, hürmet ettiği insanların içinde de edep dolu tavırları ile herkesin zihninde fotoğraf bırakmış biridir aynı zamanda.
Selçuk Küpçük, yukarıda bahsettiğimiz söyleşisinde Ozan Arif’le ilgili şöyle bir anekdot aktarıyor: 1977-1978 yıllarında Ozan Arif TRT’ye davet edilir. Daha önce Konya Aşıklar Bayramı’nda okuduğu şiirler sebebiyle Ozan’ın adı pek çok çevrede duyulmuştur. O zamanlar TRT’de sol bir zihniyet hâkimdir. Ozan Arif programa çıkmadan önce yapımcı ona “şiirinin şu şu kısımlarını değiştir” der. Ozan Arif de reddeder ve dolayısıyla televizyona da çıkarılmamış olur. Ozan Arif o günlerde ünlü halk ozanı Aşık Şeref Taşlıova ile karşılaşır. Şeref Taşlıova Ozan’a der ki: “Arif seni tebrik ederim. Biz iki dakika televizyona çıkmak için birbirimizi yiyoruz. Sen bana büyük bir ders verdin.” Bu anekdottan anlaşılacağı gibi, Ozan Arif, hiçbir zaman piyasadaki popüler akımlara kapılmamıştır. Ünlü bir şair olarak tanınayım, televizyonlarda görüneyim, bolca alkış alayım, film yapayım gibi popüler kültürün hiçbir eğilimine itibar etmemiştir. İsteseydi piyasadaki sanatçı ve şairlerden daha çok tanınır, daha çok alkış alabilirdi. Ama o buna hiç yanaşmadı. Tıpkı Mehmet Akif Ersoy gibi bu milletin dertleriyle ilgilenip sessiz / velvelesiz yaşamayı tercih etti. Evet, sessiz ve velvelesiz yaşadı ama, suskun yaşamadı; hep haykırdı. Hiçbir probleme kayıtsız kalmadı. Bu konuda Ozan’ın eleştirilerinden nasibini almayan siyasetçi yok gibidir. Ozan, sadece Alparslan Türkeş için eleştiri yapmadı. Türkeş dışındaki sağ / muhafazakâr siyasetçilere eleştiri yapmaktan geri durmadı. Neden sadece Türkeş’e itibar etti? Bu soru hakkında çok şey söylenecek bir meseledir ama sadece şu kadarını söylemekle yetinelim. Bazı sağ / muhafazakâr siyasetçilerde zaman zaman “sol”a karşı bir aşağılık kompleksi ya da sola şirin görünme gibi bir tavır görülür. Ozan Arif’e göre Başbuğ Türkeş hiçbir zaman bu tavrı göstermemiştir. Hatta Türkeş her zaman Türkiye’nin menfaatlerini başkanı olduğu partinin bile önünde tutmuştur. Bu ve buna benzer daha pek çok sebepten dolayı olsa gerek Ozan Arif, Alparslan Türkeş’in hep “en büyük lider” olarak görmüş ve hürmet etmiştir. Türkeş için yazdığı şiirler bunun delilidir. Burada şunu belirtelim ki Ozan Arif’in Türkeş sevgisi başlı başına bir yazının, hatta kitabın konusudur.
Ozan Arif sadece Türkeş değil, daha birçok devlet ve siyaset adamına da saygılıdır. Ancak birçok siyasi lideri eleştiren şiirler yazmaktan da geri durmamıştır. Mesela sol / Marksist müzisyen Cem Karaca da 12 Eylül’de yurt dışına kaçmıştır. Dönemin başbakanı Turgut Özal, bir af çıkararak aralarında Cem Karaca’nın da olduğu birçok solcu/Marksist kişinin Türkiye’ye dönmesini sağlamıştı. Ancak o afta Ozan Arif yer almıyordu. Ozan Arif böyle çifte standart örneklerini görünce ister istemez eleştirel şiirler yazmıştır. Ozan’ın derdi kendisi değil, memleketi yöneten sağ siyasetçinin sola şirin görünürken, aynı şirinliği sağ tarafta olanlardan esirgemesiydi. “Ben Yine Dönemedim” şiiri (türküsü) bunun en tipik örneğidir.
Ahmet Hamdi Tanpınar, yerli müziğimizden “türkülere” büyük önem verir. Ona göre hayatımızdaki bir yığın değişmeye rağmen, türküler daima aynı kalmış ve hep asli yanımızı ifade eder olmuştur. Tanpınar bir yerde şunları söyler: “Anadolu’nun romanını yazmak isteyenler, ona mutlaka türkülerden gitmelidirler.” Tanpınar’a göre Yemen türküsü ile ona benzer türküler, Anadolu’nun iç romanını yaparlar. (Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir, Dergah Yay. İst. 1979. s. 168, 199) Ozan Arif de tıpkı Tanpınar gibi “türkülere” değer verir. Hatta Selçuk Küpçük’le yaptığı söyleşide şunu söyler: “Biz bağlamayı görmeden, onun sesine âşık olmuş bir nesiliz.”
Her şeyi veciz ve eksiksiz ve de etkili anlatan Ozan Arif bu vatanı samimi olarak sevdi ve sevdirdi. Ozan Arif Başbuğ’u samimi olarak sevdi ve sevdirdi. Ozan Arif Türklük ve İslam düşmanlarından samimi olarak nefret etti ve nefret ettirdi. Velhasıl her ne yaptıysa samimi olarak yaptı ve bu dünyadaki görevini tamamladı. İşte bu yüzden âdeta marş hâline gelen “Ölmez bu hareket ölmez bu dava” dedirtti. Bu hareket bu dava elbette ölmeyecek; ancak Ozan da ölmeyecek ve unutulmayacak. Ozan Arif’in kitabının adı “Bir Devrin Destanı”dır. Kendisi de bu destanın yazıcısıdır. Destanlar nasıl dilden dile devirden devire aktarılıyorsa, Ozan Arif de Türklük tarihinde inşallah unutulmayacaktır.
Yahya Kemal öğrencisi Ahmet Hamdi Tanpınar’la bir gün geziye çıkar. Gezerken Tanpınar Yahya Kemal’e sorar: “Üstadım, cedlerimiz ta Viyana’ya kadar nasıl gittiler? Yahya Kemal kısa ve özlü olan şu cevabı verir: Bulgur pilavı yiyerek Mesnevi okuyarak…” Ozan Arif için de buna benzer bir cümle kurabiliriz: Ozan Arif 70 yıllık ömrünü nasıl geçirdi? Cevabımız şöyle olur herhalde: Ozan Arif ömrü boyunca Türk’ü sevdi ve türkü söyledi.
Bu gönül adamımıza yüce Allah’tan gani rahmetler diliyor; mekânı cennet olsun, diyoruz ve “Ozan Arif’i nasıl bilirsiniz?” diye sorduklarında hep bir ağızdan haykırıyoruz:
İYİ BİLİRDİK….